Geleneksel halk tiyatrosunda haberciliğe en yakın sahne sanatı, meddahlık. Güncel bir sorunun, hikâyeleştirerek ve heyecan uyandırarak aktarıldığı meddahlığın yerini, dijital çağda stand up komedinin aldığı söyleniyor. Meddahlığı 21. yüzyılda yaşatan üç ismin anlattıklarına bakarsak bu iddia doğru değil.
Türkiye’nin ilk kadın meddahı Prof. Dr. Nurhan Tekerek’e göre meddahlık güncel sorunlara dayanıyor, ‘stand up’ta ise öncelik, eğlendirmek. Ortak görüş şu: Eğlence kültürü ve anlatım araçları değişse bile “söz asla ölmedi ve ölmeyecek.”
Önce, meddahlığın ne olduğunu ve tarihte nasıl evrildiğini öğrenmek için Prof. Dr. Nurhan Tekerek’e kulak verelim.
Türkiye’nin ilk kadın meddahı olmanın olumlu ve olumsuz yanları neler?
Prof. Dr. Nurhan Tekerek: Ben genel olarak bir kişi, durum ya da olayın “ilk” ya da “son” diye etiketlenmesinden yana değilim. Çünkü böyle bir etiketi kullanabilmemiz için bütün ülkeyi tarih boyunca izlemiş, araştırmış ve sonuca ulaşmış olmak gerekiyor. Ancak “kadın meddah” denilince, belki ülkemizde böyle bir sürecin başlangıcını yaptım ya da yeni bir sürece yol araladım demek daha doğru geliyor bana. Çünkü meddahlık geleneği, evet… gelenek olarak eril bir gelenek. Hikâye-masal anlatıcılığı, ozanlık, methiye gibi İslam, Osmanlı ve Anadolu geleneğinin bir sentezi denilebilir bu türe.
Meddahlık geleneğinin farkı, “taklit” veya başka bir deyişle oyunculuk hünerinin de işin içinde olması. Kadının toplumsal yaşamdaki rolüne tarihsel açıdan bakıldığında, [meddahlığın da] bir erkek anlatı sanatı olması doğal. Yani Osmanlı kültüründe egemen olan eril geleneğin bir geleneksel uzantısı olarak ortaya çıkmış; anlatı, taklit, anekdot, fıkra, müzik ve dans gibi tüm tiyatral unsurların tek kişide birleştiği bir tür. Türkler’de yaygın olan Şamanlık geleneğinin de etkisinden de söz edilebilir hiç kuşkusuz. Bütün bu kültürel birikimin 18. Yüzyıl Osmanlısı’ndan başlayarak ifade bulduğu bir geleneksel sanat meddahlık. O yıllarda kahve kültürünün ortaya çıkışıyla insanların sosyal ve eğlence hayatına girmiş bir tiyatral gelenek.
Cumhuriyet Türkiyesi’ne geçildiğinde kadının toplumsal yaşamda daha çok rol aldığını ve cinsiyet ayrımı konusunda kadın mücadelesiyle birlikte tiyatroda da artık kadınların var olmaya başladığını görüyoruz. Bu kadınlardan biri de, 1981’de lisans, 1995’te yüksek lisans, 2000’de doktorasını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Tiyatro Bölümü’nde yapan ve akademik yaşamını tamamlayan bir tiyatro insanı olarak benim. Tiyatro yaşamımda hem uygulamalı, hem de kuramsal alanda; Şehir Tiyatrosu, TRT, özel tiyatrolar ve ardından gelen akademik yaşamım boyunca genel olarak kadının tiyatrodaki yerini ve önemini sorgulamış, bu alanda üretimde bulunmuş bir kişiyim. 1991-2003 yılları arasında Zeynep Oral’ın “Kadın Olmak” adlı kitabından kurgu-reji ve oyunculuğu tarafımdan gerçekleştirilen bir belgesel kadın oyunu oynadım.
Zilli Şıh: Meddahlığın eril geleneğinden kopuş
1984 yılında Adana’da Çağdaş Sanat Tiyatrosu adıyla tiyatro yaparken Haşmet Zeybek’ten “Zilli Şıh” adlı bir meddahlık senaryosu tarafıma geldi. Metni okudum ve çok beğendim. Ancak şartlar gereği o metne yoğunlaşamadım. Doktora tezim ve 2002’de kitaba dönüştürdüğüm “Popüler Halk Tiyatrosu Geleneğimizden Çağdaş Oyunlarımıza Yansımalar” adlı çalışmamın ardından Haşmet Zeybek’in yazdığı “Zilli Şıh” yeniden gündeme geldi. Sene 2005. Bursa Uludağ Üniversitesi’ne, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı bir tiyatro bölümü kurmak üzere atandım. ‘Zilli Şıh’ı da çalışmaya karar verdim. Aynı zamanda bir akademik çalışma olarak, “Bir eril gelenek olan meddahlık bir kadın oyuncu tarafından sunulduğunda neler olabilir?” sorusunun yanıtlarını araştırmaya giriştim.
2005’te Zilli Şıh’ın senaryosunun dramaturgi çalışmasını ve seyirci tepkisini, “Okuma Tiyatrosu” adıyla 5 yıl kadar seyirciyle paylaştım. Bu çalışmaların sonucunu aldıktan ve uygulama gözlemlerimi makalelere dönüştürerek bu süreci tamamladıktan sonra, 2010 yılında artık Zilli Şıh’ı oynamaya başladım ve her oyun sonrasında seyirciyle söyleşilerimi sürdürdüm. Yaklaşık 100 oyun, tiyatro salonlarının dışında kafe, kıraathane, kantin, park, meydan, han ve fuaye gibi pek çok boş alanda seyirciyle paylaştım.
Sonuç olarak benim kadın olmamdan kaynaklanan ciddi bir sorun yaşamadım. Elbette başlangıçta seyircinin gözlerinde bir yadırgama gördüm. Ama oyun ilerledikçe (80 dakika) o yadırgamanın yerini merak ve izlemeye bıraktığını gördüm. Dahası özellikle oyunun ardından söyleşi bölümünde seyirciden bu sorunun yanıtını somut olarak aldım. Hemen hemen bütün seyirci kitlesi, elbette kadından meddah olabileceğini, oyunda daha çok hikâye ve oyundaki tipler ve oyunun mesajı üzerinde yoğunlaştıklarını söylediler.
Ayrıca Zilli Şıh interaktif bir oyun. Benim metin üzerinde yaptığım dramaturgi ışığında oyun türkülerle, şarkılarla kesintiye uğruyor ve bu ezgiler seyirciyle birlikte söyleniyordu. Oyunun içinde olaylarla ve tiplerin tutumuyla ilgili soruların yanıtları da bizzat seyirciden alınıyor, hâttâ oyun içinde tartışılıyordu. Dolayısıyla oyunun başında biraz yadırgansa da, genel olarak kadın meddah ile erkek meddaha hiç de farklı gözle bakılmadığına tanık oldum. Zaten yıllar ilerledikçe bu tür çalışmalar da galiba çoğaldı.
“Yaşayan bir sanat, yok olmayacaktır”
“Unutulmaya yüz tutmuş” sanatlarımızdan biri olarak zaman zaman gündeme gelen meddahlığı tercih edenler bugün oldukça az. Dünya hızla değişirken meddahlık nasıl ayakta kalabilir?
Prof. Dr. Nurhan Tekerek: Anlatı geleneği ve Taklit-Mimesis insanlık var olduğu sürece var olan ve de var olacak olan bir tiyatral olgu. Tiyatro ise oyuncu ve seyirci gibi iki temel unsurdan oluşan bir yaşayan sanat. Dolayısıyla kaynağını anlatı ve taklitten alan meddahlık geleneği de yok olmayacaktır diye düşünüyorum. Hele işin içine ezgi ve dans da girince, oyunculuk hüneri olan her insanın rahatlıkla -seyreden olduğu sürece- yapabileceği kanısındayım. Geçmişte var olan, günümüz dijital dönemde bilgisayar oyunlarının ve animasyonun çocukların hayatını ele geçirdiği bir dönemde onlara masal, hikâye, ezgi, dans, fıkra, anekdot, merak unsurunun harmanlandığı ve doğrudan çocuğun ve yetişkinin hayal gücüne seslenen meddahlık ve anlatı geleneğinin sonsuza kadar süreceğine inanıyorum. Çünkü insanın olduğu yerde anlatı, insanın olduğu yerde taklit vardır. Yeter ki, neyi, nasıl anlatacağımızı bilelim ve insana, hele çocuğa değer verelim.
Meddahlık bugün neye dönüştü? Sosyal medya gibi dijital platformlarda meddahlık yapanlar var mı?
Prof. Dr. Nurhan Tekerek: Var elbette. Ama meddahlıkla, stand up’ı ve hikâye anlatıcılığını karıştırmamak gerekiyor. Ancak meddahlık, sadece omuza atılan peşkir ve meddahın sopasından ibaret değil. Giriş, gelişme ve sonuçtan oluşan ve mutlaka güncel olanla örtüşen, merakla geciktirim ve heyecan duygusu uyandırılan bir kurgu bütünlüğüne sahip. Günceli mutlaka içermesi gerekiyor, seyirci ya da dinleyicinin bütünleşebilmesi ve bir ders çıkartabilmesi için. Stand up’a rahmetli Ferhan Şensoy “fastfood komedi” diyor. Yani hafif güldürü, etkisi çabucak geçen… Eğlendirme önceliği var stand up’ın.
Oysa meddahlıkta güncel bir sorun bir hikâye kurgusu içine yerleştirilerek taklit ediliyor ve müzik, gerektiğinde dansla süsleniyor. Yani daha kalıcı bir oyun. Genelde klasik meddahlık, başında fes, elinde sopa, omuzunda peşkir gibi unsurlar kullanılarak bir hikâyenin anlatılması gibi yansıtılıyor hem sosyal medyada, hem de diğer medyada. Eğer meddahlığı gelenek olarak, bir müze mantığıyla, gelecek kuşaklara aktarmak istiyorsak bu şekilde yansıtılabilir. Ancak bu yeterli değil. Meddahlıktaki tiyatral unsurları dönüştürmek, değiştirmek, geliştirmek gerekiyor.
“100 küsur slaytla oyuna belgesel niteliği kazandırdım”
Örneğin ben hem “Kadın Olmak” adlı çalışmamda, hem de “Zilli Şıh” adlı meddah anlatımımda buna çok dikkat ettim. Kadın Olmak’ta 1 metreye 2.5 metre boyutunda parlak kırmızı şifonu 81 değişik formda kullandım. Meddahın peşkirinden, meddahlıktaki minimum araç-gereç düşüncesinden yola çıktım ama bambaşka bir şekilde kullandım. Kostüm olarak ne fes, ne cübbe, ne sopa, ne de şalvar kullandım. Siyah-kırmızı desenli uzun bir modern bir elbise-kostüm kullandım. Kadınların konumunu içeren karikatür ve resimlerden yüz küsur slaytla oyuna belgesel niteliği kazandırdım.
Yine Zilli Şıh’ta kostüm olarak siyah pantolon ve gömlek kullandım. Sopa ve peşkir hiç kullanmadım. Onun yerine hem türkülerime, hem de sözlerime eşlik eden tef kullandım. Türküleri seyirciyle birlikte söyledik. Hikâyenin içinde bazı durumları tefle kesintiye uğratarak seyirciyle söz konusu durumlar üzerine tartıştım. Yani seyirci beni oyuncu olarak değil, kendilerinin aşina olduğu bir hikâyeyi, taklitlerle anlatan bir sözcü olarak gördüler. Sözünü ettiğim gelenekten moderne uzanan yolda dönüştürmek, değiştirmekle bu tür unsurları kastediyorum.
Rugeş Demir: Meddahları ramazanda TV ekranlarında da görüyoruz
Meddahlıkla üniversite eğitimi sırasında tanışan Rugeş Demir de bugüne dek Türkiye’nin 25 ilinde gösteriler yapmış. Kendisini “günümüzün modern genç meddahı” olarak tanımlayan Demir, Türk Halk Edebiyatı alanında doktorasını sürdürüyor.
Meddahlık neydi, bugün ne oldu?
Rugeş Demir: Meddah dediğimiz kişi, her şeyden önce bir hikâye anlatıcısıdır. Meddah, tek başına bir topluluk karşısında dinleyicileri eğlendirmek için taklit ve canlandırmalar yaparak öyküler anlatır. Geçmişte meddahlar sanatlarını daha çok kahvehanelerde icra etmişlerdir. Kahvehaneler dışında saraylarda, şenliklerde, mesire yerlerinde veya halkın toplandığı boş bir arsada da meddahlar gösteriler icra etmiştir. Şimdilerdeyse özellikle ramazan ayında televizyon programlarında ya da çeşitli sahnelerde sergilerler.
Meddahlar anlattığı hikâyelerde genellikle yaşanmış olaylardan, çeşitli efsanelerden, tarihi vakalardan ve masallardan etkilenir. Bunun yanında meddah, güncel konuları, sosyal ve siyasal konuları da anlatabilir. Dolayısıyla meddahlar içinde yaşadıkları dönemin bir aynası gibidirler diyebiliriz. Meddahı meddah yapan unsurların başında da hikâyelerin sonunda dinleyicilere verdiği nasihatler gelir. Meddah, her hikâyenin sonunda, o hikâyeden çıkarılması gereken dersi anlatır.
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün müfredatında Türk tiyatrosuyla ilgili dersler de var. Üniversite eğitiminiz, meddahlığınıza nasıl bir katkı sağladı?
Rugeş Demir: Türk tiyatrosu konusunda aldığım akademik dersler, okuduğum kitaplar Türk kültürel değerlerin ne kadar önemli olduğunu, ne kadar zengin olduğunu ve geleneği icra etmeye çalışmanın ne derece kıymetli olduğunu anlamam ve kavramam açısından önemliydi. Bunun dışında aldığım, geleneğin günümüzdeki durumu ve geleceğiyle ilgili neler yapılması gerektiği konusunda önemli bilgiler aldık. Kastamonu Üniversitesi bünyesinde kurulan ‘Türk Halk Bilimi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde halk mutfağından halk hekimliğine, halk anlatılarında halk tiyatrosuna, çocuk oyunlarından halk inançlarına kadar pek çok kültür ögesi anlatılır ve ardından uygulanırdı. Meddahlık sanatını ilk orada icra etmeye başladım.
Yaşadığımız çağda meddah olmanın zorlukları neler?
Rugeş Demir: Sanal dünya dediğimiz bu ortamda eskiye yönelik kültürel değerleri aktarmaya çalışmak veya benimsetmek zor. Çünkü dijital bir ortamda doğup büyüyen ve gelişen insanları bu tür kültürel değerler artık cezbetmeyebiliyor. Dolayısıyla meddahlığın eski bir gelenek olması ve günümüz şartlarında eğlenmek için çok fazla seçeneğin bulunması elbette meddahlar için birer dezavantajdır. Bundan dolayı sık sık “meddahlık geleneği günümüzde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya” diyerek bu durumdan yakınıyoruz.
Evet, 21. yüzyıldayız ve artık bu mesleği icra eden temsilciler yok denecek kadar az. Günümüzde bu sanatlar sadece İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde bulunan tiyatro merkezlerinde ve üniversite bünyesinde kurulan “Türk Halk Bilimi” merkezlerinde icra edilmeye çalışılıyor. Onun dışında taşrada geleneği icra eden pek kimseye rastlayamıyoruz. Bunun temel sebebinin, bu işi gerçek manasıyla benimseyerek anlatan kişilerin azlığından ve hikâyelerin konu olarak hep aynı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.
“Eğlence kültürünün değişmesi son derece doğal”
Çünkü devir değişiyor, insan değişiyor, kültür değişiyor. Modern dünyanın getirmiş olduğu popülerlik nedeniyle eğlence kültürünün değişmesi de son derece doğal bir durum. Geçmişte kahvehanelerde sanatlarını icra eden meddahlar şimdi de televizyon, sinema ve internet dediğimiz ortamda yerini alabilir. Bir örnek verecek olursak; eskiden meddahlar hikâyeye geçmeden önce şu tarz kalıp ifadeler kullanırdı:
“Huzuru hazirun, cemiyet-i irfan, laindir, dinsizdir, münafıktır Şeytan. Şeytanın la’inliğine, dinsizliğine, Rahmanın birliğine dirliğine eyvallah…”
“Sühansazı gülistanı nezaket
Nihali goncesi bağı zarafet
Söyledikçe sergüzeşti, verir bezme letafet
Dinle imdi bende-i acizden bir hoş hikâyet”
Bu tarz kalıp ifadeleri günümüze uyarlayacak olursak da şu şekilde kullanılabilir:
“’Hak dostum hak’ diye başlayalım söze
İşte mendil, işte sopa, geçelim öykümüze
Meddah Rugeş anlatır her birinize
Kulak verin bu güzel hikâyemize”
Bu açıdan bakıldığında meddahlık sanatı, geleneksel kıyafetlerle ve yeni güncel hikâyelerle tekrardan seyirci karşısına çıkıldığı takdirde rağbet göreceğinden hiç şüphem yok.
“Hikâyeyi iyi anlatabilirsen herkes seni can kulağıyla dinler”
Bugüne kadar 50’den fazla gösteri yapmışımdır. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve huzur evlerinde olan yaşlı kitleye kadar her yaştan insanlara hikâyeler anlattım. Tüm bu gösterilerde edindiğim tecrübe ve vardığım sonuç şu oldu: “Eğer hikâyeyi akıcı, güzel ve komik bir şekilde anlatabilirsen hangi yaş, hangi kitle olursa olsun herkes seni can kulağıyla dinler.”
Kendi önerilerimi şu şekilde sıralayabilirim:
- Meddah hikâyeleri olarak pek çok örnek derlenebilir ve günümüz insanının zevk anlayışına göre güncelleştirilebilir.
- Meddahlık geleneğinin yaşatılması ve yayılması için elektronik ortamlarda daha sık programlar yapılabilir.
- Özellikle gençlerin ve çocukların meddahlığı yakından tanıması için meddahlık, çizgi filmlere ve sinema filmlerine konu edilebilir.
- Meddahlık geleneği ve sanatı üzerine akademik ortamda daha çok çalışma ve araştırma yapılması (kitap, makale, tez) teşvik edilebilir.
- Meddahlık geleneğiyle ilgilenen kişiler tespit edilebilir ve bu konuda bu kişilere istihdam sağlanabilir.
- Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin seviyesine uygun meddah hikâyeleri, eğitim aracı olarak kullanılabilir.
Meddah hikâyelerinde konu içeriği günün koşullarına göre güncellenir ve geleneğe ilgi duyan sanatçılar gelişen teknolojiye ayak uydurabilirse, meddahlık sanatının popülerleşeceğini ve pek çok alanda fayda sağlayacağını düşünüyorum.
Meddahların simgelerinden olan mendili ve sopayı sahnede nasıl kullanıyorsunuz? Bunlar ayrı ayrı anlam taşıyor mu?
Rugeş Demir: Meddahlık geleneğinin aksesuarı “peşkir” dediğimiz mendil ve “değnek” dediğimiz sopadır. Bu aksesuarlar meddahın vazgeçilmez iki aracıdır. Meddah seyircilerin dikkatini çekmek ve gürültü yapmak için bazen sopayı yere vurur. Bazen bu sopa bir saz, bazen bir at, bazen bir tüfek, bazen de bir kapı tokmağı görevi görür. Peşkiri ise sesini değiştirmek, terini silmek ve kılık değiştirmek için kullanır. Bu iki basit malzeme oyunda öylesine bir rol oynar ki sopa sopa olmaktan mendil de mendil olmaktan çıkar… Meddahlar sanatını icra ederken herkesin görebileceği yüksekçe bir yere çıkıp bir sandalye üzerine oturur ve sopayla mendilin yardımıyla öyküler anlatır. Meddah öyküsünü anlatmaya sopasını yere üç defa vurarak “hak dostum hak” sözleriyle ve bir tekerlemeyle başlar. Anlattığı hikâyeyi de “her ne kadar sürçü lisan ettikse affola” diye tamamlar.
Meddah hikâyelerinizi önceden mi oluşturuyorsunuz, doğaçlama mı yapıyorsunuz? Bu hikâyeler günlük yaşamdan mı kaynaklanıyor, yoksa tamamen hayal ürünü mü?
Rugeş Demir: Günümüzde meddahlık sanatını profesyonel veya amatör bir şekilde icra eden kişiler az olmakla beraber bu kişilerin anlattığı hikâyelerin çoğu da birbirine benziyor. Dolayısıyla eskiden beri söylenen ve yeni kuşak tarafından bilinen bu hikâyelerin artık dinlemediğini ve dikkat çekmediğini fark ettim. Meddahlık sanatına gönül vermiş biri olarak yeni hikâyeler kaleme almak istedim ve bu amaçla güncel konular üzerinden kurgular oluşturmaya başladım.
2021 yılında, COVID-19 salgını döneminde yeni 16 hikâye oluşturdum. Bu hikâyeler içerik olarak koronavirüs, eğitim sistemi, sosyal medyanın zararları, ailenin önemi ve meslek seçimi gibi konulardan oluşuyor. Günümüzde de bir okula gösteri yapmaya gittiğimde kendi yazdığım hikâyeleri anlatıyorum. Anlattığım hikâyeyi seyirci ilk defa duyduğu için hikâyenin sonunu merak ediyor ve hikâyeyi dikkatle dinliyor… Türkiye çapında şu an için yaklaşık 25 ilde gösteriler düzenledim. Daha önce gitmediğim şehirlere gitmeyi düşünüyorum. Gösterilerimde de oluşturduğum hikâyelerimi aktardım. İleriki dönemlerde de televizyona çıkma gibi bir hedefim var.
“Meddah, diğer tarzlara nazaran daha özgürdür”
Çok sayıda dizi, sinema ve tiyatro eserinden tanıdığımız Ahmet Yenilmez, meddahlığı turnelerle Türkiye’nin dört bir yanına taşımayı sürdürüyor. Son olarak geçen hafta Ürgüp’te bir meddah oyunu sahneye koyan Yenilmez, neden bu sanat dalını seçtiğini sorduğumuzda şunları söyledi:
- Efendim bendeniz 1979 yılında Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu (OBKT) deneme sahnesinde tiyatroya başladım. OBKT ülkemizde Haldun Taner geleneği üzerine inşa edilmiş bir tiyatro olduğu için daha ziyade köy seyirliklerine repertuarında yer veren bir tiyatroydu. Zaman içerisinde meddah tarzını kendime daha yakın buldum. Anlatmak istediğimi daha rahat anlatacak bir üslup olduğunu gördüm. Çünkü meddah, diğer tarzlara nazaran daha özgürdür, belki de bu özgür oluşu beni cezbetti.
Yenilmez de meddahlığın hikâye anlatıcılığından ibaret olmadığını düşünenlerden. “Öncelikle meddah anlatacağı hikâyeyi kendisi oluşturur ve yabancılaştırmalarla (taklit, tiplemeler) sahnede performans yapar” diyen Yenilmez, meddahın “toplumun anlayacağı dili, toplumun içerisindeki tipleri yakalamak ve yansıtmak zorunda” olduğunu vurguladı.
Dijitalleşme ile birlikte sadece meddahlık değil, hemen hemen tüm sahne sanatları için bir “sıkıntının” ortaya çıktığını belirten Yenilmez’e göre yine de “söz asla ölmedi ve ölmeyecek. Onun için sadece meddah değil, tiyatro, insanlık durduğu sürece varlığını sürdürecek.”
“Yeni hikâyeler, masallar üretmeliyiz”
Peki, meddahlık geleneğini bizden sonraki kuşaklara nasıl aktarabiliriz? Prof. Dr. Nurhan Tekerek‘in bu soruya verdiği yanıtla bitirelim:
- Öncelikle çocuklarımızla ilgilenmeli, onların anlattığı hikâyeleri dinlemeli, onlarla birlikte yeni hikâyeler ve masallar üretmeliyiz. Yani onlarla hayatı paylaşmalıyız. Onların yaratıcı güçlerini, hayal dünyalarını geliştirmek için kitap okuma, sosyalleşme ve birlikte üretme için oyun oynama geleneğini desteklemeli, dahası bizzat ilgilenmeliyiz. Onların yanında sürekli cep telefonu ve bilgisayarla meşgul olmamalıyız. Elbette çocuklar büyüdükçe bir biçimde bu dijital araçlarla ilişki kuracaklar. Ancak anne-baba olarak buna çocuk değil, çocuk pedagojisi ve çocuk psikolojisinden de yararlanarak bizler karar vermeliyiz.
- Z kuşağı dediğimiz yeni gençlerden beklentimiz büyük kuşkusuz. Ama şu soruyu da aileler olarak yeniden yeniden kendimize sormalıyız: “Biz çocuklarımız için; onların sanatlı, zengin, güzel yaşamaları için onlar adına ne yaptık?” Bu sorunun yanıtı bizde. Onları dinledik mi, onları insan yerine koyduk mu? Yalnızca çocuklarımızı değil, birbirimizi de dinlemeliyiz. Telefonlar ve bilgisayarlar, çılgınca tüketme… Kötü alışkanlıkları bir an önce sınırlamalı ve ‘insan’a değer vermeliyiz. Böyle bir yaklaşımı hayata geçirdiğimizde elbette insanımız kendi kültürünü de, dünya kültürünü de, kendini de, çevresini de önemseyecektir. O zaman yalnızca meddahlık değil, tüm geleneksel kültür ve modern kültürü kavrayacaktır kendiliğinden insan. Tiyatro alanında somut olarak ne yapılabilir? Bu çok uzun bir konu. Dizi kültürsüzlüğü, basit tv programları, kendini sosyal medyada teşhir-pazarlama ve cehaletten kurtulduğumuzda belki tiyatroyu ve dahi meddahlık ve modern meddahlığı önce mevcut kuşağa, sonra gelecek kuşağa aktarmak daha kolay olacaktır.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KÜRT SÖZLÜ EDEBİYATINDA KİLAM VE STRANLAR:
Dijital çağda dengbêjlik: Bellek kendini cihazlara teslim etti, divanlar artık çevrim içi