Türkiye’de “edebi gazetecilik” deyince Yaşar Kemal ile birlikte akla ilk gelen isimlerden olan Fikret Otyam tam 96 yıl önce doğmuştu. 2015’te kaybettiğimiz ressam, gazeteci ve yazar Otyam, röportajı şöyle tanımlamıştı:
“Yalansız dolansız, konunun ıcığını cıcığını çıkararak temeli insana dayanan bir anlatım türüdür. Halkın dili olmak, halkın gözü kulağı olmak, hayınlığa, insan dışılığa, yasa dışılığa, ezmeye, sömürmeye, eşitsizliğe karşı durma, başkaldırmadır.”
Fikret Otyam’ın babası Vasıf Efendi, Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir eczacıdır. Savaş yıllarında şehir şehir dolaşarak eczacılık yapar. Emekliliğini istediğinde, bir binbaşı, Aksaray’da kurulu eczanelerini işletip işletemeyeceğini sorar. Eczaneleri vardır ama eczacıları yoktur. Babası bunu kabul eder. Aksaray’a taşınırlar. Babası eczaneyi almasını “bu halk verdi eczaneyi bana, eczane halkın malıdır” diyerek anlatır, adını da “Halk Eczanesi” koyar.
19 Aralık 1926’da Aksaray’da dünyaya gelen Fikret Otyam, annesi Naciye Hanım’ı ise hep hüzünlü hatırlar. Vasıf Efendi, Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’e gönderilen Osmanlı askerleri arasındadır. Bu ülkede savaşırken Türkiye’de bıraktığı ilk eşi hayata gözlerini yumar. Naciye Hanım da kendi eşi Yemen’de şehit düşünce bu ülkede bir çocukla yalnız kalmıştır. Çift evlenir. Türkiye’ye dönen Naciye Hanım’ın gözleri, kız kardeşini Yemen’de bıraktığı için artık hep acılı bakacaktır.
Fikret Otyam, Yemen’deki teyzesinin izini sürmek için yıllar sonra bu ülkeye gider ve yolculuğunu şöyle anlatır:
- … aşağı yukarı 67 yıl sonra, yanımızda ne top ne tüfek, ne ok ne yay olmadan ama bol bol renkli ve siyah beyaz film, çeşitli fotoğraf makineleri, ufak bir sinema makinesi ve ses aracıyla Yemen ellerine doğru yola çıktık eşimle.
Gitmeden önce Yemen ile ilgili ne varsa okumuş, notlar çıkarmış, hatta gazetedeki bir yazısında orayı bilenlerden yardım etmelerini istemiş, fakat teyzesiyle ilgili çok bilgiye ulaşamadan Türkiye’ye dönmüştür.
İsmet İnönü’yü çekerek fotoğrafçılığa başladı
Vasıf Efendi, Yemen’deki savaş yıllarında Albay İsmet (İnönü) Bey ile yaşadıklarını ailesine anlatmakta, küçük yaşlardaki oğlu Fikret ise buna pek inanamaktadır. Ta ki yıllar sonra, İsmet İnönü evlerine konuk olup babasını doğrulayana dek…
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 24 Temmuz 1942’te Adana’dan Ankara’ya geçerken öğle yemeğini Vasıf Efendi’nin Aksaray’daki evinde yer. “Vasıf, tığ gibi delikanlıydın!” diyerek Yemen’in başkenti Sana’daki savaş anılarını doğrulaması Fikret Otyam’ı çok heyecanlandırır. Dahası, bu ziyaret, Fikret Otyam’ın fotoğrafçılığa da ilk adımı olur:
- İlk kez Paşa’nın fotoğrafını o gün çektim. Nereden, nasıl bilebilirdim ölünceye kadar fotoğraflarını çekeceğimi?
İlk kez aldığı fotoğraf makinesini ölünceye dek düşürmez elinden. Ortaokuldayken Fransızca öğretmeni olan emekli albay Lüleci Haşim Bey; lenduha ayaklı, cama çeken bir fotoğraf makinesi armağan eder Fikret Otyam’a. Onun resim ve fotoğraf tutkusu böyle çocuk yaşta başlamış olur. İlk sergisini de Aksaray Halkevi’nde açar.
“Resim yapamadığımdan fotoğraf çekiyorum”
Fikret Otyam, röportaj ve haber için gittiği yerleri yazmakla kalmamış, fotoğraflamıştır da. Bir ceylanın fotoğrafını çekebilmek için bir kayalığa sinip saatlerce bekler:
- fotoğraf makinemi ayarladım, sessiz akan derenin hemen yanında bir kayanın arkasına iyice gizlendim. küt küt vuruyor yüreğim, küt küt vuruyor. acaba gelecekler mi su içmeye? acaba fotoğrafını çekebilir miyim bu güzel yaratıkların?
Boğazı kuruyup ensesi terleyerek beş buçuk saat kıpırmadan bekleyecek, sıcaktan iyice bunalmış hâlde sadece tek fotoğrafını çekebilecektir ceylanın.
Fikret Otyam aslında fotoğrafçılıktan çok resim yapmaya tutkundur. Fakat resim yapacak vakti olmadığı için fotoğrafa yönelir. Cumhuriyet’te çalışırken bu durumu şöyle anlatır:
- Gazetecilik tüm zamanımı alıyordu ve ben resim yapamadığım için tüm hırsımı fotoğraftan alıyordum ve sürekli fotoğraf çekiyordum.
Resim yapmaya ancak 1979’da gazeteden emekli olduktan sonra Antalya’ya yerleştiğinde zaman ayırabilecektir. 30’dan fazla sergi açar, Anadolu insanını konu alan ve iri göz figürleriyle dikkat çeken resimleri yurt dışındaki müzelere ve özel koleksiyonlara da alınır.
Fikret Otyam’ın gazetecilik hayatı
Fikret Otyam, lise eğitimini Kayseri ve Ankara’da tamamlar. Ankara’dayken Can Yücel ile arkadaş olur. İstanbul’a 1945’te Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Orta Resim Bölümü’ndeki eğitimi için gelir. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun atölyesinde ders alır.
Gazetecilik serüveni, 1950 yılında sanat yazıları yazmak için gittiği Bab-ı Ali’ye adım atmasıyla başlar. Sanat eğitimine devam ederken Cihad Baban ve Ziyyad Ebuzziya’nın yönetimindeki Son Saat gazetesinde haberciliğe adım atar. Daha sonra Falih Rıfkı Atay’ın çıkardığı Dünya gazetesinde yazar. Ardından Ulus gazetesinde devam eder ve uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapar.
Fikret Otyam, Son Saat’te başlayan gazetecilik serüveninde, 58 yıl boyunca, emekliliğine kadar bu meslekten hiç uzaklaşmaz. Gittiği her yerde oranın halkıyla yaşar, evlerine konuk olur; gördüklerini, konuştuklarını yıllar sonra da olsa yazılarına ekler. Röportajlarını da çoğu zaman hemen kaleme almaz, aradan zaman geçince aklında kalanlarla yazdığını ifade eder.
“Ben çok masrafsız bir röportajcıydım”
Fikret Otyam’ın ilk göz ağrısı Ha Bu Diyar’dır. Gide Gide Doğu’dan Gezi Notları adıyla yayımladığı röportaj serisi de dönemi için belge niteliğindedir. “Kitapta yer alan röportajlarımda önce kendime veremeyeceğim bir hesabım bulunmayışı… İlk acemiliklerime karşı, hesabını veremeyeceğim durumlara düşmemişim” diye ifade eder.
“Ben çok masrafsız bir röportajcıydım. Kamyon, eşek, ne bulursam onunla giderdim; fotoğraf çekerdim” diyerek Güneydoğu’yu, balıkçıları, mayın tarlalarında parçalanmış insanları, çekirgelerin hücum ettiği mahsulleri, suya hasret köyleri büyük bir sevgiyle anlatır. Röportaj yapmayı ise şöyle ifade eder:
- Kanımca röportaj, yalansız dolansız, konunun ıcığını cıcığını çıkararak temeli insana dayanan bir anlatım türüdür. Halkın dili olmak, halkın gözü kulağı olmak, hayınlığa, insan dışılığa, yasa dışılığa, ezmeye, sömürmeye, eşitsizliğe karşı durma, başkaldırmadır; bu uğurda türlü faklara karşın yılmadan savaş vermektir, insanlara sıkılmış yumruk değil, sevgi kılıcıyla gitmedir, insan sevgisiyle yoğrulmuştur bu tür, bana göre.
Fikret Otyam Urfa’ya ilk defa 1953 yazında gider. Bu gidişini şöyle anlatır:
- 1953 yılının temmuz ayıydı, Sirkeci’den kamyona atladım. Aksaray, Adana, Gaziantep ve Birecik’in karşı yakası. Otobüs Fırat kenarında durmuştu. Tüm yolcular Fırat kenarına sebilhane ibriği gibi dizilmiştik. Gemi dedikleri sal geldi, cümbür cemaat doluştuk, Birecik kıyısına çıktık, sonra ver elini Urfa.
“Gazete zincirlere vurulmuş, ne olacağımız belli değil”
Bu gidişten sonra defalarca gider Urfa’ya. Diyar diyar gezdiği, röportajlar yaparak oradaki insanların sorunlarını dile getirdiği yazılar, fotoğraflar, resimler bırakır bizlere.
- Var mısın güney ellerine, sınır, Harran topraklarına, Urfa’ya, Antep’e, Kilis’e, Nizip’e, çok ötelere, Ceylanpınar’a? Hem kayboluş hem ekmek parası … Gazete zincirlere vurulmuş … Ne olacağımız belli değil … Harran var ya Harran, o canım yoksun insanlar yurdu, oralara gideriz… Oturur yanık türküler dinleriz, dertler dinleriz … Sonra kısmet olursa yazarız … Üç beş kuruş geçer elimize bizim de … Çoluk çocuğun karnı doyar …
Sevdiği bu diyarlara yıllarca gidip gelir, köylülerin evlerinde konaklar. Çobanların yoksullukla örülmüş canhıraş yaşam mücadelelerini, onların ağzından sunar.
Ağaların elinde canı pahasına çalışanları, Urfa tarlalarında doğum sancısıyla ölen kadınları konu edinir. Köylülerin ekinleri saran çekirgelerden kurtulmak için tüttürdüğü yerleri kayda alır makinesiyle.
Memleket sevgisinin siyasi düşüncelerden ayrı ele alınması gerektiğini söyler Fikret Otyam. Başta Urfa olmak üzere, Doğu Anadolu’da yaptığı çalışmalarla halkın taleplerinin duyurulmasını sağlamıştır. Çocuklar için yazdığı Ceylanlar Suya İndi kitabında şu ifadeleri kullanır:
- Güzel ülkemizin bir yöresi Urfa’yı, köylerini, ovasını, insanlarını hatta hayvanlarını da yani gözlerinin güzelliği ile ünlü ceylanlarını, yoksulluklarını, hepsini sizler için kaleme aldım.
“Çözüm gazeteciliğinin” Türkiye’deki ilk temsilcilerinden
Şöyle devam eder:
- Her yiğidin gönlünde arslan, benimkinde de “Türkiye’m,” “Memleketim” yatar. Gönlümde memleket, dilimde sevdiğim Emrah: Düştüm aman yollara yollara diyerek düşmüş yıllar yılı yollara… Bazen otobüsle, bazen kamyonla, bazen katırla kimi zaman uçakla, kimi zaman trenle yolculuğumuz. Gönlü çeken beri gelsin okusun, okumayan da varsın sağ olsun …
Fikret Otyam röportajlarında bu memleketin insanlarını anlatır. Yeri geldiğinde balıkçılarla günlerce balık avını bekler, yeri geldiğinde katırlarla gittiği köylerin susuzluğunu, yoksulluğunu dile getirir. İnsanların sorunlarına çare olmak için yetkililerle görüşür. Bazı köylerin suya kavuşması için mücadele eder, mayın tarlalarında parçalanan masum insanlara dikkat çeker. Türkiye’de “çözüm gazeteciliğinin” ilk temsilcilerinden biri olarak bunları büyük bir sevgi ve umutla anlamış, insanların dertlerine ortak, yaşam çabalarına göz olmuştur fotoğraflarıyla.
- Vefa insanlara sevgi ile bağlı kalmaktır. Bakma herkes İstanbul’da semt zanneder Vefa’yı, bozası meşhur değildir. Ben de hep bunu anlatırım. Sevgidir. Bazı şeyleri unutmamaktır.
“Ömrüm Yaşar Kemal ile küsüp barışmakla geçti”
Fikret Otyam 1953 yılında röportaj için ilk defa Güneydoğu’ya gider. Aynı dönem Yaşar Kemal de oraya gider ve ikisinin de röportajları çok okunur, çok ses getirir. Röportajlarla ilgili aralarında bir anlaşmazlık çıkar ve küserler birbirlerine. Bir yazısında Yaşar Kemal’den bildiği Çukurova ile ilgili bir şeyi ifade edip yanılınca da şöyle der:
- Yağmur … Yağmur … Yağmur … Çılgın yağmur … Yanımdaki Gaziantepli, sırtımı tapışladı: – Hele hele agam, Çukurova’nın yağmuru nasıl geçerdi, fırt deyip mi? Yerin dibine geçtim. Yaşar Kemal’e içimden bir savurdum! Onun bir kitabından aklımda kalmış bu laf … “Çukurova’nın yağmuru fırt deyip geçer. ” Aha Yaşar dedim, yine Allah’ına kadar savurmuşun. Rezil ettin beni Çukurova topraklarında!
Uzun yıllar bir dargın bir barışık giden durum 2000’li yıllarda bir daha küsmemek üzere sona erer. Bunu Fikret Otyam şöyle anlatır:
- Geçenlerde Tepebaşı’nda karşılaştık, gülüşüverdik. Kollarımı uzattım: “Bu dünyadan küs mü ayrılacağız Yaşar?” dedim, “Ölüp gideceğiz.” “Niye öleceğiz lan?” dedi. Sarıldık. Bir daha küsmemek üzere ebediyen barıştık.
Orhan Kemal ile dostluğu ve emeklilik kararı
Fikret Otyam; insan sevgisini, sömürüye karşı durmayı, dostluğu, yücelikleri, daha iyi yazabilmeyi Orhan Kemal’in sayesinde öğrendiğini söyler.
Fikret Otyam’ın “ustam, arkadaşım Orhan Kemal’in ölmez yüceliğine, anısına ve sevenlerine saygıyla” sunduğu mektuplaşmalarından oluşan Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektuplar adlı kitap 1975’te yayımlanır. Yıllar yılı süren dostlukları, yaşadıkları zorlukları, sevinçleri, yazdıkları vardır bu kitapta.
Orhan Kemal’in ölümüne kadar her daim yanında duran Fikret Otyam, öğrendiği her şey için ona teşekkür eder. “Onunla zaman zaman bir usta çırak, zaman zaman bir ağabey küçük kardeş, zaman zaman yaşıtmış gibi birbirine seslenen arkadaş olduk. Öyle bir arkadaşlık ki, uğruna can verilebilecek” sözleriyle ifade eder dostluklarını.
Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Fikret Otyam; Abdi İpekçi cinayetinden sonra emekli olmaya karar verir. Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde bir ev yaptırıp eşi Filiz Otyam ile 1979’da buraya yerleşir. Emekliliğinde resim yapmaya zaman ayırabilmiş ve kitaplarının basımıyla uğraşmaya ağırlık vermiştir.
Eser “çalan” Kenan Evren’den 1 liralık tazminat aldı
Türkiye’de telif hakları sorunu ve “kopyala yapıştırcılık” Fikret Otyam’ın da emek hırsızlığıyla mücadele etmesini gerektirir. Üstelik “desise” (çalma) ile suçladığı kişi, 1980 darbesinin mimarı Kenan Evren’dir.
Fikret Otyam,, kendi çektiği bir fotoğrafın, Evren’in yapıp bir sergide sattığı “Sigara İçen İhtiyar” adlı tabloda kopyalandığını görünce 4 Aralık 1997 tarihinde Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tazminat davası açar.
Sonunda mahkeme Otyam’ı haklı bulur ve Evren’i 1 liralık sembolik bir tazminat ödemeye mahkum eder. Otyam davayı şöyle anlatır:
- Bu karar Türkiye’de korkusuz yargıçlar olduğunu bir kez daha gösterdi. Evren, “Bu kamuya mal olmuştur, bunu ben yaparım. İzin almaya gerek yoktur” düşüncesindeydi. Tarkan da, Ajda Pekkan da kamuya mal olmuştur. Olur mu böyle bir şey? Adalet yerini buldu. Aslında bu da bir cezadır. Çünkü dava boyunca mübaşir “Sanık Ahmet Kenan Evren” diye defalarca bağırdı. Önemli olan para değil, haklılığımın mahkeme tarafından ortaya çıkarılmasıdır. Ben bu davada para istemedim. Ama Evren “Okul yaptıracağım” diyor. Ben de, [tazminatın yanı sıra, bu okula] adıma bir plaket asılmasını istedim, mahkeme reddetti. Avukatım bu işin peşini bırakmayacak.
Son tablosu, Gezi Parkı protestolarını konu alıyordu
Fikret Otyam’ın hayatında yaptığı son resimlerden biri, o dönemin güncel bir haber konusunu, 2013’teki Gezi Parkı protestolarını konu alıyordu. Otyam, diyaliz makinesine bağlı olduğu için Taksim’e gidemediğini üzüntüyle anlatmıştı:
- Gitmek isterdim ama yürüyemiyorum. Nasıl gideceğiz? Televizyonlarda seyrediyordum. Ben yazarım, bunları yazıyorum. Fotoğrafçılığım var ama oraya gidip fotoğraf çekme olanağım olmadı. Kalıyor ressamlık. Haftada 3 kez diyalize gidiyorum yıllardır. Orada hep resim yaptım, yattığım yerde. Düşündüm düşündüm, bir kalabalık var. Çok sade bir şey olsun istedim. Haftalardır düşündükten sonra bu resmi gözümün önüne getirdim. Eve geldiğimde bunu yaptım.
Akdeniz Gazetecilik Vakfı ve Altın Portakal Kültür Sanat Vakfı‘nın kurucu üyelerinden olan Fikret Otyam, Antalya’da böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi görürken 9 Ağustos 2015’te yaşamını yitirdiğinde 89 yaşındaydı. Cenazesi Nevşehir’in ‘İz Bırakan Aydınlar Gömütlüğü’ne defnedildi.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Röportaj sanatı ve yavaş gazetecilik: Kelimelerle bir görüntü çizmelisiniz
Yaşar Kemal orman yangınlarını böyle anlatmıştı: Ali Cengiz oyunu oynamakta kimse bize erişemez