Röportaj

Güneri Cıvaoğlu ile son görüşme: Gazetecilikte maaş tartışmasını başlatmıştı

Güneri Cıvaoğlu ile doktora tezim için 6 ay önce yaptığımız söyleşi, ünlü gazetecinin bu hafta vefat etmesi üzerine aklıma geldi. Nişantaşı’nda buluştuğumuz kafe-bara gelirken takılıp yere düşmüş, kolundaki yara için garsondan cin isterken “Mikrop kapmasın” demişti. Peçeteye cini döküp yarasını temizledik. Böyle bir anıyla başlayan sohbetimizde basın tarihini konuşmuş, gazeteciliğin değişen yüzüne dair derin bir yolculuğa çıkmıştık.

Yine tezim için görüştüğüm Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu da Güneri Cıvaoğlu’nun medyayı nasıl dönüştürdüğünden bahsetmişti. Özkök, “Gazetecilikten para kazanan ilk ve son nesil bizdik” demişti. Ama Ayşenur Arslan’ın da vurguladığı gibi, bir yandan bu dönüşüm, neoliberalizmin ‘yükselen değerler’inin parlattığı medya yöneticileri ile, haberciliğin mutfağındaki emekçiler arasındaki gelir adaletsizliğini artırmıştı.

1980’li yıllarda Türkiye’de medya sektörü de köklü bir dönüşüm yaşadı. Bu dönemde medya, toplumsal ve siyasi etkisini artırarak büyük sermaye gruplarının elinde şekillenmeye başladı. Yüzlerce gazeteci, kovulma tehdidiyle sendikadan ayrılmaya zorlandı. İletişim kanalları, eleştirel bakış açısını yitirip çıkar odaklı “businessman” anlayışının kontrolüne geçti.

Artık medyanın rolü, halkı bilgilendirmekten çok, güçlü sermaye yapılarının çıkarlarına hizmet etmekti. 1980’lerin sonunda gazeteciler arasında başlayan yüksek maaşlar ve transfer furyası, 2000’lerde televizyon dünyasında hız kazandı. Yüksek ücretler karşılığında popüler yazarlar bir kuruluştan diğerine geçiyor veya yine yüksek ücretler karşılığında bulundukları yerde kalıyorlardı. Medyanın neoliberalleşme sürecinde bazı gazetecilere sunulan cazip teklifler, hem habercilerin yaşamlarını değiştirdi hem de sektördeki dengeleri sarstı.

Yüksek ücretlerle gazetecileri transfer etme geleneği 1980’lerde ilk olarak Güneri Cıvaoğlu ile Güneş gazetesinde başlamıştı. Cıvaoğlu için “modernite prensi” diyebiliriz. Gazetecilerin yaşam standardını yükseltme konusunda öncü olarak görülüyor, hatta birçok gazeteci tarafından “idol” kabul ediliyordu. Bazı gazetecilerin ‘Güneri Bey bizim sendikamız’dır diye andığı bir yöneticiydi.

Söyleşimize, Güneri Cıvaoğlu’nun meslekteki ilk yıllarından bir anısıyla başladık. Vekillerin gazetecilere yemek ısmarlamasının ona ne kadar dokunduğunu anlattı. “Gazetede müdür olursam, maaşları öyle artıracağım ki meslektaşlarımız kendi yemeklerini, içkilerini ısmarlayacak duruma gelecek” demiş ve Güneş’i çıkarır çıkarmaz da bunu yapmıştı Cıvaoğlu.

Güneri Cıvaoğlu: “Babıali’de duyulmamış ücretler teklif ettik”

En iyi gazetecileri bir araya getirme hedefiyle yayın hayatına başlayan Güneş gazetesi, sektörde büyük ses getirdi. Tercüman, Hürriyet, Milliyet ve Günaydın gibi köklü gazetelerden tecrübeli yazarları transfer ederek güçlü bir ekip kurdu. Güneri Cıvaoğlu, söyleşide bu dönemle ilgili şunları söyledi:

  • En iyileri topluyorduk ama gazete çalışmayabilir diye endişelerimiz vardı. Sonuçta hepsinin aileleri vardı, sağlam işlerini bırakıp geldiler. Biz de o dönemde Babıali’de duyulmamış ücretler teklif ettik. Faruk Keçe ile Nişantaşı’nda bir restoranda anlaştık. Cüneyt Arcayürek, İsmail Cem, Melih Aşık gibi isimler hep transfer ücretiyle gazeteye katıldı.
1939’da Ankara’da doğan Güneri Cıvaoğlu, 1963’te Tanin gazetesinde stajyer olarak gazeteciliğe başladı. Bir yandan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve 28408 sicil sayısıyla İstanbul Barosu’na kaydoldu. Akis ve Yeni İstanbul gazetelerinin yanı sıra kuruluş yıllarında TRT’nin haber merkezinde çalıştı. Strasbourg Üniversitesi’nde bir süre ekonomi okuduktan sonra Tercüman’ın ve Güneş’in genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Cıvaoğlu özellikle Tercüman gazetesinden 50’den fazla çalışanı Güneş gazetesine transfer etmişti. 1986 yılında Hürriyet’ten Hasan Pulur transfer edilmiş, Pulur’a o dönem 80.000 Türk lirası verilmişti. Gazeteci Atilla Sertel’in ise 1984 yılında Güneş gazetesinden aldığı ücret, dört memur maaşı kadardı. Yine Cıvaoğlu’nun verdiği bilgiye göre Cüneyt Arcayürek 5 milyon TL’ye, Faruk Geç ise 10 milyon TL’ye Güneş gazetesine transfer olmuştu. Cıvaoğlu şunu ekledi: “Bedri Koraman’a Florya’da ev verdik. 1982 yılında 7.500 mark alıyordu.”

Bir not: 7.500 mark bugünün parasıyla 1,6 milyon TL gibi çok yüksek bir miktara karşılık geldiğine göre, bu Koraman’ın aylık ücreti olmasa gerek… Transfer ücreti veya yıllık ikramiye ödemesi olması daha muhtemel görünüyor.

Zafer Mutlu: “Güneri Bey, arkasındaki sermaye gücüyle sektöre yenilik getirdi”

Gazetecilerin bu kadar yüksek maaşlar alması sektörde birtakım tartışmalara yol açtı. Kimi gazeteciler bu yüksek maaşların “sus payı” olduğunu veya iktidarın çıkarlarını korumak için verildiğini savunuyordu.

Güneri Cıvaoğlu 1982’de kurduğu Güneş gazetesinde… Bu gazete Ömer Çavuşoğlu’nun sermayesiyle kurulmuş, ardından sırasıyla Mehmet Ali Yılmaz ve Asil Nadir tarafından satın alınmıştı.

Karşı tarafta ise “gazeteciler iyi yaşamalı” vurgusuyla yüksek maaşların normal olduğunu savunanlar vardı. Bu isimlerden biri olan Sabah gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, şöyleşimizde şöyle dedi:

  • Türk basınında Güneş gazetesi dönemi geldi. Gazetecilerin kıymetli olduklarını hatırlattı. Gazeteciliğin bir para kazanma mesleği olduğunu hatırlattı. Para kazanmak ayıpmış gibi algılanmaktaydı, Güneri Bey arkasındaki sermaye gücüyle Türk basınına yenilik getirdi. Gazetecilere değer biçme ölçüsünde iyi bir doktor gibi, iyi bir iş adamı gibi davranıldı. Arkasındaki sermaye sayesinde oldu. Güneş’e girenler iyi paralar kazandılar.

Ertuğrul Özkök: “Güneri’nin açtığı yoldan gittik”

Güneş’e transfer olmayanların da, gitmesinler diye kendi gazetelerinde ücret zammı alarak kaldığını vurgulayan Mutlu, Güneri Cıvaoğlu sayesinde gazeteciler lehine bir kazanç dengesi kurulduğunu belirterek “Tarihî noktadır, iyi bir şey olmuştur” diye ekliyor.

Mutlu ile benzer düşünceleri paylaşan bir diğer isim de Ertuğrul Özkök. Yaptığımız söyleşide, Hürriyet gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Özkök şunları dile getirdi:

  • Gazetecilikten para kazanan ilk ve son nesil bizdik. Ben Hürriyet’i yönettim, yılda 300 milyon dolar ilan geliri olan gazeteydi. Avrupa’nın ilan bakımından bir numarasıydı. Patronlar iyi para kazanıyorlardı. Güneri’nin açtığı yoldan gittik. Hak edene iyi paralar verildi o dönemde. Klasikte direnenler de kazanamadı.
1986-1996 yılları arasında Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapan ve “Şeffaf Oda” adlı TV programıyla da tanınan Güneri Cıvaoğlu, 1996’dan beri Milliyet’te yazıyordu. Fotoğrafta; Ertuğrul Özkök, Mehmet Ali Birand ve Yalçın Doğan ile bir davette görülüyor.

1990’larda özel televizyonların hayatımıza girmesiyle medyada reklam gelirleri daha da arttı. Cıvaoğlu Star TV’nin 10 ayda 10 milyon dolar kâr ettiğini dile getiriyordu. Bu, kısmen ücretlere de yansıyordu.

Güneri Cıvaoğlu gazeteci maaşlarına dair bir anısını şöyle aktarıyor:

  • 1996 yılında Milliyet’e geçtim. 25. Yıl ödülleri veriliyordu, vali de geldi. Vali, Hanzade Doğan’a demiş ki, “Bunlar 5 bin lira alırlar mı?” O da “En az 10 bin” demiş. Vali şaşırmış, “Benden fazla yani” demiş.

Ayşenur Arslan: Ekran yüzleri bizden 17 kat fazla kazanıyordu

Medyanın zirvesindeki bu parıltılı sahnenin arkasında daha karanlık bir gerçek olduğunu söyleyenler de var. Güneş ve Cumhuriyet gibi gazetelerin yanı sıra Star TV, ATV ve CNN Türk gibi kanallarda habercilik yapan Ayşenur Arslan, o yıllarda gazeteciler arasındaki uçurumun çok daha büyüdüğünü anlatıyor:

  • Biz mutfaktakiler, ekranda görünenlerin 10’da 1’i maaş alıyorduk. Reyting alanlara primler verilir; evler, lüks arabalar hediye edilirdi. 1980’lerin sonu, 1990’ların başı, Babıali’de insanlar gözlerini faltaşı gibi açarak, “Bu maaşlar nasıl alınabiliyor” diye şaşırıyordu. O dönemin ünlü ekran yüzleri saçma rakamlar kazanıyordu. Ali Kırca 120 birim alırken ben 7 birim alıyordum.
Güneri Cıvaoğlu kendi ifadesiyle bir tekne tutkunuydu.

Yüksek maaşlar, bazılarına göre medya sektöründeki rekabeti ve kaliteyi artırırken bazı gazetecilere göre de sektörü derin bir gelir adaletsizliğine sürükledi. Zafer Mutlu ise ücretlerdeki farklılıkların doğal olduğunu savunurken şöyle diyor:

  • Sıradan çalışanla müdürün maaş farkı her yerde vardır, bunda yanlış bir şey yok. Patronun yöneticiye daha fazla imkân sağlaması normal. Banka müdürüne de ev, araba veriliyor, gazetede neden olmasın?

“Bir lokma, bir hırka yeter” anlayışı terk edildi

Görüştüğüm gazetecilerin anlattıkları, Türk basınında bir dönemin manzarasını gözler önüne seriyor. Yüksek maaşlar ve değişen yaşam tarzları, gazeteciliğin çay-simitten, şampanya ve lüks restoranlara uzanan bir yolculukla nasıl radikal bir dönüşüm geçirdiğini gösteriyor. Bu süreç, medyanın neoliberal dönemde edindiği yeni kimliğin de bir yansıması.

Çay ve simit; samimi sohbetlerin, meslektaş dayanışmasının ve mütevazı yaşam tarzının sembolü olarak Türkiye basın tarihine 20. yüzyıl sonlarına kadar damga vurdu. Özellikle eski kuşak gazeteciler için bunlar sadece birer atıştırmalık değil, aynı zamanda hürriyetin ve sâde yaşamın gurur sembolleriydi. 1961’deki Dokuz Patron Olayı’nda gazetecilerin “simidimiz ve hürriyetimiz için” dövizleriyle bu simgeleri sahiplenmesi, o dönemin ruhunu özetler.

Güneri Cıvaoğlu, 2024 mayısında Milliyet gazetesinin 74. yaşını kutladığı törende, “Gazetecilikte 62. yılım bitti ve son günlerime kadar yazmak istiyorum” demişti. Öyle de oldu. Son yazısı 27 Temmuz’da Milliyet’te yayımlanan Cıvaoğlu, İstanbul Maçka’daki bir restoranda geçirdiği kazanın ardından yoğun bakıma alındığı hastanede 1 Ekim 2024’te hayata gözlerini yumduğunda 85 yaşındaydı.

Kısacası neoliberalizm, 1980’lerden itibaren birçok ülkeyi olduğu gibi Türkiye’yi de dönüştürdü. Türk basını bundan nasibini aldı. ‘Yükselen değerler’in parlattığı medyanın yeni elitleri, geleneksel gazeteciliğin “bir lokma bir hırka” anlayışını terk etti. Onların dümene geçmesiyle, Sabah gibi gazetelerin “Gusto-style” gibi başlıklara sahip sayfalarında, “Paris’in en güzel lokantası” ve “Mercedes’in son modeli” gibi ‘haber’ler öne çıkarılmaya başladı. Halkın büyük bölümünün gidemeyeceği lüks mekânların reklamları, köşe yazarları aracılığıyla yapılıyordu artık.

Peki gazetecilerin çoğuna ve gazeteciliğin kalitesine ne oldu?

Güneri Cıvaoğlu, “lüks ve modern” hayatı kucaklayan gazetecilerin medyadaki öncüsüydü. Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu gibi isimler onu takip etti. Özkök şöyle demişti:

  • Biz bugün gazeteciler olarak iyi yemekler yiyoruz, güzel şaraplar içiyoruz, güzel kadınlar bizlerle ilgileniyor. Yani Türk basını modernleşmede, modern hayat tarzının çok önemli lokomotiflerinden biri hâline geldi.

Az sayıda medya çalışanının hayat standartlarının alabildiğine yükseldiği bu dönemde, Türkiye’de gazetecilerin çoğunun ve haberciliğin kalitesinin nereden nereye geldiği ise herkesin yorumuna açık, bir başka önemli soru…

İLGİLİ:

Hediye dolma kalemi almalı mı, almamalı mı? Kenan Başaran yazdı

Gazeteciler validen 3 kat fazla maaş alırdı, şimdi mesleği bırakıp bekçi oluyorlar

“Basın dünyası ihanetlerin çok olduğu bir televizyon dizisi gibidir. Ama bazen ihanete uğramak insana iyi gelir”

Bir zamanlar gazetecilik: Tam 40 yıl önce Milliyet’te çekilen görüntüler

Neden 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü? Dokuz Patron Olayı nedir?

Gazetecilik ve tekelleşme: Türkiye’de holding medyasının kısa tarihi

Deniz Katıel

Gazeteci. Akademisyen. Çeşitli basın kuruluşlarında ve reklam ajanslarında çalıştı. Hikâyenin sonunda da Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünden “doktor” unvanını alarak akademik kervana katıldı.

Journo E-Bülten