Türkiye’deki Rum topluluğunun bağımsız yayınevi istos, 10 yaşına girdi. Kendi ifadesiyle “on yıllarca kesintiye uğramış bir yayın geleneğini Türkçe, Yunanca ve çiftdilli kitaplarıyla yeniden canlandıran” istos’un kurucularından yazar Foti Benlisoy ile 10 yıldır devam eden serüveni konuştuk. Benlisoy, “Böyle bir alanda var kalabilmek için okurla ciddi bir iletişim hâlinde olmamız, hatta bir tür yol arkadaşlığı yapmamız gerekiyor” diyor. Benlisoy’un Türkiye’deki Rum topluluğunu tanımak ve anlamak isteyenlere 5 de kitap önerisi var.
Beyoğlu’nun bir ara sokağında eski bir binanın ikinci katında bir daire. Burası, 2012 yılında bir grup aydının girişimiyle faaliyetlerine başlayan, bu yıl 10. yaşına giren istos yayın’ın merkezi. Foti Benlisoy ile burada bir araya geldik. Benlisoy, ikiz kardeşi Stefo ile birlikte yayınevini kuran ekipte yer alıyordu. Ona göre istos’un kuruluş amacı, “bir geleneği canlandırmak.” Peki nedir bu gelenek? Buna yanıt vermek için 19. yüzyıla, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma dönemine uzanıyoruz.
Etnik ve dinsel çeşitliliğe sahip Anadolu topraklarındaki pek çok etnik ve dinsel grup gibi Rumlar da yaşadıkları şehirlerde kendi dillerinde gazete, dergi ve kitap gibi yayınlar çıkarıyorlardı. İstanbul, İzmir ve Trabzon gibi kentlerde bu konuda oldukça zengin bir birikim ortaya çıkmıştı. Bunlara Yunan alfabesiyle yazılıp okunan bir tür Türkçe olan Karamanlıca’yı da eklediğimizde hatırı sayılır bir külliyat meydana gelmişti.
Rumca yayıncılık 1970’lerde artık ölmeye yüz tutmuştu
Lozan Antlaşması ile yaşama geçirilen Türk-Yunan nüfus değişimi, bu geleneği sekteye uğrattı. Sadece Anadolulu Rumlar değil, Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup Türkî bir halk olan Karamanlılar da bu mübadeleyle Yunanistan’a gönderilmişti. Zira, bu nüfus değişiminde etnisite değil, dinsel ve mezhepsel aidiyet dikkate alınmış, aynı şekilde Yunanistan’da yaşayan Müslüman Arnavutlar da Türkiye’ye göç ettirilmişti.
İstanbul, İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) Rumları ile Batı Trakya Türkleri ise bu mübadelenin dışında tutuldu. Bu durumun etkisiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Rumca yayın geleneğinin merkezi İstanbul oldu. Ancak sonrasında hayata geçirilen “Türkleştirme” politikaları, azınlıklara yönelik uygulamalar, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Pogromu ve nihayet 1964 Sürgünü ile İstanbul’daki Rum nüfus bir hayli azaldı. 1970’lere gelindiğinde Rumca yayın geleneği artık ölmeye yüz tutmuştu.
2012 yılında bir araya gelen bir grup aydın, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde istos yayın’ı kurdu. İstos, Yunanca’da ağ anlamına geliyor. Zira yayınevinin temel hedefi, yok olmaya yüz tutan geleneği canlandırıp bu kültürü yaşatmak isteyenleri bir araya getiren bir ağ işlevi görmekti.
“Kendi sesimizi, sözümüzü taşımak için bu girişimi başlattık”
Nicelik olarak küçük ve dar bir topluluğa hitap etmesine karşın yayıncılık dünyasında saygın bir yer edinen istos’un kurucularından Foti Benlisoy, 10. kuruluş yıldönümleri vesilesiyle sorularımızı yanıtladı.
istos yayın’ı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
Aslında Rum toplumunun Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk 50 yılına kadar ciddi bir yayın geleneği vardı. Ancak bu gelenek İstanbul Rumları’nın sayısının ciddi anlamda azalmasıyla sekteye uğradı. Bundan 10 yıl önce “Bu geleneği yeniden canlandırabilir miyiz” diye uzun süren bir tartışmaya girdik. Bu tartışmaların sonucunda “Deneyelim” dedik ve istos yayın böyle oluştu.
Amacımız sadece bu geleneği canlandırmak değildi. Aynı zamanda bu geleneği bugüne taşımak ve Türkiye’deki yayıncılık yaşamına kendi sesimizi, sözümüzü taşımak için bu girişimi başlattık.
İstanbul’un büyük gazeteleri arasında Rumca olanlar vardı
Rumca yayın geleneğinden söz ettiniz. Bu geleneğe örnek verebilir misiniz?
19. yüzyılın sonunda İstanbul, İzmir ve Trabzon gibi bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan şehirlerde Rumca gazete, kitap, dergi vs. derken çok ciddi bir Rumca yayıncılık potansiyeli mevcuttu. Buna Karamanlıca’yı da eklersek çok ciddi bir potansiyelden söz etmek mümkün.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında her ne kadar Mübadele nedeniyle Anadolu’da Rum kalmasa da İstanbul matbuat hayatının önemli bir bölümü Rumlar’dan müteşekkildi. Hele ki gazete yayıncılığı konusunda… 1950’li yıllarda bile İstanbul’un büyük gazeteleri arasında Rumca çıkan gazeteler de bulunuyordu. Çünkü çok ciddi bir okuryazar oranı vardı.
Günümüzde de sayıları az da olsa Rumca gazeteler var.
Apoyevmatini gazetesi hâlâ yayımlanıyor. Zaman zaman İho da çıkıyor. Bunlar sözünü ettiğim yayıncılık geleneğinin izleri ama bunlar artık kalmadı. 1960’lı yıllardan itibaren yaşanan demografik düşüşle birlikte okur, kamuoyu ortadan kalktı. Rumca, kamusal alanda yaygın olarak konuşulan, okunup yazılan bir dilken bu durumun değişmesi, bu geleneği sekteye uğrattı. Biz “o geleneği bugüne uyarlayabilir miyiz” diye düşünerek yola çıktık. 10 sene oldu. Eksiğiyle gediğiyle yaptığımız ve yapamadığımız çok şey oldu ama yola devam ediyoruz.
“2023 yılı için kapsamlı bir yayın programımız var”
Genel manada başarılı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Siz de biliyorsunuz, yayıncılık büyük ticari getirileri olan bir alan değil. Üstelik, krizin en çok vurduğu alanlardan birisi. Bu koşullarda var kalmak, 10 sene devam etmek bile bir başarıdır. Her istediğimizi yaptığımızı söyleyemem ama belli bir istikrarı sağlayabildik. Bir küçük kesinti olmasına rağmen yayınlarımızı sürdürdük. Üstelik günümüzde yayınlarımızı artırmış durumdayız. Örneğin, 2023 yılı için kapsamlı bir yayın programımız var.
Cumhuriyet’in 100. yılı için mi?
Değil aslında ama Cumhuriyet’in ve Mübadele’nin 100. yılına denk geldi. Bizim yayımlamayı düşündüğümüz, çalışmaları devam eden kitaplar vardı. Biraz da denk düştü bunlara zamansal olarak. Yoğun bir çalışma programımız olacak. Sonuç olarak başarılı olduğumuzu söyleyebilirim ama hâlâ istediğimiz noktada değiliz.
2012 yılından bugüne dek gerek Rum toplumundan gerek Türkiye’deki diğer topluluklardan nasıl tepkilerle karşılaştınız?
Genellikle olumlu tepkilerle karşılaştık. Öncelikle şunu söyleyeyim, yayıncılık faaliyetimizde Aras Yayıncılık örneği bizim için pozitif bir örnek oldu. Bir çeşit öncülük yaptılar bize. Aras Yayıncılık’ın başarısı bizim için teşvik unsuruydu. Aras’tan tanıştığımız arkadaşlarımızdan çok ciddi bir destek de gördük.
Onun dışında da çok olumlu tepkilerle karşılaştık. Örnek vermek gerekirse, biz Türkiye’de uzun yıllar sonra ilk kez Rumca bir kitabı bastık. Bu aslında ticari bir intihardı, zira Türkiye’de bu kitabı okuyacak insan sayısı yok denecek kadar azdı. Ama bu kitap, kitapçılara girdiği andan itibaren müthiş bir ilgi gördü. Kamuoyu bu girişimi önemsedi ve destek çıktı. Bu tür destekler bizi her zaman cesaretlendiriyor.
Rekabet ve tekelleşme karşısında okurla ilişkiyi sıcak tutmak şart
Bizim gibi küçük yayınevleri için şöyle bir dezavantaj var: Yayıncılık, rekabetçi bir alan ve tekelleşmeye oldukça müsait. Böyle bir alanda var kalabilmek için okurla ciddi bir iletişim hâlinde olmamız, hatta bir tür yol arkadaşlığı yapmamız gerekiyor. istos olarak bunu her zaman gözetmeye çalıştık. Sadece yayıncılık yapmadık. Dil kursları, müzik kursları, dans kursları, kitap günleri vs. çeşitli etkinlikler aracılığıyla okurumuzla bağımızı koparmamaya çalıştık. Bu şekilde okurun tepkilerini görüp kitap programımızı ona göre düzenlemeye uğraştık. Bu sayede okurlarımızla ilişkimizi sıcak tuttuk.
Yani siz okura olumlu yaklaştığınız müddetçe okurdan aynı karşılığı aldınız.
Tabii ki. Okur sadece kitap istemiyor, aynı zamanda bir ilişki istiyor. Yayıneviyle konuşmak istiyor, görüşmek istiyor, elle tutulur bir ilişki geliştirmek istiyor. Bizim gibi yayınevleri böyle bir ilişkiyle var olabiliyor. Biz yayıncılığın dışında başka vasıtaları da devreye sokarak okurla yüz yüze gelebileceğimiz mecralar yaratmaya çalıştık.
Bir çeşit kültürel kolektif işlevi de gördünüz.
Kesinlikle! Ama istediğimiz düzeyde mi derseniz, değil. Bunu daha iyi hâle getirebilmek için kendi içimizde de tartışıyoruz.
istos sadece yayınevi olmadığı için salgında ayakta kalabildi
COVID-19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Pandemi bizi çok ciddi anlamda etkiledi. Az önce belirttim; bizim için okurla yüz yüze gelmek çok önemli. Zaten okurla yüz yüze gelememek kriz demek. Bunu online etkinlikler ile telafi etmeye çalıştık ama aynı etkiyi göstermedi tabii ki.
İkinci olarak; bizim etkinliklerimizi düzenlediğimiz, buluşma yeri olarak kullandığımız bir kafemiz vardı. Pandemi bizim kafemizi de olumsuz etkiledi, ciddi sıkıntıya soktu ve bir mali külfet yarattı.
Üçüncü olarak ise Türk Lirası’ndaki değer kaybı ve kâğıt fiyatlarında yaşanan astronomik artış bizi olumsuz etkiledi. Bu sadece bize değil, tüm yayıncılık sektörüne darbe vurdu. Birçok yayınevi kapandı, bazıları yayın programlarını kısıtlamak zorunda kaldı. Bizim bu koşullarda ayakta kalabilmemizin nedeni sadece yayınevi olmamamız, başka mecralarda da faaliyet yürütüyor olmamızdır. Bu mecralar aracılığıyla hem bir nebze de olsa kaynak temin edebiliyoruz hem de okurlarımızla ilişkimiz süreklileşiyor. Bu sayede ayakta kalabildik.
Ama tabii ki yaşanan ekonomik krizden en çok etkilenen alanlardan birinin yayıncılık olduğu da bir gerçek. Önümüzdeki süreçte kitaplar daha da pahalı olacak. Her şeye karşın, yaptığımız diğer işler sayesinde bu krizin basıncını daha az hissediyoruz. Bu işler bizim için bir çeşit yastık vazifesi görüyor, yani krizin şiddetini azaltıyor, bizi koruyor. Bu sayede ayakta kalabildik ve umarım kalmaya da devam ederiz. Sürekli beklenmedik şeylerle karşılaşıyoruz, ne olacağını bilmek kesin olarak mümkün değil ama yine de ayakta kalacağımıza inanıyoruz.
“Türkiyeli Rumlar ile Yunanistanlı Türkler kader ortağı”
Türkiye ile Yunanistan arasında dönem dönem yaşanan krizler, Türkiye’deki Rum toplumu ile Yunanistan’daki Batı Trakya Türkleri’ni ırkçı ve şoven söylemlerin hedefi hâline getirebiliyor. Siz bu konuda hiç sorun yaşadınız mı?
Dediğiniz çok doğru aslında. Gerek Türkiye’deki Rum toplumu, gerekse Yunanistan’daki Batı Trakya Türkleri açısından bir kader ortaklığı söz konusu. Yani her iki toplum da Türk-Yunan ilişkilerinin bir çeşit rehinesi pozisyonundalar. Tarihe baktığımızda Rum toplumu için 6-7 Eylül 1955 Pogromu’ndan 1964 Sürgünü’ne kadar Türk-Yunan ilişkileri ve Kıbrıs sorunuyla ilgili bir dizi başlık sayabiliriz.
Türk-Yunan ilişkilerinde siyasi, diplomatik ve askeri bir gerginlik dönemindeyiz. Zaten kangrenleşmiş olan sorunların üzerine bir de Doğu Akdeniz de eklendi. Tabii bu durum doğrudan doğruya etkiliyor bizi. Her iki ülkedeki atmosferi de etkiliyor. Türk-Yunan ilişkileri, her iki ülkede de iç sorunlardan kaçma işlevi görüyor. Siyasi iktidarlar tarafından iç politikada kendi lehlerine bir politizasyon yaratmak için müthiş bir avantaj olarak kullanılıyor. Günümüzde bu sorunun yeniden çok ciddi bir biçimde açığa çıkıyor olması, bizim için sıkıntılar yaratmaya gebe. Şu ana dek yayınevimizin işlerini etkileyen, sekteye uğratan bir sorun yaşamadık.
Siyaset bir yana, halklar birbirini düşman olarak görmüyor
Bu sorunların giderek büyümesi, toksik bir hâle gelmesi üzerine ilk başta azınlıklar bundan etkilenecektir. Bunu salt Türk-Yunan ilişkileri bağlamında düşünmemek gerekir, dünya genelinde de bu durum böyle. Ne yazık ki azınlık topluluğu, o yurttaş toplumunun bir parçası sayılmadığı, “dış düşmanın 5. kolu” olarak kodlandığı için bunu sıklıkla görüyoruz. Bu gerginliğin artması, ufukta beliren bir tehdit olarak görülebilir o yüzden.
Her şeye karşın kamuoyu araştırmalarında her iki ülkede de diğer ülkenin halkını düşman olarak gören kesimin daha az olduğu görülüyor. Bu durum tabii ki gelişmelere bağlı olarak hızla da değişebilir ama her şeye karşın olumlu bir şeydir. Bu biraz da bizim gibi kurumların yapmaya çalıştığı ve yapabildiği bir şeydir. Genel milliyetçi dalgaya kapılmayan, dostluk ve kardeşlik gibi değerleri öne çıkaran mecraların var olması bu açıdan çok önemli.
Sonuç olarak, bu zehirli atmosferin topluma çok yayılmadığını, daha çok yüksek siyaset düzeyinde kaldığını görüyoruz ama bu durum değişebilir. Değişirse bundan en çok etkilenecek kurumlardan birisi de biz olacağız.
Türkiye Rumları’nı tanımak ve anlamak için 5 kitap
Son olarak şunu sormak istiyorum: Türkiye’deki Müslüman çoğunluğun Rum toplumunu tanıması ve anlaması için 5 adet kitap önerecek olsanız hangi eserleri seçersiniz?
Öncelikle ilk kitabımız olan İstanbul Rumları‘nı önerebilirim. Bu kitabın özelliği, 2011 yılında düzenlenen bir konferansın tebliğlerinin basılı hâli olması. Rumlar hakkında çıkan yayınların birçoğu ister istemez geçmişe ilişkindir.
Nostaljik bir öge olarak görülüyor.
Tabii ki. Bu kitap, İstanbul Rumları’nın nüfus bileşimi, karşılaştığı sorunlar, vakıflar, iktisadi durumu vb. özelliklerine ilişkin bir fotoğrafını çekmiştir. O nedenle aradan geçen 10 yıla karşın güncelliğini koruyan bir kitaptır.
İkinci olarak ise Arapdilli Doğu Ortodoksları kitabını önerebilirim. Bu kitap, Antakya’da yaşayan Arap dilli Rum Ortodokslarına ilişkin bir derleme kitap.
“Rum Ortodoks” derken etnik olarak Rum değil ama Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı bir topluluk…
Evet, dediğiniz gibi Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlılar. Bu kitapta, Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Araplar’ın nasıl Türk, Yunan ve Arap milliyetçiliklerinin arasına sıkıştıklarını görüyoruz. Zira Arapça konuşuyorlar, Rum Ortodokslar ve hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.
Bunlar homojenizasyon hedefi taşıyan milliyetçi düşüncelerde kafa karışıklığına yol açan anomalilerdir. Meseleyi İstanbul dışına çıkardığı, Rum toplumunun homojen bir topluluk olmadığını, içinde farklılıkları barındırdığını, sadece Rumca konuşanlardan ibaret olmadığını, içinde Arapça konuşanları da barındırdığını, Rumca konuşanlarla Arapça konuşanların zaman zaman bazı çelişkiler yaşadığını vs. gösterdiği ve bu konuları tartışmaya açtığı, yani özetlersek perspektifi genişlettiği için önemli bir çalışmadır.
Hazır İstanbul’dan çıkmışken Serdar Korucu’nun son çalışması olan ‘Şimdi Kim Kaldı İmroz’da’yı da önermek istiyorum. Bu çalışmanın önemi de İmroz (Gökçeada) Rumları’nı konu edinmesinden geliyor. Bu kez kentli değil, kırsal bir topluluk konu ediniliyor. Hem İmroz, hem Tenedos’un (Bozcaada) nüfusu 60’lı yıllara kadar %90 oranında Rumlar’dan oluşuyordu. Bölgede yaşanan Türkleştirme politikaları, adanın nüfus bileşiminin değiştirilmesi, adadaki kültürel yaşam, kültürel bileşim vs. konularda bazen çok lezzetli, bazen çok üzücü bilgiler içeren bir çalışma.
Daha ziyade üzücü demek daha doğru olur sanıyorum.
Evet ama adetler vs. keyifli konular da var.
Dördüncü olarak Karamanlı topluluğunu konu edinen Hıristiyan Türkler ve Papa Eftim kitabı var önerebileceğim.
Sizin ve kardeşinizin (Stefo Benlisoy) yazdığı bir yapıt.
Evet. Karamanlılar Türkçe konuşan, Rum Ortodoks mezhebine mensup insanlar. Bu çalışmamız da Karamanlı kimliğinin Türk ve Yunan milliyetçilikleri arasında nasıl problemli bir alan teşkil ettiğini, iki milliyetçiliğin de bu topluluğu nasıl kendi tarafında çekmeye çalıştığı gibi konuları işliyor.
Aslında sahilden uzaklaştıkça, Anadolu’nun içlerine gittiğiniz zaman, Rum Ortodoks topluluğu içerisinde Türkçe konuşanların sayısı ağırlık kazanıyor. Bu kitap da Rum dediğimiz şeyin ne kadar heterojen olduğuna, bu topluluğun milliyetçilikle bağının ne denli karmaşık olduğuna ilişkin önemli bilgiler içeriyor.
Son olarak Yani Vlastos’un Baba Konuşabilir Miyim isimli otobiyografik çalışmasını önerebilirim. Bu kitap, Cumhuriyet döneminde İstanbul Rumları’nın karşılaştıkları sorunları, gündelik yaşamlarını vs. sade bir dille aktaran tatlı bir anlatı. O yüzden bu kitabı özellikle öneriyorum. Hatta belki ilk bununla başlamak gerekiyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Gazetecilerden kitap önerileri: “Okudum ve hayatım değişti” dediğimiz 20 eser
İsmail Saymaz öneriyor: En iyi araştırmacı gazetecilik kitapları