Türkiye’de başlıca hedefi halkın bilgi edinme hakkından, maksimum kâr elde etmeye evrilen medyada, çalışma koşulları günden güne dönüşüm geçirdi, geçirmeye de devam ediyor. Medyada düşünce ve ifade özgürlüğü, eşitlik, kamu adına denetleme ve eleştirme gibi kavramların yerini sansür, otosansür, işsizlik, ağır çalışma koşulları, stajyer sömürüsü, mobbing, cinsiyet eşitsizliği sorunları aldı.
Hak ve özgürlükleri gasp edilen gazetecilerin, medya patronları ve hakim siyasal-ekonomik güçlerin karşısında haklarını arayabilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olan sendikasızlık ve birlik olamama tüm bu sorunlar ve daha da fazlasının çözümüne engel oluyor. Demokrasiyi benimseyen toplumlarda düşünce ve ifade özgürlüğünün olmazsa olmazlarından biri olan medya, Türkiye’de kendi içerisinde bir korku imparatorluğuna dönüşmüş durumda. Acaba başıma bir iş gelir mi, dava açılır mı, hapse girer miyim, hayatım tehlikeye girer mi, işimden olur muyum, başka bir yerde iş bulabilir miyim gibi korkularla hareket eden medya çalışanları sessizlik ve yalnızlığa mahkum ediliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl yayınladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre, Türkiye 2018’de bir önceki yıla göre iki basamak gerileyerek 180 ülke arasında 157’nci sırada yer aldı. ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’un Ocak ayında açıklanan 2018 yılı Dünya Özgürlükler raporunda, Türkiye basının özgür olmadığı ülkeler arasında yer aldı. Cezaevindeki gazetecilerin sayısının en yüksek olduğu ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekildi. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) yayınladığı raporuna göre (2018) Türkiye’nin halen basın özgürlüğünün en fazla ihlal edildiği ülke olduğunu açıkladı.
Medyanın hakim ideoloji ve diğer güç odaklarına yakınlığı, ekonomi politik yapısı ve bunların sonucunda oluşan çıkar ilişkilerinin haber metinlerine sansür ve otosansür olarak geri dönmesi, temel işlevi gerçekliği halka yansıtmak olan medyanın, aksine gerçekliği görmezden gelmesine yol açıyor. Gazeteciler zamanla sansürü içselleştirerek kendi kendilerine otosansür uygulamaya, hangi habere yer vermeyeceklerini ya da yazacakları haberlerde hangi kelimeleri kullanmayacaklarını öğrenmeye başlıyor. RSF ve Bianet’in birlikte hazırladığı Medya Sahipliği İzleme Raporu’na göre, Türkiye’nin en büyük 40 medya kuruluşu, medya dışında sanayi ve ticaret alanlarında faaliyet gösteren şirketler bünyesinde bulunuyor. Bu şirketlerin, medya dışı işlerinde kamu ihalelerine de girmesi ve devletle ticari ilişkilerinin olması, kontrol ettikleri medya organlarının özgürlüğünü sorgulatıyor. Avrupa Konseyi’nin basın özgürlüğü üzerine çalışan bazı uluslararası kuruluşlarla birlikte hazırladığı ve 12 Şubat 2019’da yayınladığı rapora göre, 2018 sonu itibarıyla üye ülkelerde cezaevindeki 130 gazeteciden 110’u Türkiye’de. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) 26 Şubat 2019 tarihli verilerine göre 135 gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde bulunuyor. P24’ün verilerine göre ise 1 Mart 2019 itibarıyla Türkiye’de en az 150 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde. Gazetecilerin haber ve kitaplarından dolayı mahkeme ve cezaevlerinde olmaları, diğer gazeteciler üzerinde korku ve baskı yaratarak otosansürün yaygınlaşmasına da neden oluyor. Oxford Üniversitesi – Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü tarafından yayınlanan ve gazeteci Kemal Göktaş’ın yürüttüğü bir araştırma, Türkiye’de medya çalışanlarının kendilerine uyguladıkları otosansürün boyutlarını gösteriyor. 10 Aralık 2017 ile 13 Şubat 2018 arasında 133 gazeteciyle Google soru formu üzerinden yapılan ankette, gazetecilerin sadece üçte biri insan hakları ihlali haberi yaparken kendini özgür hissettiğini, üçte ikisi sıklıkla veya her zaman özgür hissetmediğini belirtti. İnsan hakları ihlallerine ilişkin haber yaparken yargılanmaktan korkmadığını söyleyen gazeteci ise olmadı. %43.6’sı bu korkuyu çok sık, %31’i sık, yüzde %14’ü bazen, %10.5’u ise nadiren korktuğunu belirtti. İşsiz kalan gazetecilerin yeni iş ararken daha önce insan hakkı ihlaline ilişkin haber yapmış olmalarının iş bulmalarını olumsuz etkileyeceğini düşünenlerin oranı %97 oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yapılan derlemeye göre gazetecilik ve enformasyon alanları %54,6 ile istihdam alanı en düşük meslekler arasında yer alıyor. TGS tarafından yapılan açıklamalara göre de 10 binin üzerinde gazeteci mesleğini yapamıyor ve bu oran medya sektöründe %30’lara tekabül ediyor. Tüm bunlara rağmen hala mesleklerini yapmaya devam edebilen medya emekçilerinin çalışma koşulları ise oldukça ağır. Çalışırken hem zihin hem de bedenlerini zorlayan gazetecilerin, ağır çalışma koşulları altında günden güne hem psikolojik hem de fizyolojik sağlıkları zarar görebiliyor. Medyada daralma adı altında yapılan sürekli işten çıkartmalar sonucu, geriye kalan medya çalışanları daha fazla mesai yapıyor, uzmanlık alanı dışında işlerle uğraşıyor ve aynı anda pek çok işle ilgilenmek zorunda kalıyor. Habere giden bir muhabirden aynı anda hem fotoğraf çekmesi, hem video ve ses kaydı alması, hem bir yandan haberi yazması hatta daha sonra haberin montajını da yapması beklenebiliyor. Az zaman içerisinde birçok iş yapmaya çalışan gazeteciler, günlerini stres altında geçiriyor. Nefes dahi almaya fırsat bulamadan haberden habere koşan muhabirler sabah sergi açılışı, öğlen basın toplantısı, akşamüstü trafik kazası, akşam sanat gösterisi, gece de yangın haberi takip ederek editörlerine en kısa zamanda yetiştirmek zorunda kalabiliyor.
Asgari ücret ile çalışan bir işçinin yaşam koşulları ile ilgili bir habere giden gazetecinin kendisi asgari ücret hatta daha altında maaşla sigortasız çalıştırılıyor. İşçilerin uzun ve kötü çalıştırılma koşulları hakkında bir çekim yapan kameramanın kendisi tüm gün ağır ekipmanları üzerinde taşımaktan bel fıtığı oluyor. Gazetecilerin yaşadığı tüm bu zorlukların üzerine bir de kadın gazetecilerin sırf kadın olmalarından kaynaklanan sorunları ekleniyor. Tüm gün yukarıda bahsi geçen şekilde çalışan, üzerine bir de evde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın gazeteciler, karşı cinslerinden daha fazla stres ve yorgunlukla yüzleşmek zorunda kalıyor. Kadın hakları konulu bir habere giden kadın gazetecinin kendisi erkek egemen medya sektöründe cinsiyet ayrımcılığına uğruyor. Haberi Kim Yapıyor portalı tarafından yapılan Küresel Medya İzleme Projesi 2015 verilerine göre Türkiye’de gazetecilerin yalnızca %17’sini kadınlar oluşturuyor. Gazetelerde kadın gazeteci oranı %20, televizyon kanallarında ise %16. İnternet medyası çalışanlarının ise yüzde 38’ini kadınlar oluşturuyor. Kadın gazetecilerin en az görev aldığı alan olan polis-adliye muhabirliğinde ise oran %6 şeklinde. Medyada yer alan stajyerler ise bilgi ve deneyim kazanma uğruna aylarca belki de senelerce sigortasız, maaşsız, kayıtsız küreksiz emeklerinin sömürülmesine razı gelmek zorunda kalıyor. Bedava işçi olarak çalışmam derlerse, tecrübe kazanma şansına da elveda diyorlar.
Medya dışı sermayenin medyada hakimiyet kurmasının ardından tek güvence olan sendikaların da etki alanının daraltılmasıyla, medya çalışanları haklarını arayamaz duruma geldi. TGS verilerine göre, Türkiye’de %11 olan genel sendikalılık oranı basın sektöründe %6 seviyesinde. 2018 Ocak ayı itibariyle basın-yayın ve gazetecilik işkolunda çalışan 92 binin üzerinde basın emekçisinin yalnızca 6 bini sendikalara üye durumda. Medya patronları ve hâkim siyasal-ekonomik güçler karşısında korunmasız kalan gazetecilerin hayatı bazen patronunun bazen ise bir siyasetçinin iki dudağının arasından çıkacaklara bağlı oluyor. Her gün manşetlerinde hak, hukuk, adalet temalı haberlere yer veren gazete sahipleri bile konu kendi çalışanlarına geldiğinde onları sendikasızlaşmaya zorluyor. Birlik olmak yerine, kâr odaklı sistem gereği yalnızlaştırılan ve sürekli diğerleriyle rekabet etmeye zorlanan medya çalışanları, her geçen gün biraz daha mesleklerine yabancılaşıyor. Tam da burada akıllara tek bir soru geliyor: Gazeteci kendi özgür olamadıkça başkalarının haklarını nasıl görünür kılacak?
* Bu makale Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu’nun (EFJ) İletişim Fakültesi öğrencilerine yönelik yarışmasında üçüncü seçilmiştir.