Televizyon

Dizilerde normalleştirilen çok eşlilik: ‘Küçücük hamleler, hikâyemizi değiştirebilir’

Yeni Gelin dizisindeki Kalender Bozok ve eşleri

Türkiye’de televizyon ekranlarını dolduran dizilerin birçoğunda erkeğin çok eşliliği, sanki normalmiş gibi sunuluyor. Kadına şiddeti körüklemekle suçlanan RTÜK yine siyasi davranıyor, çifte standart uyguluyor.

Yönetmenler ve senaristler “küçücük hamlelerle” eşitlikçi ve adaletli bir toplum idealini ekranlarımıza yansıtabilirler. Kadın hakları savunucuları, yazarlar, senaristler ve gazetecilerle dizilerdeki ‘polijini’yi konuştuk.

Yeni Gelin dizisinde Mustafa Avkıran’ın oynadığı “Kalender Bozok” karakterinin üç eşi var. Senaryoya göre üçü de bu durumdan memnun, sadece kendilerini “ağaya” beğendirme derdinde…

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da Oktay Kaynarca’nın oynadığı “Hızır” karakterinin de iki eşi ve birkaç sevgilisi var. Birbirinden haberdar olan bu kadınlar, duruma razı.

Polijiniyi, yani erkeğin çok eşliliğini normalleştiren ve hatta idealize eden dizilere, bu iki popüler yapım dışında daha birçok örnek verilebilir. İktidarı yeren haber ve yorumlara milyonlarca lira ceza kesen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), kadına karşı şiddeti körüklediği savunulan bu tür dizilere göz yumduğu için bir kez daha eleştiriliyor.

Peki, dizilerin yaratıcıları ve izleyicileri ne yapıyor, ne yapmalı? Bunu onlara ve sahadaki diğer uzmanlara sorduk.

Kadın Savunma Ağı’ndan Gizem Coşkun, İnsan Hakları Derneği İzmir şubesi yönetim kurulu üyesi ve kadın komisyonu sözcüsü Cemile Karakaya, senarist ve yapımcı Eylem Canpolat, eleştirmen Oya Doğan, sosyolog yazar Mehmet Sait Arzu ve RTÜK üyesi gazeteci Okan Konuralp sorularımızı yanıtladı.

Eşitsizlikler yerine, eşitliğin normalleştirilmesinin de mümkün olduğunu vurgulayan Doğan, “Senaryo yazarları, yönetmenler yapacakları küçücük hamlelerle izleyici üzerinde çok iyi yönlendirmeler yapabilirler. Mesela işten gelince yemeği erkeğin hazırlaması, arabayı kadın kullanırken erkeğin yanında oturması…” diyor.

Gizem Coşkun: Bu şiddetin kaynağı patriarkal kapitalizm

Hak savunucusu Gizem Coşkun’a göre, çok eşliliğin dizilerde “şirinleştirilmesinin” kabahatini yalnızca senaristlere ve yapımcılara yüklememek gerek. “Sistematik” bir soruna dikkat çeken Coşkun, şu ifadeleri kullanıyor:

  • Kadınlar olarak maruz kaldığımız şey aslında sistematik şiddet. Bu şiddetin kaynağı da patriarkal kapitalizm. Yani kapitalizmin her şeyi metalaştırarak piyasaya sürmesi ve bunu yaparken de erkek egemenliğiyle harmanlaması.
  • Bu durum devlet tarafından özel olarak örgütleniyor. Tüm kamu kurumları ve resmi organlarıyla, dini ritüellerle süsledikleri gericiliği hayatın her alanına empoze etmeye çalışıyorlar. Medya da bu alanların başında geliyor.
  • Toplumu erkek egemenliğiyle yeniden hizalamak için diziler ve TV programları buna uygun şekillendiriliyor. Kadın ve LGBTI+ düşmanlığı yükseltiliyor. Feminist hareketin her alanda eşitlik ve özgürlük mücadelesinin devam etmesine ve son yıllardaki ciddi kazanımlara rağmen bu düşman bir şekilde canlı tutuluyor.

Coşkun’a göre dizilerdeki erkek temsilinin, kadına şiddet üzerinde de etkisi var. Bunu şöyle açıklıyor Coşkun:

  • Zaten toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucunda var olan erkek şiddeti, özellikle mevcut iktidarın bu konudaki olumsuz politikalarıyla hızla arttı. Çünkü failler ceza almıyor, korunuyor, ödüllendiriliyor. Şiddet yeniden üretiliyor, meşrulaştırılıyor ve erkekler cesaretlendiriliyor. Bunda medyanın payı büyük.
  • Kadınların bir meta olarak alınıp satıldığı, emeklerinin değersizleştirildiği bu normlar, dizilerle birlikte bizlere ‘normal’miş gibi sunuluyor. Oysa kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından katlediliyor her gün. Ev içindeki şiddet, aileyi koruma beyanlarıyla görünmez olsun isteniyor. Dizi ve programlardaki ataerkil sistemin ürünü her bir kişiyi ve kurumu teşhir ediyor kadınlar sosyal medyadan. Çünkü gerçekler bunlar değil.

Cemile Karakaya: Cezasızlık cesaret veriyor

İHD İzmir şube yöneticisi ve kadın komisyonu sözcüsü Cemile Karakaya’ya göre, ekranlarda kadın yok sayılıyor veya sadece erkeğe göre konumlanıyor. Bu yayınlar, hukuki boşluktan doğan cezasızlıktan da cesaret alıyor:

  • Cezasızlık en açık hâliyle devlet eli ile yaratılan, devletin bizzat göz yumması sonucu meydana gelen ağır bir hak ihlalidir. Hâliyle bu boşluktan yararlananlar; kadını yok sayan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaratan kesim oluyor. Bunu en görünür kılan alan da medya. Özellikle görsel medya bu alan için en uygun yerdir. TV dizi ve filmleri kadın erkek modellerini insanlara kodlayarak erkek sistemin devamını sağlıyorlar. Beraberinde erkek şiddeti meşru kılınıyor.

“İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen ve 2011 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin de imzaladığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi,” geçen ay Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı sonucu feshedilmişti. Bu karara kadın örgütleri ve vatandaşlar, kadına karşı şiddet sorununu daha da derinleştireceği gerekçesiyle tepki göstermişti.

Bununla birlikte Türkiye, kadına karşı şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen daha birçok ulusal ve uluslararası yasal düzenlemeye taraf. Buna rağmen kadına karşı şiddet, RTÜK’ün gölgesinde, TV dizilerinde normalleştirilmeye devam ediyor. Karakaya ise dizilerdeki çok eşliliğin, Ankara’nın imzacı olduğu bir başka sözleşmeye de ayrımcılık yönünden aykırı olduğunu söylüyor:

  • Topluma eril erkek sistemi dayatıp edilgen itaat eden kadın modelini kodlamak elbette ağır bir hak ihlali. Oysa insanlığın en büyük özlemi insan haklarından herkesin; cinsiyet, ırk, dil, din gözetmeksizin eşit faydalanmasıdır. İnsan hakları kavramı insanın sırf insan olması dolayısı ile doğuştan itibaren sahip olunan, devlet ve bireyler tarafından dokunulmayan hakların bütünüdür.
  • Cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle eşitlik ilkesi bakımından uluslararası belgelerde kadın hakları ayrı ve özel olarak düzenlenmiştir. En önemli olanı, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’dir (CEDAW). Türkiye de sözleşmeye taraf. Ayrıca biliyoruz ki 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun, Türkiye’de çok eşli evliliği yasaklamış ve mirasta kadın erkek eşitliğini getirmiştir.

Eylem Canpolat: Eskiye nazaran oldukça yol aldığımıza inanıyorum

Doğduğun Ev Kaderindir, Sefirin Kızı, Karadayı, Gümüş ve Kavak Yelleri gibi dizilerde imzası bulunan senarist Eylem Canpolat, başarılı kadın senaristlerin çoğalmasıyla ekranlarda güçlü kadın karakterleri daha sık gördüğümüz görüşünde. Canpolat’a göre, çok eşlilik gibi konularda ise senaristler “günah keçisi” yapılmamalı:

  • Eski zamanlara nazaran kadın karakterlerin olumlu yansıması daha görünür oldu. Şu anda ekranlarda çok güçlü kadın karakterler var. Kendi ayakları üzerinde duran, hayatta ne istediğini bilen karakterler. Hikâyenin yönünü de onlar değiştiriyor. Eskiye nazaran oldukça yol aldığımıza inanıyorum ben.
  • Diziler hayattan besleniyorlar. Hayatta olmayan bir şey yansıtılmıyor. Maalesef çok üzülerek söylüyorum ki hâlâ çok eşli evlilikler ülkemizde var, yaşanıyorlar. Bir dizi hikâyesiyle hiçbir yaşam tarzını empoze edemezsiniz. Seyircinin öyle kontrol edilen bir şey olduğuna inanmıyorum ben. Herkesin kendi kültürü, yaşam tarzı, inançları var. Onlara göre yaşıyorlar. Dizilerden değil, hayattan öğreniriz.

Canpolat, dizilerde kadına şiddetin normalleştirildiğine de katılmıyor:

  • Hiçbir dizide kadına şiddetin övüldüğünü görmedim, izlemedim. Kadınlara uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddetin normalleştirilmeden tartışmaya açılmasında da özellikle son dönem dizilerin olumlu katkıları olduğunu görüyorum. Birçok senaristin sadece kadınlara uygulanan şiddeti değil, sonrasındaki işleyişte bulunan çarpıklıkları da göz önüne sermesini kıymetli buluyorum.
  • Ama gözümden kaçan, bilmediğim bir dizide bir sahne varsa (ki hepsini takip edebilmek zaman zaman mümkün olmuyor), onda da bütün faturanın meslektaşlarıma kesilmesine üzülürüm. Çünkü senaryolar yazıldıktan sonra yapım şirketleri, kanallar, yönetmen tarafından da şekillendiriliyor. Hatta oyuncu arkadaşlarımızın da oynadıkları karakterlerle ilgili her zaman söz hakları olmuştur. Senaryo kâğıt üstünde kelimelerden oluşur, sette hayata geçirilir. Bu yüzden bir durumu değerlendirirken bütünlüklü bakmaktan yanayım her zaman. Öbür türlüsü sadece günah keçisi olarak senaristlerin yansıtılmasına sebep oluyor.

Oya Doğan: Sadakatsiz izleyen kadınlar, yalnız olmadıklarını düşünüyorlar

“Dizi doktoru” eleştirmen Oya Doğan da, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde etkileri olmakla beraber dizileri tek başına sorumlu tutmanın yanlış olacağını vurguluyor. Ona göre altta yatan daha birçok toplumsal ve siyasi neden var:

  • Özellikle son yıllarda zirve noktasına ulaşan kadın cinayetleri ve kadına şiddetin sebebi olarak dizileri tek başına suçlamak yanlış olur. Bunun altında yatan politik, toplumsal ve kültürel sebepler olduğunu düşünüyorum. Ancak ekranlarda yayınlanan dizilerin de toplumu yönlendirme, manipüle etme, davranış aşılama konusunda etkisi olduğu kanaatindeyim.
  • Meseleyi sadece çok eşli evlilik olarak değerlendirmekten ziyade izlediğimiz dizilerin çoğunda kadının rolünü dikkatlice incelemek gerekir. Dizilerde aslında toplumun bilinçaltının fotoğrafına bakıyoruz. İçeride ne varsa, dışarıya o yansıyor.
  • Mesela kadın kadına kötülük yapıyor, erkek her zaman baş tacı ediliyor, adam aldatırsa kadının suçu oluyor, yemeği hep kadın yapıyor, arabayı hep erkek kullanıyor, kadın tacize uğrarsa “kuyruk salladığı için” oluyor, kadın hep erkeğin korunmasına muhtaç oluyor. Kadın mutsuzluğunu “dırdır” yaparak dile getirirse aldatılması, şiddet görmesi mubah sayılıyor. Birisi kötülük yapacaksa o genelde kadın oluyor. Birazcık güçlü bir kadın olursa hemen “erkek gibi” yakıştırması yapılıyor.
  • Toplumun içinde kadının kadına, erkeğin kadına bakış açısı neyse, dizilerde de aynısını izliyoruz. Mesela Sadakatsiz dizisi bu yılın en çok izlenen dizilerinden biri… Başrol kadın karakteri Asya’yı eşi aldatıyor. Kadın doktor, güçlü ve kendi ayaklarının üzerinde durabilecek ekonomik özgürlüğe sahip. Ancak kocasını uzun süre bırakamadı, aldatıldığını bile bile bir intikam planı kurdu.
  • Peki, diziyi kimler izliyor? Kadınlar… Hem dizi biter bitmez birbirlerini arayıp anlatacak kadar bağımlılar. Üstelik diziden keyif alıyorlar. Çünkü aldatılmış ve buna susmuş başka kadınlar olduğunu da görüyorlar, yalnız olmadıklarını düşünüyorlar. İş buradan bakınca, diziler toplumun aynası gibi görünüyor.

‘Dizilerde de aynı matematik işleniyor. Ama bunu değiştirmek mümkün!’

Doğan’a göre diziler üzerinden kadına, sadece toplum içindeki rollerini yerine getirmesi salık veriliyor ki bunların çoğu kadınların aleyhine:

  • Aslında önce ailenin, sonra da toplumun kadına ve erkeğe biçtiği roller var. Dizilerde de aynı matematik işleniyor. Ama bunu değiştirmek mümkün! Senaryo yazarları, yönetmenler yapacakları küçücük hamlelerle izleyici üzerinde çok iyi yönlendirmeler yapabilirler. Mesela işten gelince yemeği erkeğin hazırlaması, arabayı kadın kullanırken erkeğin yanında oturması, kadının “dırdır” etme nedenlerinin derinliğine inilmesi, kadının kadının kurdu değil, yuvası olması…
  • Bu tip küçük hamleler bile bir süre sonra seyircinin alışık olmadığı durumu normalleştirmesini sağlayacaktır. Şiddet nasıl her gün, her yerde, her an karşımıza çıktıkça normalleştirildiyse, toplumsal rollerdeki değişikliklerde her gün, her dizide, gazetede, programda, sokakta karşımıza çıktıkça normalleşecek.

Elbette işin bir de tüketim tarafı var. Kadınlar, çok eşlilik gibi pratikler üstünden kendi haklarının çiğnenmesini normalleştiren dizileri izlemezse, seyredilmeyeceği belli bir içeriği üretmek için büyük yapım masraflarını sırtlamaya da hiçbir kanal kolay kolay cesaret edemez. En çok dizi izleyen kesimlerin başında ev kadınlarının geldiğini belirten Doğan bu konuda şunları söylüyor: “Dünyayı erkekler yönetiyor. Kanalları erkekler yönetiyor. Dramaları kadınlar seçiyor. Çünkü kendisine biçilen rolün dışında nasıl bir dünya olduğunu gözlemlemeye korkuyor, gözlüklerini değiştirmeye korkuyor.”

Mehmet Sait Arzu: Erkek zihninin yansıması

Yazdığı kitaplar arasında “Çokeşli Evlilik” de bulunan sosyolog Mehmet Sait Arzu, bugünkü dizilerde kadın erkek ilişkilerinin nasıl temsil edildiğinin, tarihsel gelişim ve değişim sürecinden bağımsız ele alınamayacağı görüşünde. Arzu, tarih öncesinde polijini (erkeğin birden çok kadınla birlikteliği) yerine poliandrinin (kadının birden çok erkekle birlikteliği) yaygın olduğunu belirtiyor. Kadının hem soyu devam ettiren, hem de erkeğin aksine, avcı toplayıcılığın ötesinde üretim faaliyetlerinde bulunan taraf olduğunu vurgulayan Arzu’ya göre savaş ve toprak mücadelesi erkeğin kaba kuvvetini değerlendiren bir düzen doğurdu:

  • İşte burada erkek, gücünün farkına vardı ve ne olduysa ondan sonra oldu. Erkek, kendi sayesinde toprakların elde edildiğini iddia edip hak talep etti. Daha ileri gidip kendi sözünün geçmesini istedi ve kaba gücünü bu yönde de kullanmaya başladı. Artık onun için sınır yoktu ve bu nedenle toprak gibi kadını da sahiplenip tahakküm kurdu. Bu şekilde, o döneme kadar olan anaerkil dönem de, yerini ataerkil döneme bıraktı. Erkek, güçlene güçlene ve kötülüğünü dünyaya yaya yaya günümüze geldi.
  • Temel sorun, erkeğin sınırsız isteklerinin yanında kadını da kendi “malı” gibi görmesinden kaynaklanıyor. Aslında bahse konu olan televizyon dizileri, erkek zihninin ve bilinçaltında hayalini kurduğu yaşamın yansımasıdır. Hâl böyle olunca, toplumun geri kalanına da (kadınlara ve böyle düşünmeyen diğer bireylere), istenen yaşam şeklinin hazırlığı, diziler yoluyla dayatılmış oluyor. Bir süre sonra insanlar ve bütün toplum, dizilerdeki yaşamı (kadını hiçe sayan, metalaştıran erkek odaklı yaşam) kendi çevresinde görünce hiç yadırgamıyor ve hatta onaylayabiliyorlar.

‘Yeni Türkiye’ coğrafyasında çok eşlilik çelişkisi

Geçmişte özellikle ülkenin doğusunun, çok eşli evlilikler nedeniyle feodal olmakla eleştirildiğini ifade eden Arzu, bugünün ‘yeni Türkiye’sinde bu tür yayınların bu açıdan da bir çelişki olduğu fikrinde. Arzu şöyle diyor:

  • Türkiye’nin doğusunda ya da Kürtler’in yoğun yaşadığı bölgelerde çok eşli evliliklerin kökenine inildiğinde, hiç şüphesiz bunda İslam dininin etkisi görülür. Evet, İslam dini o dönem belki kadınları diri diri gömülmekten kurtardı ama o kadınların kızlarını ve torunlarını bin yıllarca erkeklerin tahakkümü altına koydu.
  • Kürtler de dini duyguların baskın olduğu milletlerden biridir. Bu nedenle çok eşli evlilik oranı Kürtler’de hayli yüksekti. Tabii bu durum Kürtler’in veya başka milletlerin çok eşli evlilik yapmasını meşrulaştırmaz. Haklı eleştirilerin yanında çoğunlukla feodal olma eleştirilerinin de odağına oturtuldular. Belki batıda, bahse konu olan yaşam şekli her zaman daha fazlaydı ama adı evlilik değildi. Yani evli olmanın yanında, “sevgilileri” ya da “metresleri” olması sorun teşkil etmiyordu. Belki de tek fark, doğu insanının dini duygularından dolayı, evli erkeğin başka bir kadınla ilişkisi hoş karşılanmadığı için, onu da dini nikâhına almasıydı.
  • Elbette ki her iki durumun da bir meşruluğu ya da savunulacak bir tarafı yok. Her iki bakış açısı da sakat. Ama çok eşli evlilikle ilgili eskiden feodal olmayla eleştirilenlere, bugün aynı yaşamı daha fazla empoze etmek hem bir çelişki, hem de kendine göre bir bakış açısıyla bakma anlamı taşıyor. Yani şu anda dizilerde çokça işlenen batıdaki yaşam şekli özgürlük çerçevesinde değerlendirilirken, doğudaki çok eşli evlilikler feodal ya da cahil olma çerçevesinde tartışılıyor.

“Diziler hayal ürünü olabilir ama ya mevcut bir yaşamı yansıtıyordur, ya da gelecekte istenen bir yaşam biçimini” diyen Arzu, çok eşliliğin dizilerde sıkça işlenmesinin toplumu bu ilişki tarzına “hazırladığını” belirterek sözlerini şöyle tamamlıyor: “Diziler yoluyla tüm dikkatlerin yoğunlaştırıldığı yaşam şekli nasılsa, emin olun gelecekteki toplum da oraya doğru gidecektir. Ama koşar adım, ama kaplumbağa misali…”

Okan Konuralp: TV yayıncılığının aksı kaydı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kontenjanından RTÜK üyesi seçilen gazeteci Okan Konuralp’a göre, televizynda olumsuz örnek olabilecek yayınlara karşı “ceza verme ve ceza vermeme” konusunda bu kurumdan hakkaniyet beklemek yersiz. Konuralp şöyle diyor:

  • Somut olarak kimi dizi ve tartışma programları üzerinden bir değerlendirme yapmak yerine, daha genel bir bakış açısına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ülkemizdeki televizyon yayıncılığının aksı kaymış durumda. Örneğin, çocuğun üstün yararının korunması, söz hakkı tanınması, insan onuruna ve özel hayatın gizliliğine özen gösterilmesi, kin ve düşmanlığı tahrik eden yayınlardan kaçınılması, suçlu olduğu yargı kararıyla kesinleşmedikçe kimsenin suçlu ilan edilmemesi vb. ilkelere uymaksızın yapılan onlarca yayın var, televizyonlarda.
  • Peki, RTÜK ne yapıyor? RTÜK çok büyük ölçüde, ilgili kanunu televizyon ve radyoların siyasi iktidara yakınlığı, uzaklığı perspektifinden değerlendiriyor. “Ceza verme veya vermeme” iradesi bu çerçevede somutlaşıyor. Daha önce de yaptığım bir açıklamaya atfen şunu söyleyebilirim: Bu yapısı ve yaklaşımı itibariyle RTÜK’ten hakkaniyet beklemek yersiz.
  • Yapacak bir şey yok mu? Elbette var: Hakkaniyeti ortaya koymak ve bir çıpa oluşturmak. Kurulda itirazlarımızı bu çerçevede kayda geçiriyoruz ve sonrasında karşı oy yazılarımızı bu doğrultuda yazıyoruz. Tarihe not düşüyoruz ve bir çıpayı tutmaya çalışıyoruz. Ayrıca kaleme aldığımız karşı oy yazıları, yargı süreçleri için de önem taşıyor. Kamuoyunu bilgilendirme açısından da önemli olduğunu düşünüyorum. Tüm bu başlıklar aslında RTÜK’ü olabildiğince yanlış kararlardan uzak tutmak adına mücadele etmek, demek.

‘Liyakatsiz ve kibirli bir medya düzeni bu’

Konuralp’e göre, RTÜK’e iktidar partisine tanınan kontenjandan seçilen üye sayısının çoğunluğu oluşturması, TBMM Genel Kurulu’ndaki tabloyla bir benzerlik oluşturuyor:

  • RTÜK’te alınan ve alınmayan kararların büyük bir kısmı, iktidar bloğunun ortaya çıkarttığı gerçekliğin bir sonucu. Hâliyle medya düzeniyle de uyumlu. Mevcut medya düzeni sürdürülebilir bir düzen değil. Bu medya düzeninin sürmesi konusundaki ısrar, er ya da geç öncelikle bu ısrarı sürdürenleri boğar, boğuyor da zaten. Liyakatsiz ve kibirli bir medya düzeni bu. Üstelik karşıt gibi görünenleri de kendine benzetiyor bu düzen.
  • Doğru olan benzememekte direnmektir. Çünkü herkes birbirine karşı kör, sağır, dilsiz; kendi yankı odalarımızda debeleniyoruz. Oysa hangi fikri savunuyor olursak olalım, sözümüzün medyanın evrensel ilkelerine uygun bir şekilde karşıtlarımıza ulaşması gerekir. Bunun koşulu da özgür ve eşit şartlarda yapılan yayıncılıktır. Dolayısıyla, RTÜK gibi diğer pek çok kurul ve kurumdaki temel mesele sanılanın aksine tarafsızlık değil, temel mesele adalet. Bir şeye taraf olabilirsiniz ancak ne olursanız olun, adaletli olmalısınız. Adalet terazisi şaşmış, kaymış durumda.

‘İktidarı destekleyenler de gidişattan rahatsız’

Dizilerde çok eşliliğin normalleştirilmesi gibi örneklerde Konuralp, RTÜK’teki itiraz haklarını kullandıklarını söylüyor. Ama ona göre asıl önemli olan, ilgili madde kapsamında bir yayına ilişkin karar alınıyorken, bir başka kanalda benzer bir ihlali veya daha ağır bir ihlali görmezden gelip gelmediğiniz.

  • Görmezden geliniyor mu? Evet, geliniyor. Yukarıda da vurguladığım gibi bazı yayın kuruluşlarına karşı gösterdiğiniz olumlu/olumsuz tavrı, diğer yayın kuruluşlarına karşı göstermiyorsanız, yankı odanızın duvarlarını daha da yükseltmeye başlıyorsunuz, demektir… Pek çok siyasi, gazeteci, bürokrat tanıyorum ki kayıtsız şartsız mevcut iktidarı destekliyor ancak “off-the-record” konuşmalarımızda gidişattan duyduğu rahatsızlığı ifade ediyor. İç tartışmalarını yakından izleyen biri olarak söyleyebilirim ki iktidara yakın medyanın geldiği nokta, sonuçları itibarıyla kocaman bir sıfır. Milyarlarca dolarlık desteğe rağmen üstelik bu sonuca ulaştılar.
  • RTÜK özelinde tamamlamam gerekirse, kurum denetleyenden daha çok düzenleyen bir yapıya kavuşturulmalı. Kurulun medya özgürlüğünün önündeki engelleri de kaldırmayı amaçlayan; kendisi ve yayıncı kuruluşlar açısından şeffaflığı hedefleyen bir dönüşüm şart. Üye yapısı bu bağlamda yeniden ele alınmalı. Meslek örgütlerinin birden fazla üye gönderebildiği, siyasi partilere tanınan kontenjanların da azaltıldığı bir kurul oluşturulmalı.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – RTÜK’ÜN GÖLGESİNDE BÜYÜYEN ŞİDDET

İhsan Birgül

Serbest gazeteci. Kürt dili ve edebiyatı başta olmak üzere kültür-sanat konularında çalışıyor. Yayımlanmış bir öykü ve bir şiir kitabı var. Ayrıca çeşitli antolojilerde yayımlanmış şiirleri de mevcut. Çeşitli internet sitelerinde ve e-dergilerde yazıyor.

Journo E-Bülten