Türkiye’de çağdaş edebiyatın en üretken yazarlarından biri olan Kemal Tahir, “Devlet Ana” gibi başyapıtlarına imza atmadan önce, sıkı bir gazeteciydi. Emin Karaca, “Kaybolan Bâbıâli’nin Ardından” yazı dizisinin dördüncü bölümünde ‘gazeteci Kemal Tahir’i anlatıyor. Journo olarak Karaca imzalı bu yazı dizisinin 2021’de de devam etmesini dilerdik. 12 Ocak 2021’de kaybettiğimiz meslek büyüğümüz Emin Karaca’yı, saygıyla anıyoruz.
Asıl adı İsmail Kemalettin Demir olan Kemal Tahir, 1910 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Şiire ve edebiyata meraklı bir gençti. Galatasaray Lisesi’nde 10. sınıftayken annesi hayatını kaybetti ve kısa süre sonra babası bir başka kadınla evlendi. Kemal Tahir ve kardeşi Nuri Tahir, artık bu evde yaşayamayacaklarını düşündüler. Evi terk ettiler. Okulunu da bırakan Kemal Tahir, önce Zonguldak’ta Fransızlara ait kömür işletmeleri şirketinde ambar memurluğu işinde çalıştı. Daha sonra İstanbul’a dönerek bir avukatın yanında kâtiplik yapmaya başladı. Kardeşi ise gedikli (astsubay) okulunda okumaktaydı.
‘Kabadayı’ Kemal Tahir ve Geçit dergisi
Kemal Tahir 1930’lu yıllarda, henüz yirmili yaşlarında iken, önce İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde, daha sonra da Beyoğlu’nda yaygın bir yaşam biçimi olan “kabadayılık” dünyasının içine girdi. Beyoğlu’nda tuttuğu bekâr odasında yaşamaktaydı. Bir yandan da akranı olan şiir ve edebiyat meraklısı gençlerle birlikte “Geçit” adında bir dergi yayımlıyordu. Polis Geçit‘i komünist bir yayın olarak görüp takibat başlattı. Bunun üzerine Kemal Tahir, sosyal ve ekonomik konularla daha çok ilgilenmeye başladı.
Bekâr odasının bulunduğu katta Kemal Tahir’in bir de kapı komşusu vardı: Türkiye Komünist Partisi Kurucu Komite ve Merkez Komite üyelerinden Sarı Mustafa (Mustafa Börklüce). Kemal Tahir’in Kapı komşusu Sarı Mustafa ile tanışıklığı; zaman zaman onu ziyarete gelen Nâzım Hikmet’le de tanışmasını sağladı. Nâzım Hikmet’le arkadaşlık ve dostluğunun başlaması ise bir yandan Babıâli’ye adım atmasını sağladı. Öte yandan Donanma Davası’nda çarptırılacağı 15 yıllık ağır hapis cezasının ilişkiler ağını örmeye başladı.
Vakit, Haber ve Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik dönemi
Geçit dergisi yayınına son verince; Kemal Tahir Babıâli’de önce “Vakit” ile “Haber” ve daha sonra “Son Posta” gazetelerinde musahhih (düzeltmen) olarak çalışmaya başladı. 1932-1937 yılları arasında geceli gündüzlü bu işlerde koşturmuş, “Yedi Gün” ve “Karikatür” dergilerinde sayfa sekreterliği, ‘Karagöz‘de başyazarlık yapmıştı.
Yedi Gün dergisinde önceleri “Cemalettin Mahir” takma adıyla hikâyeler yazdı. Aynı ad altında çeviriler ve uyarlama romanlar kaleme aldı. 1936’da “Namık Kemal İçin Diyorlar Ki…” adlı anket kitabı yayımlandı. Bunda 11 düşünür ve yazarla yaptığı söyleşiler vardı. Bu dönemde “Tan” gazetesiyle de röportajlar için anlaşmıştı ve ‘Karagöz‘ün sekiz sayfasını dolduruyordu.
1950’lerin ortasından itibaren Türk romancılığının ünlü isimlerinden biri olarak öne çıkmaya başladığında, biri kendisine yaptığı işleri sorsa, “gazetecilik” demeyi hiçbir zaman atlamıyordu. Hep şöyle sıralıyordu: “Kapalıçarşı’da tezgâhtar, maden işletmesinde ambar muhasip yardımcısı, avukat kâtipliği, gazetecilik…”
Kardeşine Sabahattin Ali kitapları verdiği için mahkûm oldu
Kemal Tahir gazetecilik ve yazarlık mesleğini sürdürürken, kardeşi Nuri Tahir de astsubay okulunu bitirerek gedikli üstçavuş çıkmış ve Yavuz zırhlısında göreve başlamıştı. Gemiden karaya izne çıktığı günler, ağabeyinin bekâr odasına uğramaktaydı. Nuri Tahir, ağabeyinin yakın dostu ve arkadaşı olan Nâzım Hikmet’le de tanışmıştı. Gemiye dönüşünde de ağabeyi Kemal Tahir’in kitaplığından edindiği, başta Nâzım Hikmet’in şiirleri olmak üzere sol ve komünizan kitapları gemideki arkadaş çevresine ulaştırmaktaydı.
Kemal Tahir, 13 Haziran 1938 günü “Askeri isyana tahrik ve teşvik ettiği” iddiasıyla tutuklandı. Erkin gemisinin güvertesinde kurulan askeri mahkeme tarafından, 26 kişiyle birlikte yargılandığı davada 29 Ağustos 1938 tarihinde verilen kararla 15 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edildi.
1965’te Vâlâ Nurettin’in kendisiyle yaptığı röportajda, bu olayı şöyle anlatacaktı Kemal Tahir:
“Ben şahsen gedikli başçavuş kardeşim Nuri Tahir’in kendisine ve arkadaşlarına Sabahattin Ali’nin hikâye kitaplarını vermişim. Muhakemede sonuna kadar yapılan biricik suçlama, o gün bile serbestçe satılan kitapları kardeşime vermekti. Ve ‘Okuyun ve çalışın’ demekten ibaretti. İftira olarak dahi başka hiçbir şey ileri sürülmemişti. Savcının da iddiası bu kadardı. Muhakeme sırasında kardeşim ‘Bu kitapları bana ağabeyim vermedi. Ben dükkândan satın aldım. Piyasada hâlâ satılıyor’ dediği gibi, öbür iki arkadaşı da kendilerine ‘okuyun ve çalışın’ demediğimi söylediler.”
‘Mumaileyhin komünistlik tahrikatından…’
Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesi ise Kemal Tahir için, “Duruşmada tahassül eden kanaatini” zabıtlarda şöyle ifade ediyordu:
“…Mumaileyhin komünistlik tahrikatından kat’i mahkûmiyetleri bulunan ve kendi ifadesiyle de komonistliği teyit edilen Nâzım Hikmet, Hamdi Alev, Hikmet Kıvılcımlı ile komonistlik şüpheleri altında bulunan Sarı Mustafa, Zehra, Hüsamettin, Kerim Sadi, Sıdıka gibi şahıslarla çok sıkı temasta bulunması ve muhitinin hassaten bu şahıslarla muhat bulunması ve yapılan aramada evinde bulunan ve listede 1 nolu tahkikat dosyasının (60, 63’ncü) sahifelerinde sıralanan Türkçe ve Fransızca 72 kitabın tamamen Sosyalizm, Marksizm ve Komünizme aidiyeti, maznunun komonist bir karakter taşıdığı ve bu kitapları bir sistem dahilinde kardeşi telsiz üstçavuş Nuri Tahir vasıtasıyla Yavuz gemisine sokmak suretiyle erbaşlar üzerinde propaganda ve telkin yapmağa çalıştığı ve kitaplar vasıtasıyla kendini tanıttırarak bu erbaşları kitaplar vasıtasıyla hazırladığı komünizm fikirlerinin şifahi telkinlerle de takviyeye çalıştığı ve kendilerinin Nâzım Hikmet’in ve kendisinin henüz neşredilmemiş eserlerini dahi bizzat okuduğu, izahlarda bulunduğu ve bu eserlerden ilham alan erbaş Mehmet Ali’nin aynı vadide şiirler yazmaya özendiği ve kendisiyle temas eden erbaşların aldıkları komonist fikirlerini donanma dahilinde neşrü tamime çalıştıkları ve onları bu yola şiddetle temayül ettirdikleri ve bir askeri şahıs olan kardeşini gerek bizzat ve gerekse evinde yaptığı toplantılara iştirak ettirmek suretiyle bu vadide yetiştirdiği ve kendisini donanma dahilinde bir propaganda aleti olarak kullandığı anlaşılmış ve bu suretle maznunun askeri isyana tahrik ve teşvik suçunu işlediğine tam bir vicdani kanaat hasıl edilmiştir.”
Kemal Tahir’in seçtiği soyadı, Nâzım Hikmet eserinden: Benerci
“Türk ulusu adına hüküm vermeğe mezun” Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 7 numaralı sanık Kemal Tahir için “icabını görüşür ve düşünür”: 15 yıl ağır hapis!
Nâzım Hikmet’in 1932’de yayımlanan “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” manzum romanından çok etkilenen Kemal Tahir, 1934’te kanunî bir zorunluluk haline getirilince, soyadı olarak kendisine ‘Benerci‘yi seçer… Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesi’nin hüküm fıkrasında yargı diliyle sonuç şöyle ifade ediliyordu:
“7- Suçu sabit görülen Kemal Tahir Benerci’nin suçuna uyan As. C. K.’nun 94. maddesine istinaden ve işlediği fiilin donanmanın disiplinini sarsan ve binnetice memleket müdafaasına ehemmiyetli bir tehlike iras eden fiillerden olması ve istihsal edilmek istenen neticenin vehameti takdiri şiddet sebebi addiyle takdiren (15) sene müddetle ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına ve TCK 31 ve 33. maddeleri mucibince müebbeden amme hizmetlerinden mahrumiyetine ve ceza müddeti zarfında hacir altında bulundurulmasına…”
Gazeteci Murat karakterini yarattı
Kemal Tahir 29 yaşında iken, 1940’ta, ardında daha yatacağı 13 yıllık ağır hapislik dönemi varken romancı olmaya karar verdi.
Romanlarının bazılarında mutlaka bir “gazeteci” kahraman bulunuyordu. O da ‘Gazeteci Murat‘tı.
İlk kez 1962’de yayımlanan “Kelleci Memet” romanında, Çankırı Cezaevi’nde, geçmişinde ve hâlinde Kelleci Memet’e tanıklık eden ve hatta anlatıcı ‘Gazeteci Murat‘tı.
Temmuz 1969 baskılı “Kurt Kanunu” romanının üçüncü bölümünde “Gazeteci Murat” yine okuyucunun karşısındaydı.
Romanda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı düzenlenen 1926 İzmir Suikastı davasının aranan sanığı, hayattaki İttihatçıların lideri kabul edilen Kara Kemal, kolluk kuvvetlerinden kaçarken, çocukluk arkadaşı Emin Bey’in Samatya dolaylarındaki evine sığınmaya gelir. Evde ruh çağırma seansı yapılmaktadır: “Masada oturanlar –Doktorun dul baldızı Nesibe, ev sahibi Perihan, yeğeni gazeteci Murat- elleri masada soluklarını kesmişlerdi.”
Bir sayfa sekreterinin derli toplu tanıtımı
Kemal Tahir‘in, ilk baskısı Nisan 1971’de yapılan “Yol Ayrımı” romanının başlarında da gazeteci Murat okuyucunun karşısındaydı. Burada artık tümüyle “gazeteciliği” içeriden görüyordu okuyucu. ‘Murat‘ın betimlenmesi ve edimleri, bir ‘sayfa sekreteri’nin derli toplu tanıtımıydı:
“Murat, yemek dönüşü, gıravatı çözüp masanın üstüne atmış, kahveyi bitirince de, kendisini çalışmaya zorlamak için, gömleğin kollarını sıvayıp kâğıtları önüne çekmişti.
Kâğıtlar: Başta birinci sayfanın planı… Sekiz tane boş sütun… Bunların şurasına, burasına koyulacak fotoğrafların yerini gösteren, küçüklü büyüklü birkaç dörtgen… İç haberleri gibi dış haberleri de, incir çekirdeği doldurmaz; Anadolu Ajansı bültenleri… Çoğu telefonla alınıp, kahve köşelerinde değiş-tokuş edildikten sonra, birbirine benzemesin diye alt-üst edildiği için anlamsız hâle gelen özel (!) havadisler…
Aslına bakılırsa, umurunda değildi Murat’ın gazeteler, başlıklı ya da başlıksız çıkmış… Haftada bir gece, izinli sekreterin yerine bakıyordu. Hiç de sevmiyordu sekreterlik işlerini… Röportaj yazarlığına geçti geçeli, kurtulmuştu, çok şükür, punto, kadrat, ‘yazı eksik, yazı fazla’ hesaplarından…”
Gazeteden arkadaşıyla sabaha kadar yumruklaşmış
Arkadaşı İsmet Bozdağ’la sohbetlerinin birinde; gazetecilik yıllarından bir anısını anlatıveriyor Kemal Tahir…
Zaman 1930 yılı yazıdır; ağustos, eylül ayları… Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısına yeni bir parti çıkmıştır: Serbest Cumhuriyetçi Fırka…
Şöyle anlatıyor Kemal Tahir:
“Ertuğrul Şevket’le beraber ‘Vakit’te çalışıyorduk. ‘Serbest Fırka’ hikâyesi başlamış; kimi Halk Partisi’ni kimi Serbest Fırka’yı tutuyor. Ben Halkçıyım! Gazetede karşı fikirden olanlarla dalaşıyoruz. Benim şakamın olmadığını bildikleri için pek üstüme varmıyorlar… En sevgili arkadaşım Ertuğrul Şevket, Atatürk’ün partisi CHP’nin karşısında kurulan ‘Serbest Fırka’ya girdi diye, Aksaray yangın yerinde – en sevgili arkadaşımla- sabaha kadar yumruklaştık; az kaldı ki birimiz öle!”
‘Artık tam manasıyla gazeteciliğe rücu ettik galiba’
Geçit’ten arkadaşı İdris Ahmet, Haber gazetesinde düzeltmenlik yapmaktadır. Gece çalıştığı için uykusuzluğa tahammül edemediğinden işi bırakmak istemektedir. Kemal Tahir, arkadaşı İdris Ahmet’i, kendisinin yerine birkaç gün çalışabileceğini söyleyerek ikna eder.
Sonradan eşi olacak olan o zamanlardaki sevgilisi Fatma İrfan Hanım’a 4 Aralık 1934 tarihli mektubunda, “Haber” gazetesindeki bir gecelik musahhihlik (düzeltmenlik) mesaisini yazıyor:
“… Artık tam manasıyla gazeteciliğe rücu ettik galiba.
(…)
— Eh dedim, başka bir şey yapalım. Bu akşam senin yerine ben yanayım. Sen git eve zıbar.
Gözleri parladı. Sapsarı yüzüne renk geldi:
— Olur bu, dedi, haydi git.
— Yoo, dedim, sen de beraber gelmelisin. Beni takdim edip hastalandığını, yerine birkaç gün bakıvereceğimi söylemelisin.
İtiraz edemedi. Yola düştük.
Tam Babıâli Yokuşu’nu tırmanırken Vâlâ Nurettin ile karşılaşmaz mıyız? Bizim oğlan İdris sallandı. Meğer korktuğuna uğramış. Meğer beni ceride idarehanesine bir sokup oradan savuşacakmış. Fakiri ortada sipsivri bırakacakmış. Mel’unun fikr-i mel’anetkâresine şeytan karıştı. Vâlâ’ya şapkayı çıkarıp yanaştım. Mükemmel ve müdellel bir selâm sarkıttım. Vaziyeti hülasa ettim. Hay hay’ı bastırınca rahatladım. İdris Ahmet’i savıp yazıhaneyi boyladım.
(…)
Gece 12 olacak, matbaaya damladım. (…) Haber’i bilirim de sıkıntı çekmedim. Göz göz oyulmuş geniş masaların ortasında üstü mürekkep lekelerinden, kurşun kalemle atılmış imzalardan, kenarlara yayılmış peynir ekmek, kahveci hesaplarından görünmeyen bir masacık da bana gösterdiler. Buyur ettiler. Yanladım. Eh, gel keyfim gel. Daha görünürlerde tashih edilecek evrak yok. Şöyle etrafı yoklayayım, yeni dostları iskandil edeyim, dedim. Etrafa göz gezdirdim.
(…)
‘Bir taraftan kâğıt bobini koymuşlar, öte taraftan ciltli gazeteler alıyorlar’
Neyse, bir de baktım önüme tashih edilecek yazı yağmaya başladı. Ben de elimdeki dolmakalemi biteviye istimal ederek ifâ-yı vazifeye mübaşeret eyledim.
Saatler yavaş yavaş geçiyordu. Alaca karanlık görünmüş, içerde makina homurdanmağa başlamıştı. Bir telâş oldu. Bir vaveyla koptu. Meğer Haber ceridesi makinaya istif ediliyormuş. Ben de koştum. Bir de ne göreyim? Bir taraftan kâğıt bobini koymuşlar, öte taraftan ciltli gazeteler alıyorlar. Ve minel garaib… bak rabbimin hikmetine, dedim. Elime sıkıştırdıkları ‘Akşam Postası’nı sabahın yedisinde okuya okuya yazıhanenin yolunu tuttum.
İşte İrfan Bayan Hanımefendi Hazretleri, bu işe de böylece mübaşeret eylemiş olduk. Vâlâ Nureddin Beyefendi ile bağdaştık. Dost olduk. Selâmi İzzet Ağabey’le içtiğimiz su ayrı gitmez oldu.”
Fatma İrfan Hanım’a 12 Mayıs 1937’de yazdığı mektupta ise gazetecilik günlerinin çalışma temposunu şu şekilde anlatıyordu Kemal Tahir:
“… Becerdiğim iş kolay değil canımın içi. Haftada bir hikâye, bir roman tefrikası –Karikatür’de çıkıyor- bir anket –Karikatür’de- on, on iki fıkra gene Karikatür’de çıkıyor. Sonra Karagöz gazetesinin sekiz sahifesi, Yedi Gün mecmuasına yazılar. Bu Yedi Güne yazdıklarımın çoğu tercüme, çoğu da patron resim veriyor, bu resme bir mevzu uydur, diyor. İş kolay olmasa pek altından kalkılmaz ya, çok şükür kolayını almışım.”
***
Yani, işin özü, Türk edebiyatının doruklarından biri olan Kemal Tahir, romancı olmadan önce sıkı bir gazeteciydi…
Meslek hayatı 50 yılı aşan gazeteci-yazar Emin Karaca, Journo için hazırladığı “Kaybolan Bâbıâli’nin Ardından” başlıklı yazı dizisinin önceki bölümlerinde Türkiye’nin ilk gazetelerini anlatmış; Baba Tahir ve Deli Nizam‘ın portrelerini kaleme almıştı.
12 Ocak 2021’de kaybettiğimiz Emin Karaca’yı, Cem Erciyes anlatıyor: “Sona eren bir Bâbıâli kuşağının, geleneğinin temsilcilerinden biriydi…”
Journo ekibi olarak meslek büyüğümüz Emin Karaca’yı saygıyla anıyor, sevenlerine başsağlığı diliyoruz.