Görüş

Güdümlü ‘hakikat sonrası’ füzeleri ve ulusal çıkar yayıncılığı

“Ulusal çıkar yayıncılığı” hızla haberciliğin yerini alıyor. Muhabir ve sunucular, yakın ilişkide oldukları hükümet/devlet yetkilileri tarafından kendilerine çizilen çerçevenin içine gönüllü olarak hapsoluyorlar. Bazı medya çalışanlarının yasama, yürütme, yargı ve medyanın yanına beşinci kuvvet olarak ekledikleri TV ve gazetelerde sürekli görüşüne başvurulan ve çok çeşitli sansür mekanizmalarından süzülerek oradaki yerini kazanan uzmanlar ya da kanaat teknisyenleri de kitle algısını yönetmede başvurulan önemli aygıtlar olarak işliyorlar.

Milattan önce 500’lü yıllarda yaşamış Yunan tragedya yazarı  Eshilos’a atfedilen bir popüler deyiş vardır; “Savaşta önce hakikatler ölür” ya da “savaşın ilk kurbanı hakikatlerdir” diye. Aradan geçen binlerce yılda temelde değişen pek bir şey yok gibi. Ancak toplumlar kitle medyası tarafından manipüle edilebilir hâle geldikten sonra bu söz biraz eksik kalmaya başladı. Doğru; savaşta ilk önce hakikatler ölür, ancak toplumu ulusal ya da uluslararası ölçekte savaşa ikna etmek için yeni hakikatler de üretmeniz gerekmektedir. Yani bir savaş ya da bir isim vererek meşru kılmaya çalıştığınız haliyle bir operasyonun başında, sadece nesnellikten beslenen hakikatleri katletmeniz yetmez; aynı zamanda nesnellik yerine kanaatlerin beslediği yeni “hakikatler” yaratmak gerekir.

Hakikat sonrası olarak da Türkçeleştirilen “post-truth” çağında yaşadığımız yönündeki iddialı önermelerin ışığında bu hakikat üretim sürecine değinmek istiyorum. Oxford dictionaries 2016’da yılın kelimesi olarak post-truth’u seçti. “Hakikat ötesi” tanımıyla anlatılmak istenen basit bir yalan söyleme eyleminin ötesinde, doğruları söylememe, gerçekliği eğip bükme tavrının kurumsallaşmış hâle gelmesi, bir kültüre dönüşmesi.

Türkiye’de önde gelen haber ve veri doğrulama kuruluşu teyit.org bu kavramı açıklarken, “belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygular ve kişisel kanaatlerin nesnel hakikatlerden daha etkili olması” tanımına başvurmuş. Kavramı ilk kez yazdığı kitapta kullanan Ralph Keyes, kitle medyasının hakikat sonrası salgının yayılmasında kilit önem taşıdığını söylemekte. Keyes, özellikle de görsel kültürün bu konudaki gücüne dikkat çekiyor. Böylece ikonik görüntülerin şaha kaldırdığı duygular, olguların önüne geçebiliyor.

Savaş çıkarmadan kendi gerçekliğini yarat

En son Suriye’de yönetimin kimyasal silah saldırısı düzenlediği yönündeki iddiaları ele alalım: İddia diyorum, çünkü çok sayıda görsel veriye rağmen, şu ana kadar tarafsız bir uluslararası kuruluş böyle bir saldırı olup olmadığını, olduysa bunu kimin düzenlediğini resmen açıklamadı.

7 Nisan’da bir zamanlar tamamı muhaliflerin elinde olan Doğu Guta’da muhalif İslam Ordusu denetiminde kalan son nokta olan Duma’da iki noktada kimyasal silah saldırısı olduğu ve 40’tan fazla kişinin hayatını kaybettiği duyuruldu. Gelen görüntüler hakikaten rahatsız edici ve duyguları kışkırtıcı nitelikteydi. Özellikle güçlükle nefes alan çocukların hastanelerdeki görüntüleri.

Bu konuda dünyada otorite konumundaki Kimyasal Silahların Önlenmesi Örgütü 14 Nisan’da Suriye’de veri toplamaya başlayacağını duyurdu. Oysa ABD ve Fransa, kendi istihbaratları çerçevesinde böyle bir saldırının düzenlendiğine, bunu Suriye ordusunun yaptığına çoktan ikna olmuştu bile. Trump 9 Nisan’daki kabine toplantısında “Korkunç bir saldırı, görüntüler öyle kötü ki” diyerek dünya medyasını çoktan sarmış olan muhalif kaynakların dağıttığı görüntülere referans vermişti. Suriye hükümeti iddialları reddediyor, Rusya dışişleri Bakanı Lavrov bunun yabancı bir devletin istihbaratı yardımıyla sahnelenen bir kurmaca olduğunu öne sürüyordu.

Kim haklıydı acaba? Ne yazık ki Kimyasal Silahları Önleme Örgütü’nün çalışmasına başlayacağı gün bombalandı Suriye. Havada bir çok soru işareti asılı kaldı yine. Aynen daha önce Nisan 2017’de Han Şeyhnun’da 80 kişinin öldüğü ifade edilen kimyasal saldırılarındaki iddialar gibi. Hatırlanacağı üzere o zaman da ABD ordusu seyir füzeleriyle bir operasyon gerçekleştirmişti. Şimdi bu saldırıyı ve ABD karşı saldırısını kaç kişi hatırlıyor acaba?

Kimyasal Silahları Önleme Örgütü, son olaya kadar geçen 7 yıl boyunca Suriye’deki savaşta ordunun 4 kez kimyasal içerikli silah kullandığını ifade ediyor. Aynı raporda IŞİD’in de kimyasal silah saldırısı yaptığına değiniliyor. Birleşmiş Milletler adına önceki saldırılarla ilgili soruşturma yürüten isimlerden biri olan Carla Del Ponte de muhalif milislerin de kimyasal saldırı düzenlemiş olabileceği yönünde işaretler olduğunu söylemişti. Yani Suriye’de savaşan tarafların kimyasal silah kullanma kapasiteleri mevcut. Peki Suriye Ordusu kazanmakta olduğu bir savaşta adeta dış müdahaleyi çağırırcasına neden böyle bir provokasyona kalkışsın? Belki de böylesi bir provokasyon ile Rusya’nın koruyucu şemsiyesi altında uluslararası kamuoyunun tepkisi ölçülmek istendi? Ya da ordu içindeki bir fraksiyon meseleyi kolay yoldan çözmek istedi ve böyle bir katliam gerçekleştirdi. Belki de Suriye ve Rusya’nın iddia ettiği gibi muhaliflerle içli dışlı olan yabancı bir istihbarat örgütü planladı ve uyguladı her şeyi.

Henüz derinlemesine bir soruşturma yürütülemediği için tüm seçenekler masada. Zaten bu yazının konusu bu sürecin nasıl aydınlatılacağı da değil. Sadece sağlıklı bir çözümleme ve tartışma ortamının, duyguları kışkırtan görüntülere eşlik eden öfkeli sloganlarla nasıl yok edildiğini anlamak “hakikat sonrası” süreci çözümlememize yardımcı olacak. Üstelik böylesi kampanyalar yeni yaşanmıyor. 2003 Irak işgali sonrası hesap verebilirlikleriyle övünen dünya liderlerine, kanaat önderlerine ve iktidarların güdümündeki kitle medyasına inanmanın güç olduğunu geniş kesimler anlamıştı. 15 yıl geçti. Irak topraklarında hâlâ savaş var. Geçen sürede sadece sivil yaklaşık 200 bin insan öldü. Ne için? Olmayan kitle imha silahlarının yok edilmesi adına başlatılan ve kontrolden çıkan bir operasyon adına. Bir ülkenin siyasal, toplumsal ve fiziksel altyapısı tamamen çökertildi. Sürecin sorumluları elbette çıkıp açık açık yalan söylediklerini ifade etmediler. Çünkü “hakikat ötesi” dönemde yalan söylenmiyor, sadece hata yapılıyor ya da yanlış yargılarda bulunuluyor.

Barış için ‘iyi’ savaş haberciliği

Yineliyorum, Suriye’de kesinlikle bir saldırı olmamıştır, olduysa yönetim yapmamıştır demek için henüz erken. Ancak bunu tartışamıyoruz bile. Birden birbirinden korkunç görüntüler medyayı kaplıyor, (Yemen’de öldürülen çocukların görüntülerinin ulusal ya da uluslararası ne kadar az yer bulduğunu hatırlatmak gerekir) siyasetçiler nutuk atıyor, hatta son dönemde Trump örneğinde gördüğümüz üzere hakaret, küfür içerikli twitler atıyorlar ve jetler havalanıveriyor, füzeler ateşleniyor. Rus, İran, Suriye medyalarında da durum tam tersi. Oradan bakınca tüm ölümlerin yegane sorumlusu Batı ve Batı’nın desteklediği radikal unsurlar.

Tüm bu durumlarda “milli/ulusal çıkar yayıncılığı” hızla haberciliğin yerini alıyor. Muhabir ve sunucular, kendilerine yakın, ilişkide oldukları hükümet/devlet yetkilileri tarafından çizilen çerçevenin içine gönüllü olarak hapsoluyorlar. Bazı medya çalışanlarının yasama, yürütme, yargı ve medyanın yanına beşinci kuvvet olarak ekledikleri TV ve gazetelerde sürekli görüşüne başvurulan ve çok çeşitli sansür mekanizmalarından süzülerek oradaki yerini kazanan uzmanlar, ya da kanaat teknisyenleri de kitle algısını yönetmede başvurulan önemli aygıtlar olarak işliyorlar. Son dönemdeki savaş ve oprasyonlar çerçevesinde, ulusal medyanın da savaş haberciliği karnesinin zayıf olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Oysa bizim iyi gazateciliğe ihtiyacımız var. Hem de bazılarına garip gelebilir belki ama gerçekten iyi yapılan savaş gazeteciliğine ihtiyacımız var. Savaş gazeteciliği barışın anahtarını elinde tutar. İyi bir habercilik insanların, çatışmaların doğasını anlamasını sağlar; bir diyalog zemininin taşlarını döşer ve ateşkesten barışa, çatışmayı sonlandıracak bir kapıyı aralamaya yardımcı olur. Bilgi sahibi olmayan, propaganda ile zehirlenmiş kitlelerin barış talebinde bulunması beklenemez. Çoğu savaşta, en başta “iyi gazetecilik” alanının yok edilmesi tam da bu yüzden.


İlginizi çekebilir:

Gazeteciler habere neden devlet gözüyle bakıyor?

Can Ertuna

Ankara doğumlu, lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ'de tamamladı. Yaklaşık 15 yıldır televizyon haberciliği yapıyor. CNN Türk ve NTV'de görev yaptığı sürede ağırlıklı olarak savaş ve çatışma bölgelerinde görev yaptı. 'Arap İsyanları Güncesi' adlı bir kitabı var. Galatasaray Üniversitesi'nde 'Medya ve İletişim Çalışmaları' alanında doktora derecesi sahibi. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesi.

Journo E-Bülten