Haber

1894 İstanbul depremi: Gazetelerdeki komplo teorileri, sansür ve propaganda

Gemi sondajları 19. yüzyıl sonunda ABD'de başladı (sol üstte). Sultan 2. Abdülhamid, büyük yıkıma neden olan 1894 İstanbul depremi (sol altta) sonrasında sansürü sıkılaştırdı.

1894 yılındaki İstanbul depremi, Türkiye basın tarihi için de bir milattı. Bir gazete, Marmara Denizi’nde sondaj yapan yabancı bir geminin depreme neden olduğunu savunmuş, Sultan 2. Abdülhamid tekrar deprem olacağını iddia eden yabancı yayınları yasaklamıştı. Türkçe gazeteler de “yanlış zelzele haberleri” nedeniyle ceza aldı.

Tercüman-ı Hakikat gazetesi ölümcül yıkımı görmeyip yardımlar nedeniyle padişahı övüyor, sahibi de eleştirel yayın yapan habercileri saraya jurnalliyordu. İkdam gazetesi bir dizgi hatası yüzünden deprem günü kapatıldı. Sansasyonel iddialarla basına konu olan Avrupalı bir “bilimadamı” ise İstanbul’daki depremi Güneş’e bakıp tahmin edebildiğini öne sürüyordu.

Marmara Denizi’nde, 10 Temmuz 1894 saat 12.24’te, merkez üssü İzmit açıkları ve büyüklüğü 7.0 olarak tahmin edilen bir deprem ve ardından 1,5 metre yüksekliğinde tsunami oluştu. Kayıtlara göre İstanbul’un yanı sıra Yalova, Sapanca ve Adapazarı gibi Doğu Marmara yerleşimlerinde 1.349 kişi öldü. İstanbul’da Kapalıçarşı başta olmak üzere çok sayıda bina yıkıldı veya ağır hasar aldı.

Anadolu’nun tümünde ve hatta Girit’te bile hissedilen, İngiltere’den Rusya’ya çok geniş bir alandaki sismografların kaydettiği 1894 İstanbul depremi bu yüzden dünyada da yankı yarattı. Afet sonrasında Osmanlı Devleti’nin yurt çapındaki ilk resmi yardım kampanyasıyla birlikte dünyadaki ilk uluslararası bağış kampanyalarından biri de bu vesileyle düzenlendi. ABD’den Sırbistan’a birçok ülke Türkiye’ye yardım gönderdi.

Uzmanlar, bu afetin, Türkiye’de depremin bilimsel yöntemlerle incelenmesi ve afetlere karşı etkin önlemler alınması için bir milat olduğunu da vurguluyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü, tarihçesinde, Sultan 2. Abdülhamid’in davetiyle İstanbul’a gelip incelemelerde bulunan Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis başkanlığındaki bilim heyetinin yazdığı raporu anlatıyor. Bu raporun ardından Osmanlı Devleti de ilk kez sismik ölçüm cihazlarını almış; bunlardan biri Rasathane-i Amire’ye, diğeri de padişahın konutu olan Yıldız Sarayı’na yerleştirilmişti.

1894 İstanbul depremi, Türkiye’deki tarihi depremler arasında elde en çok kayıt bulunan afetlerden biri. Osmanlı devlet raporlarının ve sivil tanıklıkların yanı sıra dönemin gazetelerinde çıkan haberler de depremi ve sonrasında yaşananları ayrıntılarıyla öğrenmemizi sağlıyor. Bu haberlerde, bugünü andıran birçok unsur da bulunabiliyor. Örneğin depreme dair komplo teorileri ve asılsız bilgiler

“Sondaj gemisi yaptı” iddiası ve 1894’ün deprem kâhini

Arşiv uzmanı Orhan Sakin’in dün akşam Vav TV‘de yayımlanan “Doğu’dan Batı’ya Tarih” programındaki ifadesine göre, 1894’te Viyana’da çıkan bir gazetede, İstanbul depreminin sebebiyle ilgili asılsız bir iddia yer almıştı.

Bu habere göre o dönemde yeni icat edilen deniz sondaj aletini Marmara Denizi’nde kullanan yabancı bir geminin çalışması sırasında sıcak kum çıkarılmıştı. Gemidekiler bunun üzerine “neredeyse magmaya ulaşacağız” endişesiyle çalışmayı durdurmuş, ancak deprem yine de tetiklenmişti! Bu asılsız habere göre geminin sahibi vicdan azabı çekip İstanbul’daki depremzedelere büyük bir bağışta bulunmuştu.

Dönemin deprem kâhini ise Osmanlı belgelerinde sadece “Mösyö Novak” olarak geçen, Batılı kaynaklardan isminin Josef Nowack olduğu saptanan Avusturyalı bir kimya profesörüydü. Uzmanlık alanının dışında çalışmalar yapmaya başlayan ve Avrupa’daki tabloid gazetelerde haberleştirilen Nowack, Sultan 2. Abdülhamid’e yazdığı mektupta 1894 İstanbul depreminin olacağını önceden bildiğini iddia etti.

Güneş yüzeyinde oluşan lekelere ve abrus precatorius adlı bir bitkide meydana gelen değişimlere bakarak depremleri tahmin edebildiğini savunuyordu Nowack. Bunların depremle bir bağlantısı olmadığını bugün biliyoruz. Nowack’ın, 1894 ağustosunda ve 1895 nisanında İstanbul’da yeni depremler olacağı iddiasının tutmadığını da…

Afetin ardından Osmanlı Devleti, “İstanbul’da tekrar deprem olacak” gibi ifadelerin yer aldığı yabancı gazetelerin Türkiye’ye girişini yasakladı. Sultan 2. Abdülhamid basını yıllardır çok sıkı bir denetim altında tutuyordu. Sansür memurlarının onaylamadığı bir gazete, yasal olarak dağıtılamıyordu. Zaten çoğu gazete, ekonomik açıdan bağımlı oldukları oldukları padişahı övmekten başka bir şey yapmıyordu. Buna rağmen deprem günlerinde yetkililerce kapatılan Türkçe gazeteler de olmuştu.

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı ve Tarih Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan’ın Gazete Duvar’da 2021’de yayımlanan yazısından ilgili bölümler, 1894 depremi sonrasında İstanbul basınındaki sansür, otosansür ve propagandayı şöyle anlatıyor:

Tercüman-ı Hakikât’e göre devlet görev başındadır!

Depremin ertesi günü yayımlanan Tercüman-ı Hakikât gazetesi, ilk yazısına ölenlere değil, padişahın sağlığına dua ederek başlamıştır. Gazetede, padişahın ve onun devletinin halkın yardımına hemen nasıl yetiştiği özenle anlatılır. Padişah, zelzelenin ardından, kentin çeşitli yerlerine görevliler göndererek inceleme yaptırmıştır. Diğer yandan, Şehremaneti ve Zaptiye Nezareti memurlarını da hasarlı binalardan halkı uzaklaştırmak, tehlikeli olanları yıkarak halkın yaralanmasını önlemek, halkın rahatını sağlamak için önlem almak ve yaralıları tedavi ettirmek için görevlendirmiştir. Yaralılar padişahın emriyle hastanelerde tedavi altına alınmıştır. Bunu gören halk, padişaha dualar etmiştir. Devlet görev başındadır!..

1894 İstanbul depremi sonrası Edirnekapı’nın Suriçi’nden görünüşü. Telgraf memuru Agâh Efendi’nin özenle tuttuğu 12 yapraklık notlar, deprem ve tsunami sonrasında semt semt durumu tarif ediyordu. Bu notlarda 2. Abdülhamid’in başlattığı yardım kampanyasına dair bilgiler de var. Kaynak: Tarih Dergisi

Devlet görevlileri yardım yarışına girdi, basın isim isim yayımladı

Depremden birkaç gün sonra, gazeteler hasar ve can kaybı konusundaki haberleri bir kenara bırakarak devletin halka yardım etmek konusunda ne kadar etkin olduğunu anlatan haberleri vermeye başlamıştır. Deprem sonrasında 2. Abdülhamid’in başkanlığında ve Şehremaneti içinde “İane-i Musâbîn Komisyon-u Âlisi” oluşturulmuştur. İlk yardımı 2. Abdülhamid 1.000 lira ile başlatmıştır. Ayrıca “şehzadegân ve selâtin-i azam” için de 500 lira vererek, toplam 1.500 lira yardım yapmıştır. 2. Abdülhamid’in yardımları ilerleyen günlerde de devam etmiştir. Muhtaçların gittikçe artması üzerine 2. Abdülhamid, 5.000 lira daha vermiştir.

Zelzele sonrasında ülkenin her vilayet ve sancağında bir yardım seferberliği başlamış, yardım defterleri açılarak para toplanmıştır. Bu paralar, yardım komisyonuna ulaştıkça resmî bir ilan şeklinde hangi vilayetten, kurumdan veya kişiden, ne kadar (kuruş-para) yardım yapıldığına ilişkin alt alta listeler halinde gazetelerde yayımlanmıştır. Devlet görevlileri adeta bir yardım yarışına girmişlerdir. Yıl sonunda, 28 Aralık 1894’te toplanan para miktarı 8.287.399.11 kuruşu bulmuştur. Bu konudaki özellikle yabancı kişi ve kurumların yardımları, gazete haberleri hâline dönüşmeye başlamıştır. Zelzeleye ilişkin haberler, toplanan ve dağıtılan yardımların yanı sıra, 2. Abdülhamid’in ne kadar şefkatli olduğunu belirten haberlere dönüşmüştür. Ayrıca yaraların ne kadar hızlı sarıldığına ilişkin haberler sıkça yer almaya başlamıştır.

Gazeteler karaborsaya düştü, bir dizgi hatası İkdam’ı kapattırdı

Deprem yalnızca devlet işlerini değil, sivil yaşamı da etkilemiştir. Deprem sırasında bazı gazetelerin matbaaları zarar gördüğü, çalışanların yakınları yaralandığı için yayınlarına ara vermek zorunda kalmışlardır. Deprem, halkın habere olan ihtiyacını, dolayısıyla da gazeteye olan ilgisini olağanüstü artırmıştır. Ama bu arada gazeteler karaborsaya düşmüş, fahiş fiyatla satılamaya başlamıştır. Örneğin, Sabah gazetesi, gazetenin matbaadan 7,5 paraya çıktığını, 2,5 paranın müvezzilere verildiğini, dolayısıyla 10 paraya satılması gerektiğini, halbuki piyasada 20, 30 ve 40 kuruşa kadar satıldığını haber aldıklarını yazar.

Depremden yalnızca beş gün önce, yeni bir gazete “İkdam” adıyla yayımlanmaya başlamıştır. Deprem günü yayımlanacak altıncı sayısı bir gece önce sansür memuruna gönderilmiş, oradan emredilen düzeltmeler ve çıkartmalar yapılmıştır. Ancak bu işlem yapılırken bir dizgi hatası sonucu, bir başka cümledeki “Mösyö” kelimesi olması gereken yerden kalkıp padişahtan söz edilen cümlenin başına gelmiş ve cümle “Mösyö Cenâb-i Şehriyâri” olmuştur. Bu tür bir yanlışlık gazetenin süresiz kapatılması için yeterlidir.

Gazetenin yazı kurulu üyeleri de bunu bildiği için, her an bir sansür memurunun gelip gazeteyi kapatmasını beklerken zelzele olmuş, İstanbul karışmıştır. Sevinsinler mi üzülsünler mi onlar da şaşırır. Zira bu kargaşada “hata fark edilmez, fark edilse bile sansür memuru gelemez, gazete çıkmaya devam edebilir” diye düşünürler. Ama o kargaşa arasında, sansür görevi yapan Matbaa İdaresi’nin görevli memuru gelerek gazetenin kapandığına ilişkin yazıyı tebliğ eder. İkdam, süresiz olarak kapatılır.

Deprem bile bir gazetenin, bir sözcük yanlışlığı yüzünden kapanmasına engel olamamıştır. İkdam’ın yaklaşık bir ay sonra “aff-ı şâhâneye mazhar” olarak, 8 Ağustos’ta yayımlanmasına izin verilmiştir. Gazetenin uzun aradan sonra yayımlandığı ilk gün, padişaha yazılan övgü dolu özür yazısı, doğrusu okumaya değer!

[Journo’nun notu: 2. Abdülhamid 30 yıl boyunca askıya aldığı Anayasa’yı 24 Temmuz 1908’de yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve 2. Meşrutiyet ilan edildi. O gece İkdam‘ın sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah‘ın sahibi Mihran Efendi, gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını geri çevirdi. 1876’dan beri süren sansürün bittiği 24 Temmuz daha sonra “Basın Bayramı” ilan edildi.]
Fransa’da yayımlanan pazar gazetesi Le Journal Illustré’nin 1894 İstanbul depremini duyuran kapağı. 1864’te kurulan bu gazetenin yayın hayatı 1899’da son bulmuştu.

Deprem sonrasında gazeteler sayfa sayılarını düşürmüştür. “Karşı gazeteleri” olarak anılan ve yabancı dilde basılan Monitor Oriental ve Konstantinopolis yayımlanamamıştır. Yayımlanabilen gazeteler ilk günlerin karmaşası içinde zelzele haberlerini verebilmişlerdir. Ancak birkaç gün sonra hasar ile ölü ve yaralı konusunda haberler, önce ikinci ve üçüncü sayfalara düşmüş, ardından da yazılmaz olmuştur. Bu haberler yerini, padişahın “yardım ve şefkat” faaliyetlerine bırakacaktır.

Bazı gazeteler “yanlış zelzele haberleri” nedeniyle kapatıldı

İkdam gazetesi zaten bir yazım yanlışının kurbanı olarak, depremin olduğu gün süresiz kapatılmıştır. Bazı gazeteler ise deprem haberlerini “doğrulamadan” verdikleri için kapatılmıştır. Bazı kaynaklar Sabah gazetesinin zelzele haberleri nedeniyle süresiz kapatıldığını yazarlar. Oysa Sabah gazetesi 14 Temmuz Cumartesi bir günlük kapatma cezası nedeniyle yayımlanmamıştır.

Ama aynı gün birden fazla gazete “yanlış zelzele haberleri” nedeniyle ceza almıştır. Sabah gazetesinin kapatılma gerekçesi Rumca yayımlanan Konstantinopolis’ten inceleme ve doğrulama yapmadan aktardığı bir haberdir. Haberin kaynağı Konstantinopolis gazetesi ise bir hafta süreyle kapatılmıştır… [Journo’nun notu: Osmanlı Devleti’nin asılsız ilan ettiği o habere göre İstanbul’daki Kara Harp Okulu’nda deprem nedeniyle 3 kişi ölmüş, 22 kişi yaralanmıştı.]

Gazeteciler birbirini jurnalledi, dergiler de otosansür uyguladı

Ayrıca zelzele haberleri konusunda bazı yanlış bilgiler verdiği gerekçesiyle kimi gazeteler de uyarı cezaları almışlardır. Bunlardan biri deprem günü baskı yapan neredeyse tek gazete olan Nie Pitorisis‘dir. Yanlış haberlerin gazete kapattığı bir ortamda, 2. Abdülhamid’in yarı-resmi sözcüsü durumundaki Ahmet Mithat Efendi‘nin yönetimindeki Tercüman-ı Hakikât, bu tür haber yayımlayan gazeteleri, açık bir şekilde “jurnal” edecektir.

2. Abdülhamid Dönemi’nin bir özelliği de sansürün yanı sıra oto-sansürün olmasıdır. Aslında bu, bütün otoriter rejimlerin özelliğidir. Gazeteler, kısa sürede yönetimin rahatsızlık duyabileceği haberleri anlayacak ve yayımlamayacaklardır.

Dönemin popüler bilim dergilerinde ise birkaç istisna dışında zelzeleye ilişkin tek satır bile yer almadığı görülür. Bu konudaki ilk istisna, Malumat Dergisi’nde arkası gelmeyen yazı dizisidir. Amacı bilimsel konuları vülgarize ederek işlemek olan dergiler, bu görevlerini yerine getirememişlerdir. Örneğin Hazine-i Fünun‘da tek satır yazı yoktur. Mektep Dergisi deprem sonrasında iki hafta gecikmeyle çıkmasına karşın, Allah’ın ve kâinatın büyüklüğü konusunda kısacık bir yazı yayımlanmıştır ki içinde zelzelenin adı bile geçmemektedir. Durum taşra için de farklı değildir. Örneğin depremi ciddi bir şekilde hisseden Bursa’da yayımlanan Fevaid Dergisi de depremden hiç söz etmemektedir. Dönemin Hukuk Dergisi bir ay ve yine haftalık yayımlanan popüler bilim dergisi Maarif ise yaklaşık bir buçuk aylık gecikmeyle yayımlanmış olduğu halde, yine Allah’ın büyüklüğüne ilişkin bir yazıdan başka bir şey yer almamıştır.

Depremin dördüncü günü yayımlanan dönemin göz alıcı dergilerinden Servet-i Fünun‘da ise İstanbul halkı ile alay edercesine şu satırlar yer alacaktır:

  • Geçen hafta evvel şiddetlice vuku bulup ondan sonra hafifleyerek devam etmiş elhamdülillah şimdi külliyen zail olmak derecesine gelmiş olan tezelzülat-ı arziye ile bir aralık zevk ve neşide-i mutadesini gaib eden şehr-i şehrimizin yine kisve-i saiyane-i asliyesini ahzeyledi. Hareket-i arziyeden duçar-ı havf olanlar, havf ve hissiyetlerinin mübalağa derecesine getirilmiş olduğunu anladılar; ehl-i say ve gayret vezaif-i mutadesine mübaşeret ettiği gibi haftada bir gün olan eyam-ı tatiliyeden dahi istifade asarı görüldü.

Bu yazının ardından gezip eğlenen insanlar ve havanın tatlılığı anlatılmakta, Boğaziçi gezintileri, mehtap, meltem ve balık tutmak konusuna değinilmektedir. Ertesi hafta “İstanbul Postası” köşesinde yer alan yazıda ise havaların gölgede otuz beş, güneşte kırk iki derece olduğundan yakınan ve mesire yerlerinin öneminden söz eden bir yazı bulunmaktadır. Yıkıntılar arasından çıkarılan öğrencilerin cesetleri ve geceleri bile sokakta yaşayan İstanbul halkının durumu söz konusu dahi edilmez.

İLGİLİ: TÜRKİYE’DEKİ İLK GAZETELER

Baba Tahir: Yalan habercilerin, gizli reklamcıların, saray jurnalcilerinin ve medyamızdaki ihale takipçilerinin atası

Sansür, otosansür ve propaganda: Depremin ardından Twitter’dan medyaya dair 10 tespit

Gazeteciler anlatıyor: “Değişik bir şey yapacağım” kaygısı çok yanlış, haberciler sadece kamu yararını gözetmeli

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten