Önce sayısal veriler:
Resmi verilere göre sayıları 2 milyon 800 bin. Araştırmacılar “yaklaşık 3 milyon” diyor.
Bu nüfusun sadece 10’da 1’i kamplarda.
Türkiye’de doğanların sayısı (kayıtlı) 160 bin.
Ardından bundan sonrasına ilişkin kestirimler:
‘Misafirliği’ yıllara yayılan bu nüfusun büyük oranda kalıcı olduğunu bize alanda çalışan akademisyenler söylüyor; onlara kulak verelim:
Prof. Dr. Ayhan Kaya: Savaşta ailesinden ya da yakın çevresinden birini kaybedenler Suriye’ye geri dönmeyi düşünmüyor. İstanbul’da görüşülen Suriyelilerden sadece %1’i Avrupa’ya gitme hayali kuruyor.
Doç. Dr. Ulaş Sunata: Göç araştırmaları, bize böylesi göç hareketlerinde gelen nüfusun %60-%70’inin kalıcı olduğunu gösteriyor.
Doç. Dr. Murat Erdoğan: Orta vadede, Türkiye’deki doğumların sürmesi ve aile birleşmeleri gibi sebeplerle nüfus artışı sürecektir. Önümüzdeki 10 yılda Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı 5 milyonu bulacaktır.
Ve bir durum saptaması: Cumhuriyet tarihinin en büyük göç hareketiyle karşı karşıyayız.
1923-2011 yılları arasındaki tüm göçler toplandığında Türkiye’ye gelenlerin sayısı yaklaşık 2 milyon. Sadece son 5 yılda gelen Suriyelilerin sayısı bile bu sayıdan yaklaşık %50 fazla. Bu, göçün sayısal boyutu. Bir de elbette sosyo-kültürel boyutları var. Uzmanlar özellikle Balkanlardan Anadolu’ya yönelik göçlerin, gelenlerin çoğunlukla Türkçe konuşuyor olması, kültürel özellikleri ve eğitim düzeyleri nedeniyle öncelikle topluma uyum sağlama, ardından sosyo-ekonomik gelişim çıtasını yukarıya çekme yönünde olumlu katkı yaptığı yönünde hemfikir. Oysa ardında toprağını, evini, yer yer sevdiklerini bırakıp, sırtına savaşın travmalarını yüklenip gelen nüfusun büyük çoğunluğu başta dil bariyeri ve eğitim yoksunluğu olmak üzere büyük yoksunluklarla dâhil oldu Türkiye nüfusuna.
Profesör Doktor Selçuk Şirin, Türkiye’de okul çağındaki Suriyeli çocuk ve genç sayısının yaklaşık 756 bin olduğunu, bunların sadece %10’unun devlet okullarında eğitim aldığını belirtiyor. Geçici eğitim merkezlerinde eğitim alanlarla birlikte bu oran ancak %40’a yükseliyor. Yani yüz binlerce Suriyeli çocuk, eğitim olanağından (yıllardır) yoksun durumda.
‘Misafirlik’ sona erdi, gerilimler arttı
Şubat ayında yürürlüğe giren bir genelge ile Suriyelilere belirli bir kota çerçevesinde çalışma izni verildi. Doçent Doktor Murat Erdoğan, nisan sonu itibariyle Türkiye’de çalışma yaşındaki yüz binlerce Suriyeliden, izinli çalışanların sayısının yaklaşık 10 bin olduğunu söylüyor. Oturduğumuz binaların inşaatında, yediğimiz ürünün yetiştiği tarlada, giydiğimiz pantolon ya da gömleğin dikildiği atölyede çalışan Suriyelilerin büyük çoğunluğu hâlâ kayıt dışı. Özellikle küçük işletmeler ucuza ve güvencesiz çalıştırabildikleri Suriyeli işçilerden memnun. Ancak diğer işçilerin yevmiyelerinin yarısı, hatta zaman zaman 3’te 1’i para kazanan Suriyeli işçiler ile onların emek piyasasına girişiyle birlikte işinden olanlar arasındaki gerilim artıyor. Suriyeli nüfusun emek ve konut piyasalarına etkisi yavaş yavaş hissedilmeye başlıyor.
Vatandaşlık haklarından mahrum olan ve geçici bir koruma şemsiyesi altında yaşayan bu büyük nüfusun en zayıf halkası ise kadınlar ve çocuklar. Emek pazarına eklemlenmeyen ve metropollerde hayatını sürdürmek zorunda kalan bu kesim her türlü istismara açık halde yaşıyor. Savaşın travmalarının üzerine bir de geldikleri yerdeki travmalar ekleniyor. Kısacası ‘misafirlik’ uzadıkça hem Suriyelilerin ihtiyaç listesine eğitim, istihdam gibi yeni kalemler ekleniyor, hem de ev sahibi toplum ve çoğu artık kalıcı hale gelen ‘misafirler’ arasındaki gerilim artıyor. ‘Misafirlik üç gündür’ diyenlerin sayısı katlanıyor, toplumda da Suriyelilere dönük tepki, ötekileştirme ve stereotipleştirme artıyor.
Suriyelileri ‘görmek’
Tüm bu veriler ışığında bakınca kısa vadede göçmenlerin yaşadığı sorunların orta-uzun vadede toplumun tamamını farklı derecelerde etkilemesi kaçınılmaz. Ancak birçok sorunda olduğu gibi, Suriyelilerin Türkiye’ye entegrasyon sorunu da şimdilik halının altına süpürülüyor. Oysa kısa bir süre sonra bu nüfusa –zorunlu olarak- vatandaşlık verilmesini tartışıyor olacağız. Onların emek, konut piyasalarına etkisi gibi siyasal yaşantımıza eklemlenmesini de konuşacağız.
Bu noktada temel soru -Doçent Doktor Murat Erdoğan’ın dediği gibi- “şu aşamada Suriyelilerden nasıl kazanç sağlarız?” eşiğini çoktan aştı. Artık, “kaybı nasıl en aza indiririz?” noktasındayız. Bunun için onları ‘görmek’, sorunlarla yüzleşmek gerekiyor. Onları ‘görünür kılmanın’ en önemli aracı da medya.
Öncelikle yöneticisinden, çalışanına, medya mensuplarının da bu sıradışı göç gerçekliğiyle ve Türkiye’de artık (oldukça dezavantajlı konumda) bir Suriyeli nüfus olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi gerekiyor. Onları sınırdan toplu giriş yapan ya da kamplarda yaşayan bir ‘yığın’ olarak göstermekten vazgeçmenin zamanı geldi; çünkü onlar artık Türkiye’nin dört bir yanına dağıldı.
İstanbul Valisi’nin açıklamasına göre, kentte 500 bin Suriyeli yaşıyor; İstanbul, Türkiye’nin en kalabalık Suriyeli kenti. Kilis’te nüfusun çoğunluğu artık Suriyeli. Urfa’da 400 binden, Hatay ve Gaziantep’te 300 binden fazla Suriyeli yaşıyor. Dolayısıyla, Türkiye’deki Suriyelilerden bahsederken kamplarda yaşayanların imajları artık sadece azınlığın temsili. Muhabirlerin, kameramanların ve foto-muhabirlerinin girmesi gereken yerler, bahsi geçen kentlerin çeperlerindeki (göreli) ucuz konut alanları, atölyeler, iş yerleri. Kontrollü basın turlarıyla kamplara gidip sadece misafirlerin konforunun ne kadar yerinde olduğu yönünde haberler yapmanın zamanı çoktan geçti. Artık kalıcı olan bu nüfusun metropollerdeki sorunlarına eğilme zamanı.
Medya, toplumda Suriyelilere karşı uyanan, olumsuz tavrı yok etmek için katalizör görevi görmeli. Bunun için çok özel uğraşlara da ihtiyaç yok; başlangıç için onları dinlemeliyiz. Öykülerini eğip bükmeden, olduğu gibi anlatmalıyız. Sadece yoksulluk, yoksunluk ve travmalarla değil, savaştan kaçarak geldikleri bu ‘yabancı’ ülkede nasıl hayatlar yeşerttiklerine, başarılarına, çabalarına ve ısrarlarına da tanıklık etmeliyiz. Ve bunu yaparken belki onların ‘dillerinden’ konuşacak aracıları da medyaya entegre etme zamanı geldi. Suriye’den Türkiye’ye gelenler arasında çok sayıda yetenekli medya profesyoneli de var; her geçen gün işsiz kalan gazetecilerin bulunduğu medya sektörü için belki naif bir hayal olarak görülebilir ama; Suriyeliler arasındaki medya mensuplarına da istihdam sağlanabilmeli; gazetecilik örgütleri onları da dayanışma ağlarına katabilmeli. Türkiye’de çalışan dört Suriyeli gazeteci IŞİD’le bağlantılı olarak gerçekleştirildiğinden şüphelenilen saldırılar sonucu öldürüldü. Onların ölümü de bu ülkede gazetecilerin can güvenliğine yönelik tehditlere karşı oluşan tepki ağının içinde yer bulabilmeli.
Ana akım ya da alternatif medya organları bu konudaki ataletten kurtulmaz ya da üç maymunu oynamaktan vazgeçmezse, bir süre sonra Suriyelilerle ilgili haberler ancak gazetelerin 3. sayfalarına ya da bültenlerin polis-adliye kuşaklarına sıkışıp kalacak çünkü.