20. yüzyıldaki en önemli endüstriyel gelişmelerden biri de emek süreçlerinin otomasyonu ve daha fazla teknolojiye dayanır hâle gelmesiydi. 21. yüzyılda ise yapay zeka ve robotlar, alışıldık tüm emek süreçlerinin hızla dönüşmesine neden oluyor.
Özellikle de robotlar, fiziki varlıkları gereği, insanın yerini alacağı düşünülen yeni üretim özneleri hâline geldi. Peki tek mesele bu mu? Geçtiğimiz yıllarda aralarında Bill Gates ve Nobel ödüllü ekonomistlerin de olduğu birçok kanaat önderi, robot emeğini tartışmaya açtı. Kimileri robotların vergi vermesi gerektiğini söyledi, kimileri onları insanlığın geleceği için bir fırsat olarak tanımladı.
Peki Türkiye’de robot emeğine nasıl bakıyoruz? Kognitif (bilişsel) süreçlere dayanan gazetecilik, akademi gibi alanlarda robotların hâkimiyeti ne gibi etik, politik ve finansal sonuçlar yaratır? Akademisyenler, gazeteciler ve meslek örgütü temsilcileri robotların kuşattığı üretim süreçlerine nasıl bakıyor? Akademik araştırmalar bu alanla ilgili neler söylüyor?
Journo olarak bugüne kadar konuyla ilgili pek çok içerik yayınladık. Bu içerikler ya önemli portallarda çıkmış yazıların çevirileriydi ya da Türkiye’de kognitif emek ve gazetecilik alanında çalışan kişilerce yazılmışlardı. Bu yeni dosya kapsamındaki bir dizi içerikle de meseleyi iki temel boyutuyla ele almaya çalışacağım. Bu boyutların ilki meselenin emek boyutu, ikincisi ise robotların insan-robot ilişkileri bağlamında süren etik tartışma.
Robotlar işimizi elimizden alacak mı?
Söz konusu robot emeği ve robotların insanların endüstride insanların yerini alması olduğunda konuyla ilgili yazılmış belli başlı yazılara ve akademik çalışmalara bakmakta fayda var.
Adi Gaskell, Forbes’ta yayınlanan ve robotların emek alanına yapacağı etkiyi ele aldığı yazıda London School of Economics tarafından yapılan bir araştırmaya ve National Bureau of Economic Research tarafından yapılan bir diğer araştırmaya değinip şunları yazıyordu:
“Endüstriyel robotlara en çok yatırım yapan sektörler, her bir robotun yaklaşık altı insan çalışana denk gelmesiyle daha düşük istihdam düzeylerine sahipler. Bununla birlikte, araştırmacılar bu istatistiklerin yok olmakta olan işlerin bir işareti olarak görülmesini ya da bu teknolojik dönüşümün yeni bir şey olarak algılanması gerektiğine işaret ediyorlar. Zira, insan emeğinin makinelerce ikame edilmesi yeni bir durum değil. Bu süreç 200 yıldır devam ediyor ve hâlâ çok sayıda iş var.”
Gerçekten de dönüşen sektörler ve insan ihtiyaçları yeni işlerin ortaya çıkmasını, popülerleşmesini ve bunların gelir bağlamında verimli hâle gelmesini sağlıyor.
Hangi işler insanlara, hangileri robotlara?
Bir robotun emeğinin altı insanı ikame etmesi öylece ortaya atılmış bir grafik değil. Maliyetler açısından bakıldığında, Robotics Business Review’de yayınlanan bir makaledeki grafiğe göre robotların saatlik çalışma maliyetleri ABD, Almanya ve Çin’deki insan emeği ücretleri göz önüne alındığında geçen on yıllar içerisinde gözle görülür bir düşüş içerisinde.
1960’larda insan emeğine göre oldukça pahalı olan robot emeği bugün Almanya’da insan emeğinin yaklaşık yüzde 16’sı gibi bir maliyete sahip. Üstelik robotların operasyon kapsamı küçüldükçe maliyet iyice küçülüyor ve ortaya sıradışı bir kârlılık çıkıyor. Bu bağlamda Çin’in emek arzı bile otomasyon karşısında tehlike altında olarak tanımlanabilir.
Ancak burada önemli bir detayı dile getirmekte fayda var: Robotlar hâlâ hem hareketleri hem de işlevleri bakımından birçok sınırla birlikte kullanılıyorlar. Robotların, herhangi bir insanın görebileceği işlevi kolayca görmesini beklemek zor. Zaten, birçok üretici bunun farkında ve buna bağlı olarak el emeğine bağlılıkları sürüyor. Bilisşel emek temelli sektörlerde de duygusal karar verme gibi nitelikler hâlâ fazlasıyla gerekli.
Endüstriyel alanda robot emeği tartışması da şu an bu gerçeklik göz önüne alınarak şu soru etrafında yürütülüyor: Hangi işleri insanlar yapmaya devam etmeli ve hangi işler robotlara devredilmeli? Devletler ise, robotların ekonomi alanına getireceği etkiyi doğal olarak kendileri için önemli bir kalem olan vergiler ve toplumda işsizliğin yaratacağı etki bağlamında tartışıyorlar. Hatta Güney Kore, robotlara yönelik vergi uygulayan ilk ülke olarak tarihteki yerini aldı bile.
Bu tür uygulamaların, özellikle robot emeğini hâkim kılacak olan pazarlarda artacağına şüphe yok; ama elbette kimi pazarlar insan emeği sömürüsünün işlevselliğinden ve kârlılığından vazgeçmeyecektir.
Ancak robotların emekleri vergilendirse de, kâr odaklı kimi işverenler şimdilik otomasyonu çare olarak görmese de hepimizin içinde “acaba bir robot yerimi alır mı” endişesi var. Hatta bu endişeye ilişkin sorgulamalar o kadar çoğalmış ki BBC gibi kurumlar ilginç bir veri görselleştirme örneğiyle sorunun yanıtını oyunlaştırıp önümüze koydu bile.
Bu risk, örneğin yazar ve çevirmenler için %33 oranındayken, gazeteciler için %8, akademisyenler için %3 olarak görünüyor. Yani bilişsel ve duygusal emeğe dayalı alanlarda “şimdilik” büyük bir risk görünmüyor. Ama aşçıların %73 ve güvenlik görevlilerinin %89 oranıyla dahil olduğu birçok meslek grubu için risk olduğu görülüyor.
İnsan ve robot: İlişkinin karanlık boyutu
Robot-insan ilişkileri ise bana kalırsa emek yönüne göre işin çok daha karmaşık bir kısmı. Robotlar biçim olarak edebiyat ve sinemada çoğu zaman insan olarak kurgulanıyor. İnsan bedeninin idealize edilmiş formuna en yakın robotlar, Westworld ve benzeri birçok bilim kurguda görülebiliyor.
Üstelik robotları yalnızca bilim kurgularda değil, gerçek yaşamda da cinsel arzuların tatmini için kullanmaya başladı insanlar. Ve bu da doğal olarak robot etiği alanında çalışan insanlar arasında önemli bir tartışma konusu hâline geldi. De Montfort Üniversitesi’nde Robot Etikçisi olarak çalışan Dr. Kathleen Richardson, konuyla ilgili endişelerini şu şekilde dile getirdi:
“Bu tür robotların yaratılmasının erkekler ve kadınlar, yetişkinler ve çocuklar, erkekler ve erkekler, erkekler ve kadınlar arasındaki zararlı ilişkilere katkıda bulunacağını düşünüyorum.”
Kendisinin de araştırmaya başladığında bu tür robotların zararsız olduğu ve gerçek kadın ve çocuklara olan saldırganlığı azaltacağını düşündüğünü belirten Richardson, araştırmalarının tam tersi bulgularla sonuçlandığını ifade etmişti. Tıpkı Richardson gibi İsveçli bir profesör olan Erik Billing, insan-robot ilişkilerinin bilinmeyen etkilerine dikkat çekmiş ve aynı zamanda Richardson’ın da yer aldığı seks robotu karşıtı kampanyaya katılmıştı.
Ancak insan robot arasındaki ilişkinin boyutu cinsellikten ibaret değil. Zira, robotlarla insanlar arasında robotların bedeni üzerinden üretilen hiyerarşiler ve hegemonik ilişki türleri, tıpkı cinsel boyutta olduğu ve Richardson’ın dile getirdiği üzere insanların kendi türüne ve başka türlere karşı saldırganlığının artmasına neden olabilir.
Robotların saldırganlığı demişken, elbette robotların savaş teknolojileri olarak kullanımını gözardı edemeyiz. Türkiye’de İHA’lar üzerinden uzun süredir devam eden savunma sanayii hamlelerinin benzerlerinin, hatta çok daha ileri türlerinin dünya genelinde kullanılmakta olduğu bir sır değil.
Slow motion of MITs Cheetah 3 robot jumping 30 inches (76 cm). pic.twitter.com/QaK78eOQwB
— world_of_engineering (@engineers_feed) July 15, 2018
Aynı şekilde robotların, tıpkı uzaya çıkma meselesinde olduğu üzere, bir tür teknolojik savaşın göstergeleri olarak ülkeler arasında yarıştırıldığı ve kimin Star Wars evrenini andıran biçimde ilk robot ordusunu kurabileceği sorusunu sorduran bir yarışa konu olacaklarını tahmin etmek ya da görmek çok da zor değil.
Tam da bu nedenle, artık robotların yükselişini çok daha geniş kapsamlı, sosyal bilimlerden fen bilimlerine geniş bir alanda incelemek ve etkilerini hepimiz açısından tartışmak şart. Zira 21. yüzyılın sonuna doğru savunmadan toplumsal cinsiyete her alanda robotlarla ilgili daha çok konuşacağa benziyoruz.