Tüm dünyada aylardır gündemin ilk sırasında yer alan COVID-19 küresel salgını, hangi fotoğraf ve videolarla zihnimize işleniyor? Sinema, fotoğraf ve video ile görsel sosyoloji alanlarında çalışan Mahsum Alpar, farklı demografik gruplardan 20 haber tüketicisine, salgın sürecinde akıllarına kazınan imgeleri sordu. Turkuaz renkli koronavirüs tablosundan, ABD’de yanan karakol görüntüsüne dek birçok cevap aldı.
Görsel medya çağında yaşıyoruz. Tükettiğimiz haberler, zihnimizde genelde birer imge olarak iz bırakıyor. Hele ki acı haberleri, tıpkı travmatik hatıralar gibi, birer fotoğraf veya video olarak hatırlıyoruz. Mülteci krizi haberlerinin aklımızda Alan Kurdi bebeğin Ege kıyılarındaki cansız bedeninin fotoğrafıyla kalması gibi, bugün de koronavirüs deyince aklımıza önce maskeler ve boş sokaklar gibi görüntüler geliyor.
Elbette salgın günlerinde haber okurlarının ve izleyicilerinin beyninde tortulanan daha birçok görüntü var çünkü hikâye bununla kalmıyor. Okur ve izleyici kitlesi çok çeşitli. Her bir insanın zihni, hafızası bambaşka. Haber tüketme alışkanlıkları ve medya tercihleri de epey farklı. Bu yüzden farklı yaş ve mesleklerden 20 okur ve izleyiciye başka hangi imgelerin salgınla günlerinde zihnimize kazındığını sorduk.
Kimisi gözlerinin önünden hiç gitmeyen fotoğrafları anlattı, kimisi kendisini zorlayarak da olsa bir video hatırladı. Salgın günlerinde bazılarının aklında sağlık değil, farklı kategorilerdeki haberlerden görüntülerin kalmış olması dikkat çekici bir bulgumuz oldu. Onların yorumlarından, bir anlamda günümüzün görsel haberciliğinin, okur ve izleyici zihnindeki manzarası çıktı. Söyleşilerimizde topladığımız o yorumlar, bahsi geçen görüntülerle birlikte şöyle:
Ebru (28 yaşında öğrenci): Hiç olmadığı kadar sessiz ve boş sokaklar tamamıyla bir distopya gibiydi, tabii bu durum birçok hayvanı özgür kılıyor ve birçok hava kirliliğini önlüyordu. İstanbul’un boş sokakları beni ne kadar korkutsa da bir yandan da özgür kılıyordu.
Koronavirüs tablosu ve George Floyd’un ölümü
Emre, (35 yaşında esnaf): Pandemi sürecinden önce en sevdiğim renk turkuazdı, pandemi istatistiklerinin gösterildiği tablo bir çeşit travma yarattı bende. Geçen gün işe giderken fark ettim de turkuazın bende bıraktığı his korkunç. Turkuaz rengini gördüğüm yerlerden istemsizce uzaklaştığımı fark ettim.
Gizem (44 yaşında akademisyen): Aklıma tek gelen ve asla unutmayacağım bir sahne, ABD’de siyah George Floyd‘un polis tarafından öldürüldüğü an. Acılar içinde izledim.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – POLİS ŞİDDETİ NASIL HABERLEŞTİRİLMELİ?
Zeynep (30 yaşında gazeteci): ABD’nin Minneapolis kentinde bir karakol yakılmıştı. O kare gözlerimin önünden gitmedi.
Minneapolis on fire. Police precinct burning down, and protesters taking over Lake Street. No police no firefighters no national guard in sight. (Picture is from yesterday.) #minneapolisriots #GeorgeFloyd #Minneapolisprotests pic.twitter.com/BQnI1g46pP
— ItalianCulture (@culture_italian) May 29, 2020
Özcan (28 yaşında marangoz): Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Aklıma bir şey gelsin ve o ânı unutmayayım diye bir saniye bile boş kalmadım ki… Sokağa çıkma yasaklarında dahi işe gidiyorduk, perişan olduk. İnsanlar evde oturdukları hâlde sıkıldıklarını söylüyorlar bir de. Biz çalışmaktan korkuyorduk ama mecburduk.
Umut (25 yaşında öğrenci): Nusaybin’de sivil polisin küçük bir çocuğu kovaladığı, kovalarken de ateş açtığı an gözlerimin önünden gitmiyor. Sokağa çıkma yasağı vardı, evet, ama onlar çocuk yahu. Salgın yetmezmiş gibi, polis şiddetinin yoğunluğu hayatımızı alt üst etti pandemi sürecinde.
Derya (32 yaşında öğrenci): Pandemi sürecinde aklımdan çıkmayan ve “iyi ki” dediklerimden biri, İstanbul’daki 8 Mart eyleminden bir pankart. Pankartta şöyle yazıyordu: “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla çünkü asla yalnız yürümeyeceksin!” Bu pankarta bakarak iyi hissettim. İyi ki varız.
EBA TV ve Meclis TV
Şükran (44 yaşında aktivist): Evde kitap okur ve film izlerim diye düşündüm ama şu Zoom toplantıları ve buluşmalarından kurtulamadım. Tabii bunlarla beraber evde çocuklarla ders yaparak, ders dinleyerek geçti zaman. Her gün çocuklar televizyondan sınırlı bir süreyle ders dinliyorlardı. Ve bu eğitim sistemini o kadar çok kısıtlıyordu ki anlatamam. Üç çocuğum var ve tek televizyonumuz var. Bu da çocukların huzursuz olmasına neden oluyordu. Evde sürekli TRT EBA TV açıktı anlayacağınız. Güya eğitim dönüştürülecekti, tersine, şimdi çocukların geleceği büyük risk altında.
Fatih, (52 yaşında turizmci): Pandemide hep yollar ve turizm sektörü ne zaman açılacak da güneye gidip çalışacağım diye düşünüyordum. Al, yollar açıldı, ben daha olduğum yerdeyim çünkü turizm filan yok. Turist yok. Tatilci olmayınca iş yok. E zaten yılın altı ayı çalışıp altı ayı yatıyoruz, ne olacak peki? Hükûmet bir çözüm yolu da göstermiyor. Çocuklarımıza, evimize nasıl bakacağız? Bu işsizlik günlerinde açtım TRT Meclis TV’yi, belki bir çare bulurlar da mutlu oluruz diye izliyorum.
Ekvador sokaklarında cesetler
Niyazi (48 yaşında boya ustası): Pandemi sürecinde aklıma hep bu maskeli insanlar geliyor, onları görünce daha çok tedirgin oluyorum. Niye dersen, televizyonlar normalleşti diyor ama bir yandan da insanlar maske takıyor. Bu durum benim kafamı karıştırıyor. Normalleşen günlerde de takılıyorsa işimiz zor. Bence çoğu yalan haber.
Hilal (30 yaşında sanatçı): Aklımdan hiç çıkmayan ve kolay kolay da çıkmayacak bir video var, bir felaket. Hatırlarsınız, BBC’nin haberiydi. Ekvador’da koronadan dolayı tabut kalmamıştı ve insanlar kentin sokaklarına cesetler bırakmışlardı.
Officials have recovered 1,350 bodies from homes in Guayaquil, Ecuador's business capital, since the start of the pandemic. Coffin shortages mean some are being buried in cardboard boxes. https://t.co/N5P7I1z0wE
— New York Times World (@nytimesworld) April 9, 2020
Bakan’ın basın toplantıları ve marketlere akın
Mehmet Ali (48 yaşında eczacı): Pandemi sürecine dair aklıma Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘nın her gün aynı saatte çıkıp vakaları açıkladığı fotoğraftan başka bir şey gelmiyor. “Bugün ne diyecek, ne açıklamada bulunacak acaba Bakan Bey” diyordum kendi kendime.
Serap (49 yaşında esnaf): Sabah uyanıp işe gidiyorduk eşimle. Salgın sürecinde dahi aralıksız çalıştık. Ekmek parası, yapacak bir şey yok. Bir gün çalışmasak aç kalırız sanırım. O süreçte televizyon izlemedik, hâlâ da izlemiyoruz. Kaç kişi öldü, ne oldu, bir bilgimiz yok ama yazık oldu bunca insana. Tedbirli olunsaydı bu kadar insan ölmezdi. İlk sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden sadece birkaç saat önce duyurursanız, insanlar birden sokağa çıkarlar tabii, çünkü korkarlar. Ben o günü hiç unutmuyorum. Sokaklarda insanlar marketlere saldırıyor gibiydiler. Yazık bu halka.
‘Kimsesizler gibi’ defnedilenler ve ‘Bana yaklaşma’ videosu
Adem (63 yaşında emekli): Bu pandemi sürecinde aklımdan çıkmayan tek şey kimsesizler gibi yalnız mezara gömülen insanlar oldu. Çok korktum bu durumdan. Size verdiğim fotoğraf içimi yakıyordu. Evde bazen kendi kendime ağladığım olur bu anları düşünürken.
Mesut (33 yaşında bilgisayar mühendisi): Sağlık Bakanı’nın personeline “bana yaklaşma” dediği bir video vardı ki galiba pandemi sürecine dair en çok akıllarda kalan videolardan biriydi. Komik desen değil, acı desen değil. Aklımdan çıkmadı. E arkadaş, demezler mi “Sen neden maske takmıyorsun” diye.
Deniz (23 yaşında öğrenci): Karantina sürecinde bizde özlem duygusu yaratan birçok görselle karşı karşıya geldik. Bunlar genelde sevdiklerimizle veya dayanıştıklarımızla beraber ve yakın olduğumuz günleri çağrıştırıyordu bize: katıldığımız yürüyüşler, onların ardından düzenlenen eğlenceler, gittiğimiz konserler, filmler, sergiler, vs. Bir yandan bu yakınlıklar başka bir gerçeklikten gelmiş gibiydi, yabancı bir hayata aitti ama öbür yandan derin ve sancılı bir özlem uyandırıyor, içinde bulunduğumuz duvarları daha görünür ve hissedilir kılıyorlardı.
‘Deniz imgesi sürekli gözümün önündeydi’
Ben Antalya’da büyüdüm ve hayatım boyunca deniz ile bir yakınlık içinde bulundum. Bana özgürlüğü ve sonsuzluğu çağrıştıran, nefes alamaz gibi olduğumda soluklanmak için gittiğim yerdi hep. Ve ben evimin duvarlarında sıkışmışken her gün internette bir şekilde bir deniz görseli ile karşılaşıyordum. Biri tatilden “#tb” paylaşır, biri vapur fotoğrafı paylaşır, yok efendim “denizin ortasındaki adada tek başına yaşayan ailenin evi” paylaşılır… Denizin kokusu burnuma, dalganın sesi kulağıma gelmeye başlamış, yüzdüğüm zamanları rüyamda görür olmuştum. Denizin imgesi sürekli gözümün önündeydi.
Işıl (37 yaşında memur): Adana’da Ali El Hemdan adlı Suriyeli gencin öldürülmesi haberi; sisteme, yaşama dair tüm rahatsızlıklarımızı göstermiştir bana göre. Polis devletinin keyfiliğinin, kayıt dışı emeğin sömürülüşünün, yönetimin akla ziyan kısıtlamalarının, kapitalist sistemin pandemi krizi kullanılarak yine sorgulanamaz olduğunun göstergesi gibiydi.
Zeynep (38 yaşında edebiyatçı): Bir anne, eli çenesinde, kucağında bir kargo paketi, gözleri, çaresiz bakışları yerde, dünya bir kez daha başına yıkılmış, oturuyor. Kucağındaki kargo paketinin içinde oğlunun kemikleri var. Pandemi sürecinde en çok bu fotoğraf geliyor gözümün önüne. Agit İpek’in cenazesi pandemi bahane edilerek yapılmadı, annesi de cenazeye alınmadı. Nasıl oluyor da insanlığımızı kaybediyoruz, onu nerede bırakıyoruz, nasıl hatırlamıyoruz insan olduğumuzu?
Kerem (44 yaşında avukat): Ölüm orucunda olan Grup Yorum üyeleri Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’in ölümleri. En acısı da ikisinin tek isteklerinin özgürce şarkılarını söylemek olduğunu bilmek. Sadece bu yüzden öldüler. Asla unutmayacağım bir fotoğraf bu.
‘Hafıza ile mekânın nasıl birbiriyle dans ettiğini anladım’
Gökçe (27 yaşında öğrenci): Karantinada zaman ileriye gitmediği için ben sürekli geriye gittim. Çünkü belleğimde yeni bir anı oluşturacak bir durum yaşamıyordum. Sokağa çıkmıyordum. Hafıza ile mekânın nasıl birbiriyle dans ettiğini anladım. Online etkinliklere katılsam da bedenimle bir yere gidip katılmayınca benim için bir şey fark etmiyordu. Eski fotoğraflara baktım sürekli, eski yazışmaları gözden geçirdim. Uzun zamandır konuşmadığım insanlara yazdım. Rutini ve ritmi takip ettim. Her gün şiir okuyan bir arkadaşım vardı ve ertesi gün o arkadaşımı yine orada bulacağımı bilmek bana huzur veriyordu. Aynı kalan şeylere sığındım. Doğanın mutluluğunu görünce kendimi artık gibi hissettim, temizlenmesi gereken bir kir, iyileşmesi gereken bir parazit gibi. Saçlarım uzadı. Sanki bedenimin her artığı büyüyüp evden taşacak gibiydi. Evi sorguladım. Ev nedir? Ajda Ender’in giremediği bir yer mi, kadınların şiddete uğradığı bir yer mi, yoksa hayatı sığdırmaya kalktığımız ve bununla ilgili üst sınıfa ait reklamlar yapılan bir yer mi; elektriğinin, suyunun faturasını ödemen gerekirken çalışmak için içinden çıkmak zorunda olduğun bir yer mi? Sahi ev neresi?