Türkiye’de gazetecilik mesleği ciddi bir statü kaybı yaşıyor. Gazeteci dediğimizde kimi kastettiğimize ilişkin niyetimiz her ne olursa olsun gazetecinin kim olduğuna dair yapılmış geniş yasal tanımlar hem örgütlenme, hem de meslekteki emek ilişkilerini doğru tanımlama konusunda önümüzü tıkıyor. Gazetecilik sektörü istihdam alanını ve ürün yelpazesini genişletirken, yeni medya teknolojilerinin ortaya çıkışı ve politik baskılar gibi birçok faktör, bildiğimiz anlamda haber üretim süreçlerinde muhabir, fotoğrafçı veya kameraman gibi konumlarda yer alan gazetecileri daha güvencesiz bir konuma itiyor.
Güvencesizleşmenin siyasal boyutu
Örneğin, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından hazırlanan 2015 yılı değerlendirmesine göre, 2015 yılı son çeyreği itibariyle basın sektöründeki işsizliğin Türkiye’deki işsizlik ortalamasının üç katına çıktığı görülebiliyor. (TÜİK istatistiklerine göre, 7 bin gazeteci işsiz) Tuluhan Tekelioğlu tarafından İsveç Başkonsolosluğu’nun desteğiyle çekilen Persona Non Grata belgeselinde medya patronu Aydın Doğan’ın da değindiği gibi başta büyük grupların küçülmesi olmak üzere birçok süreçte politik baskılar öncü rol oynuyor. Buna ek olarak Doğan’ın, 2007 sonrası vergi incelemeleri/cezaları sonucu sattığı gazeteler ve televizyonlar başka sahiplerin elinde hâlâ aktif konumda. Yani Doğan Grubu küçülse de bu gazeteler bir şekilde başka grupların elinde çıkmaya, tv kanalları yeni çatıları altında yayın yapmaya devam ediyor. Kısacası son yıllardaki işsizlikler belirli grupların iş modellerinin politik nedenlerle çökmesi/küçülmesi gibi öngörülebilir nedenlerden çok farklı dinamiklere de dayanıyor.
Gazeteci Kumru Başer’in de bu dosya kapsamında belirttiği gibi geçmişte ‘ana akım’ olarak tanımladığımız ve Başer’in tek parti dönemi sonrası Türkiye’sinin ‘orta sahası’ olarak tanımladığı medya artık taraf olmaya mecbur edildi. Buna direnenler, şirketlerin yatay olarak başka sektörlere dağılan yapılarının yarattığı (enerji, inşaat vb. sektörlerdeki yatırımlar) kırılganlık sonucunda nihayetinde teslim olmak zorunda kaldı ya da ekonomik alan elde edebilmek için bu duruma hiç direnmediler. Kısacası ekonomik ve politik faktörler fazlasıyla iç içe ve ana akımın güvencesizleşmesinde hükümetin izlediği politikaların ve medya sahiplerinin diğer alanlardaki yatırımlarının başat rolü var. Gazeteciler ise patronlarının yatırımının bedelini sektörün dışına çıkarak veya sessizce ya da abartılı bir onaylama refleksiyle sektörün içinde kalarak ödüyor.
Hem sistemin içinde kalıp hem direnmek isteyenler de sürekli olarak baskılarla karşı karşıya. Son günlerde Twitter’daki bazı hükümet yanlısı hesaplar yakın zaman içerisinde devlet tarafından kapatılması planlanan televizyon kanallarının ve ceza gelecek gazetelerin listelerini yayınlayıp duruyor. Gazeteciler arasında sürekli olarak muhalif basına yönelik sert bir operasyon dalgasının başlayacağına ilişkin (sanki gazeteciler durmadan tutuklanmıyormuş gibi) bir söylenti var. 2000’lerin başında hazırladığımız ‘deprem çantaları’ yerlerini ‘gözaltı çantalarına’ bıraktı. Gözaltılar kadar ses getirmeyen asıl mevzu ise Başer’in de vurguladığı sektörün dışına atılma hâli.
Sektör-siyaset işbirliği gazetecileri dışarı itiyor
Son aylarda medya şirketlerine atanan kayyımlar, kapanan ya da küçülmeye giden gazetelerle birlikte 2015 son çeyreği itibariyle basın sektöründeki işsizliğin Türkiye’deki işsizlik ortalamasının üç katına çıkması sır değil. Örneğin, yine TGC’nin raporuna göre geçen yılın (2015) nisan ayında basın sektöründe toplu işten çıkarma tavan yapmış, Kanal A’da 65, FOX’ta 75 çalışanla birlikte basın sektöründe 150’ye yakın kişinin işsiz kaldığı haberlere yansımıştı. Bu toplu işten çıkarmaların yanı sıra kayyım atanan kurumlarda yaşanan işten çıkarmalar da hem siyasi hem ekonomik boyutu gereği dramatik gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Zira 2015’in Ekim–Kasım aylarında İpek Medya Grubu’na kayyum atanmasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir bürolarından 200’e yakın kişinin işten çıkarıldığını biliyoruz. 200’e yakın medya emekçisinin siyaset içi bir bloklar çekişmesinin sonucu olarak işsiz kalması ve muhtemelen bir kısmının artık medyada iş bulamayacak olması, güvencesizliğin bundan çok değil birkaç yıl önce dahi kendini siyaseten ve finansal olarak güvende hisseden çalışanlar ve şirketler için bile tehlikenin mevcut olduğunu gösteriyor. Yani güvencesizlik her statüdeki, tüm şirketlerdeki ve niteliği fark etmeksizin tüm görevlerdeki medya personeli için geçerli.
İşyerinin duvarları ile birlikte güvence de buharlaşıyor
Elbette bu tekinsizleşme, marjinalleştirilme durumu gazetecilik sektörüne indirgenebilecek bir şey değil. Dünyada formal sektörlerin payı özellikle gelişmekte olan ülkelerde yerlerini enformal sektörlere bırakırken, tipik çalışma da yerini atipik modellere bırakıyor. Çalışma ekonomisinin yapısında meydana gelen bu gelişme duvarları olduğu kadar tipik çalışmaya ilişkin kontrol ve güvence mekanizmalarını da etkisizleştiriyor. Bu güvencesizleşme en çok da büyük işyerlerinde yaşanıyor. Büyük holding gazetelerinde 2 haneli sayılardaki servisler bir anda iki-üç kişilik birimlere dönüşüyor. Bu da haberlerde çok ciddi bir kısırlaşmaya yol açıyor. Hatta Muhabir Burcu Karakaş, konuyla ilgili görüşmemizde servislerdeki kişi sayısındaki bu azalmanın -özellikle de anaakımda- farklı tonlarda, özel haberlerin çıkması için muhabirlere zaman kalmasını engellediğini, muhabiri rutine boğduğunu belirtiyor.
Çatışma alanında güvencesiz olanlar
Coğrafi kısıtın yokluğu ve güvencesiz çalışmanın bir boyutu da muhabirlerin çatışma bölgelerine habere yollanması. Herhangi bir koruyucu teçhizat, hatta basın kartı dahi olmadan bölgeye yollanan sigortasız genç muhabirlere ilişkin birçok örneğe özellikle çatışma süreçlerinde sıklıkla rastlanılıyor. Gazetecilik aşkı ile yapılmış olsa da göze alınan risk dahilinde gözaltına alınmak, tutuklanmak gibi legal durumların ötesinde çatışmada yaralanmak hatta hayatını kaybetmek gibi sonuçlar da var. Üstelik bu örneklere yalnızca sermaye gazetelerinde değil ‘alternatif’ gazetelerinde de rastlanabiliyor.
Tam da bu nedenle, güvencesizliği gazetecilerin kendisinden sansürsüz şekilde dinlemenin, dahası onlara güvenceli bir iş alanı yaratmanın sonsuz yararı üzerinde düşünmek ve gazetecilere güvenceli ve ödeme garantili bir iş alanı sunmak için acilen modeller üretmeliyiz. Bu modelleri üretme tartışmasına başlamak için de bu dosya dâhilinde iki gazeteci ve bir meslek örgütü temsilcisiyle yaptığımız söyleşileri yayınlıyoruz. Kumru Başer, Tunca Öğreten ve Gökhan Durmuş ile yaptığım söyleşilerin, Türkiye’de gazetecilik alanında derinleşen güvencesizlik ortamı üstündeki perdeyi kaldırmasını ve gazetecilerin bu konuyu tartışmaya başlaması için bir vesile olmasını umuyorum.