“Gerçek suç” hikâyelerini Türkiye ve dünyada medya on yıllardır işliyor ve kamuoyu bunların birçoğuna büyük ilgi gösteriyor. ABD’de New York Times gazetesi, bu türe odaklanan “Serial” adlı podcastin yapımcı şirketini 2020’de 25 milyon dolara satın almıştı. Türkiye’de de özellikle televizyonun gündüz kuşağında “gerçek suç” hâlâ çok izleniyor.
Bu türden gazeteciliğin Türkiye’deki öncülerinden biri, 1957’de kılık değiştirerek yaptığı “Batakhane İnsanları” röportajlarıyla üne kavuşan Adnan Veli Kanık’tı. Ağabeyi Orhan Veli’nin şiirde yarattığı devrimin bir benzerini sıradışı röportajlarıyla gazetecilikte yapan Adnan Veli’yi, hem doğum hem de ölüm yıldönümü olan bu hafta hatırlıyoruz.
Türkiye basın tarihinde birçok sıradışı gazeteci var. Sıradışı deyince akla hemen politik tutum veya belge araştırmasında titizlik gibi özellikler gelmesin. Birçok gazeteci de, sahadaki sıradışı yöntemleriyle basın tarihine geçmişti. 1950’lerin arşivlerinde gezindiğimizde bu tür gazetecilerle sık olmasa da karşılaşırız.
Bugün daha çok edebî kimliğiyle hatırlanan, ama o yıllarda gazeteciliğiyle de adından söz ettiren bir kalemden söz edeceğiz: Adnan Veli Kanık.
İstanbul’un Beykoz ilçesinde 9 Aralık 1916’da dünyaya gelen Adnan Veli’nin babası; İzmirli tüccar Fehmi Bey’in oğlu Mehmet Veli, annesi ise Beykozlu Hacı Ahmet Bey’in kızı Fatma Nigâr Hanım’dı. Adnan Veli’nin iki yaş büyük ağabeyi ise Garip Akımı’nın kurucusu olarak Türkçe şiirde devrim yaratan Orhan Veli Kanık’tı. Edebiyatın bu iki önemli isminin bir de kız kardeşi vardı: Füruzan (Yolyapan) Hanım.
Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlayan Adnan Veli bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu. 1949’da Vatan gazetesinde muhabirliğe başladı. Magazin ve mizah yazılarının yanı sıra hikâyeleri de Vatan, Akbaba, Dolmuş, Karikatür, Taş-Karikatür, Tef ve Papağan gibi popüler yayınlarda çıktı. O, özellikle kara mizah türünde bir dil ustasıydı.
Adnan Veli, kitaplarında kimlikteki ismini, kimi yazılarında ise “Bir Hukukçu” ve “Mehmet Yanık” takma adlarını kullandı. 1952’de yayımlanan “Mahpushane Çeşmesi” adlı belgesel hikâyeleri hem kitaplaştırıldı, hem de diziye uyarlandı. Radyo piyesleri, fıkralar ve şakalar da kaleme alan Kanık, toplumdaki alt ve üst tabaka insanların yaşamlarını karşılaştırdığı eserleriyle tanındı.
Adnan Veli Kanık’ın en ünlü eserlerinden biri, Vatan gazetesinde 1957’de yaklaşık 3 ay boyunca “Batakhane İnsanları” adıyla tefrika edilen röportaj ve öyküleriydi. Bu yazı dizisi (o günkü söyleyişle yazı serisi) ilk kez 2018’de derlenip “İstanbul Batakhaneleri” adıyla topluca yayımlandı, ancak kitabın baskısı tükenmiş durumda.
“Mahpushane Çeşmesi” ve “Batakhane İnsanları” röportajlarında, Adnan Veli Kanık’ın cezaevindeki mahkumların ve toplumun en alt kesimlerinin hayatına ve deneyimlerine alabildiğine hâkim olduğunu görüyoruz. Bunun altında, onun hem gazeteci hem de hukukçu olarak bilgi ve gözlemlerinin gücü kadar, cezaevi ve batakhanelerde bizzat yaşadığı deneyimlerin de etkisi olsa gerek.
“Benzersiz bir gazetecilik deneyimi ve edebiyatımız için bir başyapıt”
Adnan Veli Kanık, 1940’larda, kız arkadaşının İtalyan casusu olduğu anlaşılınca Ankara Cezaevi’nde hapsedilmiş, yıllarca tutuklu kalmış, 1951’de genel af sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştu. “Mahpushane” gözlemleri o yıllara dayanıyor olsa gerek.
Kanık’ın “batakhane” deneyimleri ise mesleğinin o günlerde kullanılan bir yöntemini benimseyerek, kılık değiştirip haber yapma çabasının bir eseriydi. İstanbul Batakhaneleri kitabının tanıtım yazısında denildiği gibi…
- Gizlenmiş bir kimlikle, sade bir vatandaş olarak hayatın çeşitli alanlarında “rol alarak” gözlemlerini yazıya dökmek çok eski bir gazetecilik tekniğidir. Adnan Veli birçok bakımdan tehlikeli sayılabilecek bu çalışma biçimini seçmiş, İstanbul’un kumarhane, bar, pavyon, randevuevi, kerhane gibi mekânlarında batakhane insanları olarak nitelendirdiği kumarbazlar, külhanbeyleri, uyuşturucu bağımlıları, kadın satıcıları ve sokaklarda müşteri avlayan hayat kadınları arasında bir hayli zaman geçirmiş, tanıklıklarını günü gününe gazetesine yetiştirmiştir. Adnan Veli, oradaki derin ve iğrenç çukura bir romancı gibi bakmış, kendini olayların parçası kıldığı için yaşananlar içselleşmiş ve sonuçta sıradışı iç dünya tahlillerine ulaşılmıştır. İstanbul Batakhaneleri, benzersiz bir gazetecilik deneyimi ve edebiyatımız için bir başyapıt olarak önümüzde durmaktadır.
Orhan Veli’yi o henüz 36 yaşındayken, 1950’de kaybeden Adnan Veli, 3 yıl sonra ağabeyiyle ilgili bir kitap yazdı. Sosyete (1956), Uçan Daireler (1957), Seçim Konuşmaları (1957) ve Kaynana (1957) yazarın yayımlanan diğer kitaplarıydı.
İstanbul’da 6 Aralık 1972’de hayata gözlerini yumduğunda 56 yaşında olan Adnan Veli Kanık’ın bugün ancak sınırlı sayıdaki kütüphanede ve gazete arşivlerinde bulabileceğiniz röportajlarını, hem doğum hem de ölüm yıldönümünün olduğu bu haftada hatırlatıyoruz.
Adnan Veli Kanık‘ın “Batakhane İnsanları” adlı yazı dizisi, gazetesinin ilk sayfasında şu ifadelerle duyurulur:
VATAN’da Batakhane İnsanları
Her büyük şehirde olduğu gibi, İstanbul’da da bir yeraltı hayatı var. Polisin yılmak bilmeyen mücadelesine rağmen kumar, fuhuş ve beyaz zehir şebekeleri, sinsi sinsi faaliyet yolları arıyorlar. ‘Batakhane İnsanları’nda bu şebekelerin çalışma usullerini, ağlarına düşen kurbanları, bunların feci akıbetlerini bütün teferruatı ile öğreneceksiniz. Bugün 4’üncü sayfamızda başlayan bu seriyi Mahpushane Çeşmesi yazarı ADNAN VELİ hazırlamıştır.
Bu duyuruda da görüldüğü gibi Adnan Veli’nin şöhreti Mahpushane Çeşmesi kitabına dayanıyordu. Metindeki “polis” vurgusu, Adnan Veli’nin haber takibinin, adliye-polis muhabirliği türünden bir iş olacağının işaretini veriyor. Anlaşılan, emniyet güçleri de bu çalışmayı desteklemiş, izin vermiş, en azından engellememişti. “Bir Gece Baskını” adlı bölümle başlayan tefrikanın ilk bölümünde bunun izleri görülüyor. Şöyle diyor yazar:
- Tam üç buçuk saattir, bu damda buz gibi kiremitlerin üstüne boylu boyunca uzanmış, bekliyorum. Bu gecenin ayazını kolay kolay unutmayacağım. Dondurucu bir rüzgâr, bizi bu akşamki niyetimizden caydırmak için bütün zalimliğini kullanıyor. (…) Yanı başımda Komiser Talât, kiremitlerin üstüne benim gibi paltoyla uzanmış, hiç kımıldamadan bekliyor. Daha ötede, saçağın hemen kenarında, su oluğu boyunca yatan Komiser Hayati, gözünü karanlık sokaktan hiç ayırmıyor. Sanki taş kesilmiş.
Haberin devamda ‘hızlı kumar’ın oynatıldığı ‘T’nin batakhanesi’ne gece yapılacak polis baskınının hazırlıkları ayrıntılı olarak veriliyor. Batakhaneye inmeleri için de tehlikeli bir yol var: İpe tutunarak 6 katlı apartmanın damından aşağıya sarkmak. ‘Görevimiz Tehlike’yi andıran sahnede polis bu şekilde mekâna girerken Adnan Veli de kumar oynarken yakalanan kişilerin korkusunu tarif ediyor. Şüphesiz edebiyatçı eli değmiş bir haber dizisini okurken dili rahat kullanmanın farkını görüyoruz:
- Sebebi bilinen bir korkunun önsezisi içinde yaşamak, bazan ruhî bakımdan insana güzel gelebilir; ama bu hissin, insanı fizik manada çirkinleştirdiği de muhakkak. Hele o korkunun sebebi gerçekleştiği zaman, yüzdeki çizgilerin topyekûn manası katlanılmaz bir hâl alıyor. Ben de sırf bu sebepten hiçbirinin yüzüne bakmak istemiyorum.
Gözlem yapmakla kalmıyor, taraf oluyor
Adnan Veli Kanık, bu sırada kumarbazlarla (şimdilerde haber yazarken “zanlı” diyoruz) komiser arasında geçen ilginç diyalogları da aktarıyor. 20 gün önceki bir baskında yakaladığı zanlıyı azarlayan komiserin duyduğu cevabı okuyalım:
- Oynatırım ben. Benim ekmeğim bu. “Sen beni niçin bastın?” diye, sana karşı bir sitemlik ediyor muyum? Etmem. Çünkü senin vazifen basmak, benim vazifem de oyun açmak. Herkesin kendine göre bir geçim yolu var. Ben konuşunca Allah için konuşurum.
Yine diyaloglardan anlıyoruz ki kumar oynatanlar, o dönemde “kanunlardaki yumuşaklığın vicdanına sığınıyor.” Adnan Veli, “Bir Gece Baskını İçin Açıklama” bölümünde kendisi de bu konuda taraf oluyor. Baskın gecesi tanıdığı, takip ettiği ve sayısız ortama girdiği bir kumarbaz aracılığıyla kentteki kumar piyasasını yeterince aktardıktan sonra nihayet şunu söylüyor:
- Yani kısaca kumar, bizde cemiyetin bünyesini kemiren büyük bir dert hâlinde görünüyor. Bu derde karşı alınmış esaslı bir tedbir de yok. Ceza kanununun kabahatler kısmında -o da umumi yerlere ait olmak üzere- kumar oynayanla oynatana azarlama kabilinden küçük cezalar konmuş. Tabii bu çeşit cezalara da, kendini kumar illetine kaptırmış olanlardan hiçbirinin kulak astığı yok.
Adnan Veli Kanık, kendi başına hareket ettiği haber takipleri esnasında yaralamalara da tanıklık eder. Can kurtarır. Hatta boğazına bıçak dayandığı da olur.
Polisin işbirliğini gerektiren baskın haberi, Adnan Veli’nin saha araştırmalarında bir istisnadır. O üstteki cümleleri kurana kadar, çoğu kez gizlice girdiği bu dünyada kumar aleminin her ayrıntısına hâkim olmuştur. Mesela kumarbazların birbirlerine taktığı lakapların işlevi nedir? Kullandıkları özel dil, anlaşma yolları vs. nelerdir?
Adnan Veli’nin peşine düştüğü bir başka konu da fuhuş. Yazı dizisinin “Muhabbet Tellâlları Toplanıyor” başlıklı bölümünde bu konuyu anlatıyor. Yazarın haber takibini ilerleyen günlerde okuyoruz ama o önce genel manzarayı ortaya koyuyor:
- Bir akşamüstü hava kararırken yolunuz İstiklâl Caddesi’nde düşmüşse, muhakkak görmüşsünüzdür. Parmakkapı’dan sonra, Taksim’e doğru, caddenin sağ kaldırımında, ellerini ceplerine sokmuş duran, birkaç adım atıp tekrar duran, kimi bereli kimi kasketli, kimi fötr şapkalı birtakım garip tiplere rastlamışsınızdır. Bunlar, İstanbul’un polisten habersiz çalışan, aşağı tabaka fahişelerinin komisyoncularıdır.
Roman tadında haber takibi
Gördüğünüz gibi roman tadında haber yazan Adnan Veli Kanık, nezaketi elden bırakmıyor. “Komisyoncu” ve “muhabbet tellâlı” gibi ifadeleri tercih ediyor. Dahası, örneğin seks işçilerini anlatırken meseleyi sınıfsal olarak ele alıyor. Önce ‘aşağı tabaka’yı madde madde anlatıyor:
- İstanbul’un aşağı tabaka fahişelerini, şöyle sınıflandırmak kâbildir:
1. Yetkili makamların kontrolü altında ruhsatlı olarak çalışanlar (bunlar umumhane kadınlarıdır. Sağlık muayenesine tâbidirler.)
2. Gizli fuhuş yapanlar:- a) Bir eve kapanıp komisyoncu kullanarak çalışanlar
- b) Komisyoncuya ihtiyaç görmeden doğrudan doğruya piyasaya çıkıp müşteri bulanlar
- c) Barlarda, kokteyl salonlarında konsomatris olarak çalışan ve bu işin neticesi olarak, çalışma saatleri dışında fuhuş yapanlar
Yazar, bu kadınların çalışma saatleri hakkında da ayrıntılı bilgi verdikten sonra ‘üst tabaka’nın fuhuşla olan ilişkisini ayrıntılandırıyor:
- Nihayet bu şehirde, bir de zengin tabakanın profesyonel fuhuş hayatı vardır. İşin dikkate değer tarafı, bazı meşhur şahsiyetlerin, sosyetede isim yapmış bazı güzel kadınların, profesyonel fuhuş hayatına girmiş olmalarıdır. (…) Bunların faaliyetleri, ötekilere nazaran daha temkinli, daha gizlidir. Faaliyet yerleri de, ekseriyetle lüks apartmanlar ve gayet seyrek olarak da, turistik otellerdir. Bunlar, yakalanmanın bir felâket olacağını kestirdikleri için, küçücük tedbirlerde bile ihmal göstermezler.
Adnan Veli Kanık, fuhuş takibi esnasında da gazeteciliğini gizleyip her kılığa girer. Kimi zaman “hacıağa” olur, kimi zaman papyonlu ve pipolu bir zat… Tanıdığı kadınlar içinde adı Despina olan da vardır, Lale olan da… Haber aktarmak adına yaptığı fedakârlıkları rahatlıkla aktarır.
Adnan Veli; “Benim tek düşüncem, benden sonrakilere, yürüdüğüm yolun çukurlarla dolu olduğunu hatırlatmaktı” ifadeleriyle amacını anlatıyor. Tabii, yaptığı çalışmanın 1950’lerin televizyonsuz Türkiye’sinde haber vermek kadar, toplumu eğlendirmek ve eğitmek amacı taşıdığını söylemek mümkün.
Biraz Arka Sokaklar, biraz “clickbait”
Karşımızda, bir çeşit ilksel “Arka Sokaklar” dizisi olduğunu belirtmek abartı olmaz. Diziyi okutmak için atılan başlıkların, macera ve cinsellik içerdiğini de görüyoruz. Bu, yazarın mı gazetenin mi tercihiydi, bugün bilmemiz zor. Ancak, “Kadın, yarı çıplak vücudu ile adamın arzularını mıncıklamaya başladı,” “Büyük kumar hilesi,” “Yeni bir tuzak hazırlanıyor” gibi bölüm başlıklarının haber verme amacını aştığını söylemek mümkün.
Yazı dizisindeki her bölümün başına konulan özet, okurun merakını celbetmenin bir başka yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. TV dizilerinin bir önceki bölümde olanları anlattığına benzeyen ‘Çıkan Kısmın Özeti’nden bir örnek verelim:
- Muharrir, bir batakhane baskınında gördüğü ve sonradan tanışmağa muvaffak olduğu Sinan Defneli adlı bir kumarcı ile, Yeni Çarşı’da bir batakhaneye gider. Defneli bütün parasını kaybettikten sonra oradan ayrılır. Geri kalan kumarcılar arasında kanlı bir kavga çıkacağı sırada, Defneli tanıdığı bir kadını bu batakhaneye tekrar getirmiştir.
Özetle, Adnan Veli Kanık‘ın “Batakhane İnsanları” yaklaşık 70 yıl öncesindeki gazetecilik ortamının ilginç bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bazı karakterlerin yazı dizisinin birçok bölümünde yer alması ve diyalog yöntemi, yer yer kurgu kokan anlatımıyla bu çalışmaya roman tadı veriyor.
Şu da bir gerçek: Kitle iletişim araçlarının sınırlı olduğu bir dönemde bu sıradışı röportajlar, en azından bazı kısımlarıyla, “devlet destekli kamu spotu” işlevi de görmüş olmalı.
Adnan Veli’nin tefrikasındaki mesajlar, ilerleyen yıllarda Yeşilçam’ın “kötü yola düşen” insanların ibretlik hayatlarını anlattığı filmleri aratmıyor. Yine de onun tehlikeleri göze alarak, “role girerek” yaptığı edebî gazetecilik, hâlâ incelenmeye ve okunmaya değer.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Yaşar Kemal orman yangınlarını böyle anlatmıştı: Ali Cengiz oyunu oynamakta kimse bize erişemez
Röportaj sanatı ve yavaş gazetecilik: Kelimelerle bir görüntü çizmelisiniz