Dosya

Deprem haberleri: Haber siteleri uzman görüşlerine, gazete ve TV’lerden daha çok yer veriyor

Depremlerin medyaya nasıl yansıdığını inceleyen 3 akademik araştırmadaki bulguları derledik. Buna göre 2019 İstanbul ve 2020 İzmir depremlerinin ardından gazete, televizyon, radyo ve haber sitelerinde yayımlanan 24.911 haberin %22,7’sinde uzman görüşüne yer verildi. Haber sitelerinde bu oran %25’i aşarken TV ve radyoda %17’ye düşüyor. Korku yayan ve dramı hikâyeleştiren içerikler de en çok televizyonda görülüyor.

Bu araştırmaları yürüten ekibin başındaki Prof. Dr. Ali Murat Vural ile 6 Şubat depremlerinin ardından medyaya dair gözlemlerini konuştuk. Depremlerin Twitter’a yansımasını da bulgular üzerinden değerlendiren İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Vural’a göre medyanın uzmanlara başvurması, “Hocam bir falımıza bak” yaklaşımının ötesine pek gidemiyor. “Medya depremi magazinel bir bakış açısıyla verdi” diyor Vural.

Akademik dergilerde geçen yıl sonunda yayımlanan, Prof. Dr. Ali Murat Vural‘ın birinci yazarlığını yaptığı şu 3 makale, 2019 İstanbul ve 2020 İzmir depremlerinin ardından farklı mecralarda haberlerin nasıl işlendiğini analiz ediyordu:

Haber siteleri uzmanlara daha çok başvuruyor

Makalelerdeki verileri topladığımızda, tüm mecralarda 24.911 adet deprem haberinin incelendiğini görüyoruz. Bunlardan 5.676’sında uzman görüşlerine veya bilimsel verilere yer verilmiş.

TV ve radyoda uzman görüşü içeren haber oranı %17,8, gazetede %19,7, haber sitelerinde ise %25,2.

Gazeteler, eleştirileri ve resmi açıklamaları daha çok aktarıyor

Deprem haberlerinde mecralara göre konu dağılımı da dikkatimizi çekti. Haber sitelerinin bilgilendirici, gazetelerin ise eleştirilere ve resmi açıklamalara diğer mecralara kıyasla daha çok yer verdiği görülüyor. Televizyon ve radyolar ise depremi hikâyeleştiren haberleri, ayruca korku ve paniğe neden olabilecek içerikleri daha çok yayımlıyor.

 

Makalelerden derlediğimiz bu verileri şu tabloda bulabilirsiniz.

Prof. Dr. Vural, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin hemen ardından attığı bir dizi tweetle, TÜBİTAK'ın desteklediği "İstanbul Örnekleminde Depreme İlişkin Risk İletişim Modeli Geliştirme Projesi" isimli araştırmanın ilk bulgularını paylaştı.

"Deprem magazinel bir konu gibi değerlendirildi"

Bu bulguları sorduğumuz Vural, sayıların ötesinde, deprem haberciliğindeki nitelik sorununa dikkat çekti. Vural şu ifadeleri kullandı:

  • Gün boyunca istediğiniz kadar çeşitli yayınlar yapıyorsunuz, televizyonlarda. Ya da gazeteleriniz ya da internet haber siteleriniz. Depreme ilişkin bir farkındalık, bir bilinç yaratılmaz mı?

Afetin "magazinel bir konu" gibi değerlendirildiğini belirten Vural, bir "deprem estetiği" yaratılıp "dramatik şiirsel anlatımlar, arka plan müziği ve yavaşlatılmış görüntüler" verilmesini eleştirdi.

Depremin sonuçlarının kurgusal ve estetik olmadığı hâlde sinematik bir biçimde sunulmasında "vahşileşmiş ekonomik sistemin" de payı olduğunu belirten Vural, 6 Şubat depremleri sonrası medyaya dair gözlemlerine şöyle devam etti:

  • Bir kapitalist sistem var. Bunun içinde her şey bir güzelleme var. Satılması koşuluyla her şeyin güzellemesi. Deprem de satın alınması, izlenmesi, okunması koşuluyla güzellemeye uğratılıyor. [Deprem] öncesinde farkındalık, bilinç uyandırmaya yönelik arada ucundan kıyısından küçücük, minicik haberler yapmışsınız. Onları da toplasan işte şu kadar yapıyor. Ne zaman ki felaket geliyor, başlıyorsunuz hemen yapmaya. O da doğal olarak gündemle zaten çıkmışsın 9 bin [habere]... Üstelik 9 bini de ayrıca eleştirmek lazım içeriğine bakınca.

O farkındalığı zorlamamız gerekiyor

  • Medyanın haber verme, yani bilgiyi sağlama işlevi var. Medyanın, kamuoyunun aydınlanmasını ve serbest oluşumunu sağlama görevi var. Yönetme ve yönlendirmeye yönelik bir görevi değil... Kamuoyu oluşturma dersek o kayıtsız şartsız egemen bir bakış açısıyla tek gördüğü oluşturma süreci değil. "Serbest oluşturma," çok anlam ifade ediyor... Sen her tür yorumu, her türlü durumu verirsin. Kamuoyu nasıl istiyorsa onu alır. Dolayısıyla burada o farkındalığı, o bilinci, o teşviki, o motivasyonu sağlamak çok mu zor? Onu zorlamamız gerekiyor. Yok. Çıkmıyor. Magazinel bir yerleşik bakış açısı ya da popülarize olmuş kültür o kadar egemen ki işte onu yaşadık.

"36 yıllık akademisyenim ve medya sektörüne insan yetişiyorum. Medya sektörünü tanıyorum. Ben de gazetecilik yaptım gençliğimde" diyen Vural, "Hiçbir siyasi partiyle bir çıkar ilişkim, bir bagajım, bir nefret ya da aşk ilişkim yok. Tamamen mesafeliyim. Bir taraf değilim bu anlamda. Olmak da istemiyorum. Zaten muradım da yok umudum da yok. Burada beni ilgilendiren insanlar. Orada 10 binlerce insan, çocuk bağıra bağıra öldü. Bu durum canımı acıtıyor. Bunu politikayla ilişkilendirmiyorum. Orada ne olursa olsun ama bir yanıyla şimdi onunla değil insanla ilgilenmem lazım. İnsanla ilgilenmem gerekiyorsa benim koskoca bir medyam, bütün kuruluşlar orada" ifadesini kullanıyor.

Toplum, "Bilim insanı söylerse ona inanırım" diyor

Araştırmaya göre deprem öncesinde en etkili paylaşımları gazeteciler ve haber kurumları yaparken deprem sonrası akademisyenler ve uzmanlar öne çıkıyor. Vural bu verileri şöyle yorumluyor:

  • İki boyut var. "Hocam bir falımıza bak bakalım... Ne zaman gelir bu tarafa deprem? Nerede olur?" Sürekli olarak koca koca bilim insanlarını, yerbilimcileri falcıya dönüştürme eğilimi bu. Ne olacak? O nedenle böyle bir öne çıkış var. Akademisyen ister istemez bir şey söylüyor. Ne yapsın? Popülerize etmek için bu anlamda öne çıkıyor. "Bu konu benim alanım, şimdi konuşmayacağım da ne zaman konuşacağım" deyip orada öne çıkıyor. Herkes "galiba bu işi bilenler var, şimdi biraz onlara bırakalım meydanı" der gibi. Onlar da meydan buluyor ve çıkıyor. [Onları] keşke farklı şekillerde kullansalar. Topluma "Kime inanırsınız" diyorum. "Bilim insanlarına inanırım" diyor. Yani bir politikacıya inanırım demiyor. Bir belediyeye inanırım demiyor. Bir valiye inanırım ya da bir kamu görevlisine inanırım demiyor. Bilim insanı söylerse ona inanırım diyor. Her şeye rağmen bilimi ciddiye almıyor. Bilime uzak duruyor ama hürmeti var. Yani sonuçta onu kabul ediyor.

Medyanın tercihi, gazetecilik dışı alanlardan gelenlerin işi

Verilere göre gazeteler, deprem riskinin azaltılması konusunda sorumluluğu öncelikle kamuya (%28,7), topluma (%26,3), yerel yönetimlere (%17,7) ve inşaat sektörüne (%12,1) yüklüyor. Medyanın kendisine biçtiği sorumluluk payı ise %6,5. Bu durumu sorduğumuzda Vural şu yanıtı veriyor:

  • Medya [deprem konusunda] sorumluluk üstlenmiyor. Medyanın da bu konuda bir sorumluluğu var. İnşaat sektörünün de görevi, devletin de görevi, kabul ama medya üstüne alınmıyor. "Benim öyle bir misyonum ve görevim yok, yola devam edeyim" der gibi davranıyor medya. Ortada kocaman bir kurum var. Yani medya çok önemli bir kurum. İhtiyacımız olan bir kurum. Demokrasilerin en önemli kurumu. Dördüncü güç diyoruz. Neden? Yasama, yürütme, yargıdan sonra... Çünkü bütün bunları denetleyen kurum. Ama böyle olursa olmaz işte. Çıkan sonuç işlevsizlikle olur.
  • [Deprem haberciliğinde] medyanın işlevini yapmadığını, sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünüyorum. Ama ben bu işlevsizliğin ya da burada kullanılan tercihin karşısındayım. Bu tercihin doğru bir tercih olmadığını; bu tercihin benim yetiştirdiğim, benim kazandırdığım, haber toplama yazmayı öğrettiğim gazetecilerin tercihi olmadığını biliyorum. Bu fazlasıyla gazetecilik dışı alanlarla zihni meşgul olmuşların oluşturduğu bir tercih sistemi. Meseleye böyle baktığım için orada o veriler... Veriler gerçekleri gösteriyor. Deprem öncesi, deprem sonrası..

"Bu verilerden bir kültürel kod çıkartmaya çalıştık"

Vural'ın yürütücüsü olduğu TÜBİTAK destekli proje kapsamında 30 Ekim 2020 tarihli İzmir depremi ile 26 Eylül 2019 tarihli Silivri depreminin 1 ay öncesinde ve 1 ay sonrasında en yüksek erişimli 5'er gazete, haber sitesi ve TV-radyonun yayımladığı içerikler incelendi. Depremlerle ilgili Twitter paylaşımları analiz edildi.

Bununla birlikte bu proje, medya çalışmalarının ötesine geçen çok boyutlu bir araştırma. Toplumun deprem risk algısını ortaya koymak üzere 384 uzman; çeşitli meslek grupları, akademisyenler, parlamenterler, iş adamları ve muhtarlarla görüşüldü. İstanbul'un 39 ilçesinde odak grupları ve yüz yüze görüşmeler yapıldı. Süreci özetleyen Vural şöyle devam ediyor:

  • Bu verilerden aslında bir kültürel kod çıkartmaya çalıştık. Yani bu kültür acaba bu riski [deprem] nasıl görüyor? Bunu nasıl algılayabiliyor? Onu ne harekete geçirebilir? Temel unsur, bu insanlar deprem olmadan önce harekete geçmeli. Deprem ânı ve sonrasına ilişkin durum başka bir çalışma... Deprem var, böyle bir risk var, önceden yapmanız gerekenler var. Örneğin evinizin inşaat sürecini, inşasının sağlamlığını test ettirme ihtiyacı duydunuz mu? Ettirir misiniz? Neden ettirmezsiniz ya da bir hazırlığınız var mı evde depreme ilişkin? Bir bilinciniz var mı? Bir eğitiminiz var mı? Ya da oturduğunuz mahallenin ya da sokağın ya da binanın [zemini] konusunda fikriniz var mı? Ya da kim size bunu anlatırsa güvenirsiniz, kime inanırsınız? Neye ihtiyacınız var [gibi soruları araştırdık...] Buradan bir model çıkartmaya çalışıyoruz.

"Bu modeli uygulamaya koyun, iletişiminizi böyle yapın, şunlarla şöyle temas kurun, şu çalışmaları üretin, şu çalışmalarla aydınlatmalar yapın, şöyle bir içerik hazırlarsanız daha doğru olacaktır" gibi öneriler araştırma raporunda yer alacak. "Şu anda son verileri toplama ve modele odaklanma aşamasındayız" diyen Vural, telekom operatörlerinden de ilgili verileri edindikten sonra projenin tamamlanacağını belirtti.

İLGİLİ:

Afet bölgesindeki 11 ilden 105 web sitesini inceledik: Haber üretimi deprem sonrası %54 azaldı

Feride Kara

2004 yılında futbol aşkıyla İzmir'de başladığı gazetecilik kariyerine İstanbul'da devam ediyor. Yeni Asır gazetesinde, Milliyet ve Haberler.com gibi internet sitelerinde editörlük görevi yaptı. Şimdilerde başta spor ve sinema olmak üzere birçok konuda araştırma yazıları yazıyor.

Journo E-Bülten