Yeni tip koronavirüsün medyanın farklı alanlarını nasıl dönüştürdüğünü incelediğimiz “Salgın Etkisi” yazı dizimizin bu bölümünde Kültigin Kağan Akbulut, kültür-sanat yayıncılığını ve eleştirmenliği ele alıyor.
Gazete Duvar, Evrensel, Posta, K24, Hürriyet Kitap Sanat, Açık Radyo, Art Unlimited, FilmLoverss, Bir Baba Indie, Altyazı Sinema, Sanat Dünyamız, T24 ve Argonotlar gibi yayınlarda görev yapan 12 editör ve yazarla, sanat yayıncılığının virüsle beraber neye evrildiğini tartışıyor.
Edebiyat, sinema, müzik, tiyatro ve plastik sanatlara dair haber ve yorumlar salgın günlerinde medyada nasıl yer aldı? Salgın sonrasında neler bekleniyor?
Koronavirüs salgını; politikayı, gündelik yaşantımızı, düşünce biçimlerimizi derinden etkilediği gibi medyayı da sarstı. Basılı gazetelerin sorunları katlanırken çevrim içi mecralara olan ilgi daha da arttı. Buna rağmen medyanın iş modeli krizi çözülmek bir yana, reklam gelirlerinin hızla düşmesiyle iyice derinleşti. Sanat eleştirisi ve sanat yayıncılığı bundan payını aldı.
Fiziksel mekânlara yönelik kısıtlamalar nedeniyle sinemalar ve tiyatrolar kapandı, konser ve diğer toplu etkinlikler iptal edildi. Sergi mekânları tedbirli bir şekilde açılmış olmasına rağmen ilgi az. Yayıncılık dünyası da yeni kitaplar üretemedi ama evde kalma süreciyle kitaba yönelik ilginin arttığını gördük.
Kültür-sanat faaliyetleri durmuşken kültür-sanat yayıncılığı nasıl yapıldı?
Bu koşullarda sanat eleştirisinin ve sanat yayıncılığının durumunu editörler ve yazarlarla konuştuk. Fiziksel mekânlardaki etkinliklerin yapılamadığı dönemde bu yayınlar ne ürettiler? Sanat bu süreçte neye evrildi ve sanat konulu yayınlar bu evrimi nasıl ele aldı? Salgından maddi olarak etkilenen sanat kurumlarının durumu, yayıncılara nasıl yansıdı? Bu sorulara ve daha fazlasına yanıt aradığımız soruşturmamıza katılan isimler şöyle:
- Gazete Duvar ve Evrensel gazetelerinde sinema yazıları yazan ve Posta Kitap ekinin editörlüğünü yapan Şenay Aydemir
- Kitap Kültür Kritik sitesi K24’ün editörü Mustafa Arslantunalı
- Hürriyet Kitap Sanat ekinin editörlüğünü yapan ve Hürriyet Cumartesi ekinde tiyatro eleştirileri yazan Bahar Çuhadar
- Gazete Duvar’da güncel sanat üzerine eleştiriler kaleme alan ve Açık Radyo’da program yapan Evrim Altuğ
- Basılı ve çevrim içi mecralarda çalışma yürüten güncel sanat içerikli Art Unlimited’ın Genel Yayın Yönetmeni Merve Akar Akgün
- Sinema sitesi FilmLoverss’ın Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Murat Emir Eren
- Müzik sitesi Bir Baba Indie’nin editör ve radyo programcısı Tuğçe Yapıcı
- Altyazı Sinema Derneği proje koordinatörü Senem Aytaç
- Altyazı Sinema Dergisi editörü Yeşim Tabak
- Sanat Dünyamız dergisi editörü Fisun Yalçınkaya
- Susma Platformu’nda proje koordinatörü olarak çalışan ve T24’ün YouTube kanalında sanat programı yapan Ayşen Güven
- Argonotlar.com, Borusan Contemporary Blog gibi yayınlarda sanat eleştirileri yazan Nergis Abıyeva katıldı.
Öncelikle koronavirüs salgını, sizi ve yayınınızı teknik olarak nasıl etkiledi?
Şenay Aydemir: Benim hâlihazırda ilgilendiğim iki alan da büyük oranda etkilendi. Sinema salonlarının kapatılmasıyla birlikte filmler ortalıktan çekilince içerik üretme konusunda ciddi sıkıntı ortaya çıktı. Sinema içeriği ürettiğim Gazete Duvar ve Evrensel için yeni alanlara yönelmek, daha başka fikirler üretmek gibi çözümler gerekti. Diğer yandan Posta gazetesi için aylık olarak dışarıdan hazırladığım kitap eki de yayınevlerinin salgın döneminde kapalı olmaları, kitap basmayı bırakmaları nedeniyle sıkıntı yaşadı. Nisan ayında eki çıkaramadık örneğin. Mayıs ve haziranla birlikte eski rutinimize döndük bu alanda. Ancak sinema salonları 1 Temmuz itibarıyla açılmış olsa da yeni filmlerin sonbahardan önce salonlara uğramayacağı görülüyor. Bu alanda öncelikle ABD’deki normalleşme önem taşıyor. Orada vizyon normale döndükçe bizde de dönecektir diye düşünüyorum.
[Editörün notu: Bu konuda Hollywood’dan gelen sinyaller olumlu değil. ABD’de vaka sayısının tırmanmasıyla Hollywood’un büyük stüdyoları yeni filmlerini daha da uzak tarihlere ertelemeye başladı. Örneğin önceki gün Disney, ‘Mulan’ın ilk gösterimini süresiz ertelediğini açıkladı. Paramount ise aralık ayında vizyona girmesi planlanan “Top Gun: Maverick” filminin ilk gösterimini 2021 yazına bıraktı.]
Mustafa Arslantunalı: K24’te tiyatro, sinema, sanat, müzik, mimari de yer buluyor ama site daha çok kitap ağırlıklı. Ya da şöyle diyelim: Yayın dünyası her zaman ön planda. Burada kitap ya da yayın derken, sadece edebiyatı değil, kurgu dışı eserleri de kastediyoruz.
Yeni kitap basılamasa da eski kitaplara ilgi daha da arttı
Salgın ve karantina günlerinde tiyatro ve sinemaların kapalı oluşu, konser ve sergilerin iptali ya da ertelenmesi elbette herkesi ve bu alanlara yönelen bütün mecraları etkiledi. Ama K24 için iki sebepten daha kolay aşılan bir etki oldu bu.
Birincisi, kitap ya da genel olarak yayınlar, ötekilere göre biraz daha soğuk bir mecra. Bu süre boyunca yeni kitap maalesef basılamadı ama K24’ün işleyişini hiç etkilemedi bu durum. Çünkü insanlar okumaya ve yazmaya devam ettiler, hatta karantinada –sosyal medyada göründüğü kadar çok olmasa da– eskiye göre daha çok okunduğu söylenebilir. En azından okumanın gündeme geldiği…
İkinci olarak, tiyatro ve sinemalar kapalı olsa da, sergi ve konserler belirsiz bir tarihe ertelense de; müzik üzerine, tiyatro üzerine, dahası bu alanlarda daha önceden yayımlanmış kitaplar üzerine yazmak mümkündü. Biz de bunu yaptık.
Tabii K24 basılı bir yayın olsaydı bu süre zarfında yayınına ara vermek zorunda kalacaktı. Çevrim içi yayın bir bakıma havaya suya yazı yazmak gibi görülüyor, kalıcılığı olmayan bir çaba olarak nitelendiriliyor ama böyle durumlarda da basılı yayına göre muazzam bir üstünlüğü var: Okurlar tarafından karantina süresince erişilebilir olma lüksü…
Felaket konulu kitaplar ile çevrim içi müzeler gündeme girdi
Bahar Çuhadar: Editörlüğünü yaptığım, dört senedir Hürriyet gazetesinin haftalık eki olarak yayımlanan Hürriyet Kitap Sanat’ta güncel kitap ve sanat haberlerini okuyucuyla buluşturuyoruz. Yazar ve muhabirlerimiz yeni çıkan ve nitelikli edebiyat ve edebiyat dışı eserlerin değerlendirmelerini yapıyor; çağdaş sanat, plastik sanatlar ve müzik başta olmak üzere sanatın farklı alanlarındaki gelişmeleri de değerlendirme yazıları ya da söyleşileriyle dergimize katkı sunuyorlar.
2020 mart başında İtalya’da sanat mekânları bir bir kapanmak zorunda kalınca, pandemi mart ortasında sınırlarımıza giriş yaptığında, “başımıza gelecekleri” az çok tahmin ediyorduk doğrusu. Bizde de tiyatro, sergi, sinema ve konser mekânları birden kapanmak, sezonun en canlı dönemine beklenmedik şekilde son vermek zorunda kaldı. Yayıncılık sektörü açısından da durum farklı olmadı elbette. Kitabevlerinin kapanması, yayınevlerinin de yayın programlarını dondurmasıyla sonuçlandı.
Yaklaşık iki ay boyunca belli başlı yayınevlerinin hemen hiçbiri yeni basım yapmadı, matbaalar çalışmadı.
Kapak konularımızı ve içeriğimizi tamamen güncel sanat akışı üzerinden kuran bir dergi olarak bizim için de kolay bir süreç olmadı. Kitap sayfalarımızı pandemiden hemen önce basılmış olan kitaplara ve yanı sıra “salgın, felaket” gündemine denk düşen klasiklere yer vererek değerlendirdik bu süreçte. Sanat sayfalarımızın sayısını bir parça azaltmak durumunda kaldık, zaten süreç dergimizin sayfa sayısında da azalmaya sebep olmuştu. Var olan sanat sayfalarımızdaysa haftalar boyunca korona salgınının sanatçıların üretimini, sanat mekânlarının faaliyetlerini nasıl etkilediğine dair söyleşilere yer verdik. Elbette dijital olarak gezilebilen müze ve galerilerdeki sergilere dair değerlendirmeleri de eksik etmedik.
Artan söyleşiler ve Discord uygulamasıyla kesintisiz diyalog
Evrim Altuğ: Haftalık periyotta emek verdiğim Gazete Duvar ve Açık Radyo’nun muhalif ve araştırmacı gazeteciliği gözeten yayın anlayışı gereği, pek boş kaldığımızı söyleyemeyeceğim. Bu süreçte özellikle akademisyen, yazar ve gazetecilerle pandemi sürecinin sivil toplum, kültür ve sanat dünyasına akislerini sorgulayıcı söyleşiler hazırladık ve kitaplarını büyüteç almaya özen gösterdik. Ancak arada, yurt dışı etkinlikler ve tartışmalar da gündemimizi belirledi. Nermin Saybaşılı, Henri-Cartier Bresson, Egon Schiele, Jean-Paul Sartre, Laleper Aytek, Ali Akay, Özgür Taburoğlu gibi isimler, türlü kitapları ve tarihsel yıldönümleriyle yazı konu ve konuklarım oldu. Bu arada yazılarımı online sunarken, yaşanan karantina koşullarında radyo yayınlarımızı da Açık Radyo Yolgeçen programında Rahmi Öğdül’le Discord uygulamasını kullanmak suretiyle diyaloğu kesmeden sürdürmeye özen gösterdik.
‘Online’da olmasaydık ne yapardık’
Merve Akar Akgün: İlk karantina sürecinde şu cümleyi sarsılarak kurdum: “Online’da olmasaydık ne yapardık?” Salgın basılı yayınlarımızı daha negatif yönde etkilerden dijital mecralarımızı pozitif yönde etkiledi. İnsanların çevrim içi mecralarda çok daha fazla zaman geçirmeleri okunma oranlarımıza pozitif şekilde yansıdı. Biz de yayın akışımızı zenginleştirdik yeni seriler ve farklı okuma/izleme listeleri yayımlamaya başladık. Sinemalar, tiyatrolar kapalı olsa da, konserler, sergiler yalnızca çevrim içi deneyimlenebilse de sanat üzerine yazılacaklar, düşünülmek üzere masaya yatırılacaklar bitmez, hatta dünya dursa da bitmez.
Örneğin bir yaşam biçimi ve moda dergisinin bu dönemde tamamen haberciliğe soyunduğuna şaşkınlıkla şahit oldum. Belki de biz sanat alanında ürettiğimiz için imkânlarımız daha zengin.
İçerik konusunda hiç sıkıntı çekmedik, aksine yayın akışında çok fazla birikme yaşandı. Hayalim 20 editörle bir masa etrafında toplandığımız ve gönlümüzden geçen her şeye yer verebildiğimiz bir akış planlayabilmek.
‘Sitemizin mesaisi olağan takvimin ötesinde, daha da arttı’
Murat Emir Eren: Hali hazırda devam eden salgın sürecinde sinemaların kapalı olması, fiziki şartlarda gösterimlerin gerçekleştirilememesi, vizyon takviminin durması, kürate edilen özel gösterimlerin durması gibi sebeplerden FilmLoverss yayınları da şüphesiz etkilendi. Bununla beraber online gösterimlerde izleyiciyle buluşan filmlerin eleştirileri, sektörle ilgili gelişmeler, evlere kapandığımız zaman dilimini de farklı mekânlarda aynı filmleri izlediğimiz bir toplu deneyime dönüştürme amacını güderek hazırladığımız Evde Sinema gibi içeriklerle aslen sitemizin mesaisi olağan takvimin ötesinde, daha da arttı. Popüler online platformların yayın durdurmadığı, dizi, film içeriklerini yayımlamayı sürdürdüğü bir vaziyet de hasıl olduğundan aslında yayın namına yoğun, yurt dışıyla aynı anda ülkemizde de yayına giren önemli içerikler nedeniyle yer yer gece de çalışılan bir dönem bu.
Bağımsız müzikte üretim patlaması yaşandı
Tuğçe Yapıcı: Normal şartlarda konser, festival, lansman, albüm dinletisi, basın davetleri gibi etkinliklere iştirak etmek haftalık ajandamızın önemli bir kısmını kaplıyordu. Diğer işlerimizin iptal olması sonucunda bu dönemde Bir Baba Indie’ye ayıracak daha fazla vaktimiz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Ayrıca mainstream’de release’lerini ertelemeyi tercih eden sanatçılar olsa da bağımsız müzikte üretim ve yeni release patlaması yaşandı desem yeridir. Buna karşılık konser ve festivallerin iptal olması sanatçıların gelir kaynaklarını ve tanıtım olanaklarını büyük ölçüde azalttı. Biz de bu yeni dinamikleri göz önünde bulundurarak yerli alternatif müzik üretimine daha fazla destek olabileceğimiz bir şekilde uyumlanmaya çalıştık; gelen onlarca maili okuduk, bize gönderilen yeni çalışmaları dinledik, birbabaindie.com ve YouTube için içerik ürettik, radyo ve Spotify için seçkiler oluşturduk.
‘E-dergiye ve dijital abonelik sistemine geçişimizi hızla gerçekleştirdik’
Senem Aytaç – Yeşim Tabak: Mart 2019’da kurduğumuz Altyazı Sinema Derneği’yle tam yeni bir yapılanmaya gitmiş ve iki aylık süreli matbu dergimizi rayına oturtmuşken, pandemi süreci her şeyi bir kez daha alt üst etmiş oldu. Bağımsız dergicilik malum her zaman taşlı bir yol ama matbu derginin, düzenlediğimiz seminerlerin, mekân buluşmalarımızın sekteye uğraması, aslında bizim için uzun süredir bir mecburiyet de olan dijitalleşme sürecini bizim adımıza hızlandırmış oldu.
Bu süreci, -gelecek de oldukça belirsiz göründüğünden- dijitalleşme konusunda kendimizi güçlendirme yönünde daha verimli kullanmaya karar verdik. E-dergiye ve dijital abonelik sistemine geçişimizi hızla gerçekleştirdik ama hâlen daha iyi bir sistem üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. Diğer yandan hem çevrim içi tartışmalar hem de Altyazı Fasikül’ün “İçeriden Dışarıya” gibi bağımsız belgeselciler ve video sanatçıları ile beraber ürettiğimiz görsel-işitsel projelerle, dijital mecraları daha aktif kullandığımız bir dönem de oldu. Genel anlamda, yayın politikamızı değiştirmeden ama dijital ortamın sunduğu olanakları daha verimli kullanarak, okuyucularımıza daha zengin bir deneyim sunmak için daha çok kafa yorduğumuz bir dönem olduğunu söyleyebiliriz bizim açımızdan.
‘Editörlük ve grafik sürecini ilk kez ofisimiz yerine evlerden yürüttük’
Fisun Yalçınkaya: Pandemi süreci başladığında Sanat Dünyamız dergisinin mayıs-haziran sayısının hazırlıklarına başlamıştık. Editörlük ve grafik sürecini ilk kez ofisimiz yerine evlerden yürüttük. Yine derginin tarihinde ilk kez bir sayıyı tamamen çevrim içi erişime açtık. Bunu takiben, kapanan sergi mekânları ve karantina süreci, yazılarda yoğun olarak etkisini hissettirdi.
Bu süreçte sanatın daima ilgili olduğu emek, eşitlik, sınıf farklılıklarının öne çıktığı belli temalar etrafında okumalar yapmak, özellikle ekoloji konusunda perspektifimizi genişletecek kaynaklara gitmek bir mücadele yoluna dönüştü.
‘Bazen daha kolaylaştı gibi geliyor bazen iş yükü arttı gibi’
Ayşen Güven: Bir süre şaşkınlıkla ve salgının endişesiyle duraksadım. Ama sanatçılar nasıl üretmenin bir yolunu bulduysa biz de yavaş yavaş yeniden onlarla bir şekilde konuşmanın, söyleşmenin yolunu bulduk. Ancak teknik olarak hâlâ kafam karışık. Bazen daha kolaylaştı gibi geliyor bazen iş yükü arttı gibi? Yazılı içerikler açısından değişen birkaç şey var; birincisi görsel kısıtlama yaratması. Sonuçta röportaj görsellerine eskiden beri emek harcarız. Şimdi sanatçıdan hâlihazırdaki görsellerini istiyoruz. Bu bir zayıflık yaratıyor bence. Maille yapılan söyleşiler işçilik açısından pratik oluyor, evet. Ancak ben eskiden beri “söyleşimizi yüz yüze yapmayı tercih ederim” tavrı takınan bir insan olarak yazılı söyleşilerde dinamizm tutturmakta zorluk olduğunu da düşünüyorum.
Son olarak özellikle video içeriklerde teknik altyapı oluşturmak sahada çalışan gazeteciler için epey mesele oldu. Örneğin, her kayıt öncesi dekor, ışık, sessizlik ve internet hızı gibi tüm şartları kendiniz kolluyorsunuz; mikrofon, bilgisayar gibi teçhizatı konularını kendiniz çözüyorsunuz. Daha mikro bir emek olsa da işin niteliğine dair tüm yük sizin sırtınıza kalmış oluyor.
“Her şeyi kendi kendimize yapabiliriz” gazeteciliğinin bunlar düşünülmeden şişirilmesini sağlıklı bulmuyorum.
Evet, dijital imkânlarla tek başına yayıncılık yapabilmek bu gibi seçemediğimiz şartlarda inanılmaz bir olanak. Ancak özellikle dijital video içeriği dediğiniz iş kurgusundan, sesine, ışığına, görüntüsüne, kadrajına kadar ayrı ayrı uzmanlıklar gerektiren bir iş. Bunların hepsi de ayrı meslekler ve öyle de olmalılar diye düşünüyorum. Dijitaldeki sesli ya da görüntülü üretimler nicelik olarak artsa da hâlâ gerekli özenle üretilmiyor bana kalırsa. Dijital olanaklar da bu nedenlerle estetik ve teknik kalite sağlamayıp daha çok hızı arttırıp işçiliği azaltıyor. Bence estetik, teknik, içerik ve hız birlikteliğine ihtiyacımız var. Bu da yine kolektif üretimin gerekliliğine işaret ediyor.
Fiziksel mekânlardaki etkinlikler kısıtlandı ancak çevrim içi alanda etkinlik, içerik patlaması yaşadık. Böyle bir durumda eleştirmen olarak yazılarınızda ya da editör olarak yayınınızda nasıl bir strateji oluşturdunuz? Salgın sürecinde nelere odaklandınız?
Şenay Aydemir: Salgının içerik üretme açısından ilk anda bir kriz ortaya çıkardığını söylemek gerek. Sinema yazıları açısından ilk gösterdiğim refleks, herkes gibi evde izlediğim şeyler hakkında yazmaktı ancak bunun fazla zorlama ve tutarlılıktan uzak olduğunu düşündüm.
Bulduğum çözümlerden birisi meslektaşlarımın çoğunun yaptığı gibi dijital mecralardaki içeriklere dair yazılar kaleme almak oldu. Ancak bir süre sonra buradaki içeriğin çoğunun benim eleştiri kriterlerime göre kötü olduğunu ve durmadan ağır eleştiriler yazdığımı fark ettim.
Bu noktada 7 Nisan tarihi itibarıyla Duvar’da başladığım ve hâlâ devam eden “Bir Film Bir Konuk” programı kurtarıcı oldu. Çevrim içi olanakları kullanarak sinema dünyasından isimlerle başlayan program çeşitlenerek devam ediyor. Bir yandan da online platformlardaki içerikler hakkında yazmaya devam ediyorum.
‘Bu durumda bir yayının yapması gereken soğukkanlı olmaktır’
Mustafa Arslantunalı: K24, ürüne odaklı bir yayın. Yani burada kitaplar, filmler, müzik albümleri, sergiler, tiyatro oyunları üzerine eleştirel yazılar yayımlanıyor, kanaat içeren yazılar değil. Sık sık deneme de yayımlıyoruz. Salgın sırasında, madem ki olağanüstü koşullardayız, bu olağandışı durumu dile getiren yazılara yer verelim dedik, 28 yazılık “salgın ve karantina günleri” dosyası böylelikle oluştu. Tabii, bunu yaparken yine yazıların okuru olabildiğince çok kitaba götürmesine dikkat ettik. Eski ve yeni kitaplar, filmler, oyunlar üzerinden salgına bakmaya çalıştık. Okur sayımızda artış oldu tabii ki. Ama bunun yayımlanan ya da yazılan yazıların niteliğini değiştirmesi beklenmez zaten.
İnsanların gündelik hayatı baştan sona o kadar değişti ki dünyanın bu salgınla bir anda başka bir yer haline geleceğine inanılır oldu. Bence gazete, dergi ya da çevrim içi mecra olsun, fark etmez, bu durumda bir yayının yapması gereken soğukkanlı olmaktır. Spekülatif malzemeye yer verirken dengeli olmak, değişmeyen ve temel şeyleri hatırlatmak… 1918 İspanyol gribinin hatırlanması bu bakımdan çok doğal. Doğal olmayan, 50 milyon kişinin ölümüne yol açmış bu salgının unutulmuşluğu ve koronavirüsün benzersiz bir felaket olarak karşımıza çıktığının düşünülmesi.
‘Dijital tiyatro’ ve ‘arşiv kayıtları’ kavramları hızla hayatımıza girdi
Bahar Çuhadar: Hürriyet Kitap Sanat’ın sanat sayfalarında dijital olarak gezilebilen müze ve galerileri takip ettik, burada yer alan sergilere dair değerlendirmeler ve söyleşiler yayımladık. Öte yandan ben Hürriyet Cumartesi ekinde yayımlanan tiyatro yazılarıma her hafta aksatmadan devam ettim. Zira pandemiyle birlikte “dijital tiyatro” ve “arşiv kayıtları” kavramları hızla hayatımıza girmişti. Daha ilk haftadan kendimi bir “dijital tiyatro yazarı” olarak bulmuştum. Oysa ki salgınla birlikte uzun süre oyun izleyip üzerine yazamayacağımı düşünüp üzülmüştüm. Öyle olmadı!
Sayıları çok olmasa da bir dizi tiyatro önce arşiv kayıtlarını erişime açtı ve böylece geçmiş sezonlardaki açığımı hem kendi adıma kapattım, hem de gördüklerimi okuyucularla paylaşmak üzere bilgisayar başına geçtim.
Öte yandan hâlihazırda tiyatro dünyasında alttan alta yürüyen bir tartışma olan dijitalin sahneyle ilişkisi konusu hızla gündemimize oturdu. Özellikle bağımsız, özel tiyatrolar envai çeşit dijital oyun çalıştı. Instagram’dan canlı yayından izlediklerimizden Zoom’da gerçekleşenlere, Whatsapp’ta kurgulanan oyunlara ya da yeni nesil ses tiyatrolarına pek çok farklı örnekle buluştuk. Her bir fikir çok kıymetliydi, konu üzerine düşünülüp denenenler derinleştikçe daha da ilginçleşiyor benim için de.
Tiyatrocular biçim/içerik ilişkisinde yeni yollar açtılar, oyunların bir kısmı konu olarak da pandemi günlerini işlemekteydi. Şu aşamada tiyatro eleştirmeni olarak çıkan ürünlerin niteliğinden çok, bu süreçte teorik tartışmanın ve üretimin el ele gitmesini enteresan ve verimli buluyorum. Pek çok sanat alanında olduğu gibi tiyatro dünyası da dünyanın her yerinde, tarihinin en zorlu dönemini yaşıyor.
Tiyatronun alışageldiğimiz olmazsa olmazı “Şimdi, burada ve birlikte” duygusunu dijital performanslarla yakalamak o kadar da kolay değil ama seyirciler, sanat üreticileri ve eleştirmenler olarak hep birlikte deniyoruz, öğreniyoruz; yeni yollar açmak için bu tatsız dönemi belki de bir fırsat olarak görmek zorundayız.
‘Açık kaynak çağı’nda ‘deneysel bir süreç’
Evrim Altuğ: Kültür ve sanat piyasasında gerek arşiv, gerekse dayanışma amaçlı çok sayıda organizasyon ve fikrin de belirdiği deneysel bir süreç yaşıyoruz. Yaşarken olduğu gibi, ölürken de öğreniyor ve tarihin sorumluluğunu kimlerin nasıl aldığını, bıraktıkları zihinsel yapı ve yapıtları üzerinden kamuoyuna duyurmaya çalışıyoruz. Kültür-sanat gazeteci ve yazarları olarak 21 senedir, öncelikli vazifemizin sınıf veya zümre önceliği almadan, kamuoyunu kültür ve sanat alanının öncüleriyle buluşturmak olduğuna inandım. Bu süreçte de tavrım, köprünün her iki yakasını sağlam ve akışta tutmaya çalışmak yönünde oldu. Kurum ve kişilerin özellikle dijital medyalarında paylaştıkları birikimlerini karma dosyalar ve seçkilerle gündeme taşımaya gayret ettim. Kişisel ölçekte tarafıma bildirilen proje ve faaliyetlerin hayli yaratıcı ve nicelikte de fazla olduğunu şaşkınlıkla izledim.
Merve Akar Akgün: Biz konuyla alakalı en somut olarak İpek Çınar’la birlikte “Mecra Araştırmaları” adını verdiğimiz ve bütün bu deneyimlere odaklanan bir seriye başladık. Çok fazla bilgi bombardımanı yaşadık ancak ben tüm hepsini çok pozitif olarak okuyorum. İçinde bulunduğumuz çağ “açık kaynak” çağı, tıpkı Unlimited yayınlarının 15 yıldır yaptığı “açık kaynak” olma meselesini pek çok kurum bu vesile ile düşünmüş oldu. Yayın olarak yapılan tüm etkinlikleri duyurmaya özen gösterdik. Okurlarımıza maksimum fayda sağlayacak işler yapmaya çalıştık: Farklı bir deneyim sunmak üzere bir video seriye başladık; farklı yayınlardan derlediğimiz okuma listeleri sunduk; yazarlarımızın önerileri doğrultusunda düzenli olarak kitap listeleri paylaştık; bir mektup serisi tamamladık. Ayrıca bu döneme denk gelmesini çok anlamlı bulduğumuz bir arşiv sayısı hazırladık.
İzleyici de uyum sağladı, birçok film yeniden keşfedildi
Murat Emir Eren: Online olarak gösterime giren filmlere, dizilere dair haber, eleştiri, video röportaj gibi içerikler hazırlamayı sürdürdük. Salgın öncesinde de online platformlara dair içerikler hazırladığımız için sanal toplu deneyimlere dair yayınlara hazırlıklı olduğumuzu fark ettik. İzleyici de bu duruma adapte oldu. Teknik olarak online gösterilen içeriklerle aynı mecrada yayın yaptığımız ve içeriklerimizi aynı alanlardan paylaştığımız için, bu bağlamda etkileşimin daha yoğun olduğu, fiziksel etkileşimden farklı, ancak en az onun kadar devimin içinde bir süreç söz konusu oldu. Ayrıca bu vesileyle birçok filmin yeniden keşfedilmesini, birçok yönetmenin yeniden konuşulmasını sağlayan, eski tarihli filmlere de odaklandık. Bu bağlamda bilhassa mart ve nisan oldukça yoğun geçti.
Tuğçe Yapıcı: Öncelikle bu dönemde kaleme almaya başladığım “Müzik Sektörünün Koronavirüs ile İmtihanı” başlıklı yazı dizisinde sektörün içerisine girdiği travmatik darboğazı kapsamlı ve rasyonel bir bakış açısıyla incelemeye çalıştım. Konser ve festivallerin gerçekleşememesi, zaman bolluğu gibi etkenler bağımsız sanatçılarda üretim patlamasına yol açtığı için biz de bu doğrultuda artan tanıtım ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak hem birbabaindie.com’da hem de Açık Radyo’daki Bir Baba Indie Lokal programımızda yeni release’leri duyurabilmek için daha fazla alan açtık.
Zoom üzerinden sanatçıları ağırladığımız yeni YouTube programımız Ev Sohbetleri ile bu dönemin ruhuna ve şartlarına uygun içerik üretmeye başladık. Hem bizim hem de sanatçıların sosyal çevremizden aniden kopmamıza yol açan salgının bizi yalnızlaştırmasına elimizden geldiğince engel olmamıza yardımcı olan bu YouTube programları aracılığıyla yeni release’ler yayımlayan ama sonrasında turnelere çıkıp röportaj vermek yerine evlerinde oturmak zorunda kalan sanatçılarla dinleyicileri arasındaki iletişimin devamlılığına katkıda bulunmaya çalışıyoruz.
‘Tüm gündemimizi salgın etrafında oluşturmamaya da özen gösterdik’
Senem Aytaç – Yeşim Tabak: Bu süreçte çok sayıda sinemacı, kültürel kurum ve festival, mevcut filmleri ücretsiz olarak online erişime açtı ve elbette biz de bu kaynakları okurlarımızla (mümkün olduğunca yazılı içerik eşliğinde) paylaştık. Sinemanın kendisi sosyal ve politik izdüşümlerin çok çarpıcı biçimde görülebildiği bir sanat dalı olduğu ve salgının hele de ilk zamanlarında sanıyoruz ki kimsenin başka bir konuya odaklanması pek mümkün olmadığı için, mayıs sayımızda, “Zor Zamanlar” başlığını taşıyan özel bir dosya hazırlayarak bu sıra dışı sürecin uyandırdığı düşünce ve duyguların, kışkırttığı soruların filmlerdeki karşılıklarını ele aldık. Yayını bir yıldır süren ekimiz Altyazı Fasikül: Özgür Sinema üzerinden çağrıda bulunarak belgesel ve videoyla uğraşanların salgın döneminde ürettikleri kısa filmleri YouTube kanalımızda yayımlamak, bu döneme özel üretimlerimizden biri oldu.
Ancak tamamen salgına odaklanmanın boğucu olabileceğini düşünerek ve “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dense de sinemanın “geri geleceğine” dair inancımızı canlı tutarak, tüm gündemimizi salgın etrafında oluşturmamaya da özen gösterdik. Bu anlamda klasik filmlere ilişkin yeni yahut daha önce yayımlanmış yazılarımızı paylaşmak, dijital platformların güncel film ve dizileri üzerine yazmak, Bir An ve Bir Yönetmen Beş Madde gibi köşelerimizi öne çıkarmak veya A’dan Z’ye: Bir Kelime On Film gibi “oyun” tarafı öne çıkan içeriklerle “rahat bir nefes” almaya çalışmak, yayın stratejimizi oluşturdu.
‘Seçici davranmaya çalışarak çevrim içi etkinlikler düzenledik’
Fisun Yalçınkaya: Mayıs-haziran sayısında ses dosyasına odaklandık ve pandeminin etkilerine bakan yazılara yer verdik. Temmuz-ağustos sayımızda da pandemi sonrası sanat dünyasında nelerin tartışılacağına yer veren yazılar yer alıyor. Salgın sürecinde kişisel ilgim ekoloji ve emek ekseninde oldu. Tüm dünyada ırkçılık ve şiddet karşıtı eylemlerin yükselmesini izlerken bulduk kendimizi ve bu kez bu süreci daha iyi anlamak için okumaya, izlemeye bakmaya yöneldik. Dergi, okurlarla yoğun olarak sosyal medya üzerinden buluştu elbette.
Seçici davranmaya çalışarak çevrim içi etkinlikler düzenledik. Dergiyle bağlantılı olarak Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Loca’sında düzenlediğimiz Sanat Dünyamız Söyleşileri’ni çevrim içi platformlara taşıdık. Instagram üzerinden Sanat Dünyamız Konuşmaları başlıklı, ayda bir kez güncel konulara değindiğimiz bir canlı yayın serisine başladık. İlk çevrim içi söyleşiye ressam Işık Güner, sanat yazarı Ece Balcıoğlu ve Açık Radyo’daki Botanitopya programını hazırlayan ve sunan Benan Kapucu katıldı. Instagram canlı yayınlarının ilkinde Yapı Kredi Kültür Sanat sergiler direktörü Kevser Güler’le sanat mekânlarının yeniden açılmasını konuştuk. İkincisinde ise Necla Rüzgar, Taner Ceylan, Meriç Algün, Yasemin Özcan, Bager Akbay’la sanatçıların bu süreci nasıl geçirdiği üzerine sohbet ettik. Bunlar Yapı Kredi Yayınları IG TV ve YouTube kanallarımızdan izlenebiliyor.
‘Beni en çok kitaplar, oyunlar, filmler-diziler üzerine podcastler heyecanlandırdı’
Ayşen Güven: Açıkçası beni en çok kitaplar, oyunlar ya da filmler-diziler üzerine podcastler heyecanlandırdı. Özellikle sesli tiyatro dedikleri bir çeşit radyo tiyatrosu olan ve podcast olarak hazırlanan tiyatro oyunlarına çok sardım. Hâliyle üretimimin merkezine bu çerçeve oturdu. Bir de aslında özelde pandeminin sanatçılar ve sanat mekânları için de hayati bir tehdide dönüşmesi meselesi. Diğer taraftan kültür üzerine kavramsal araştırma ve söyleşiler yapmaya da sıra gelmiş oldu.
Buralardan hareketler mesela Harun Tekin’le müziğin geleceğini, Tilbe Saran’la tiyatroların ayakta kalma çabasını, Ahmet Mümtaz Taylan’la salgın günlerinde yayımlanan yeni dizileri ve Alef üzerinden yerli polisiyeyi, Çiğdem Erken’le yine salgın devam ederken yayımlanan yeni albümünü, BGST Tiyatro ile sesli tiyatroyu ve “K’nın Sesi” çalışmalarını, Zülfü Livaneli ile kültür-sanata dair kavramsal bir söyleşiyi gerçekleştirdim.
Elbette gerçek bir konser dinlemeyi, sahnede bir tiyatro seyretmeyi ya da salonda filmde izlemeyi çok özledim. Ve en kısa sürede sağlıkla o günlerin gelmesini istiyorum.
Salgın hepimize sanat üretmenin de, onun hakkındaki yayıncılığın da bir ‘B planı’ olması gerektiğini gösterdi.
Dünyanın maalesef ki savaşlara, afetlere ve yeni salgınlara gebe olduğunu aklımızda tutarak daima ikili yaratımlar ve hayaller tasarlamalıyız sanıyorum.
Nergis Abıyeva: Yazma pratiğim açısından pandemi süreci benim için verimli geçti, ilk etapta pandemi öncesinde görme şansı bulduğum sergileri yazdım. Elif Öner’le Evrim Kavcar’ın Aralık ayında Kasa Galeri’de açılan “Kaba Günü Yonttuğumuz İnce Bıçak” sergisi örneğin. Ya da Odunpazarı Modern Müze’nin açılışına ve açılış sergisi Vuslat’a dair bir eleştiri kaleme aldım. Bu iki yazı zaten daha önceden planlanmıştı.
Dört ayda beş ‘zamansız’ yazı
İlerleyen zamanlardaysa sanat eleştirisinde kendi yazma pratiğimde de eksiklik olarak gördüğüm yapıt okumaları yapmaya başladım. Esra Carus, Claudia Hart ve Jim Dine’ın yapıtları üzerine metinler kaleme aldım. Zamansız yazılar olduğu için bu diziye başlamamda pandeminin etkisi büyük. Dört ayda beş yazı, yazma hızımı göz önünde bulundurduğumda gayet iyi, aksayan pek bir şey olmamış. Çevrim içi sergileri pek gezmediğim gibi, yazmadım da. Zaten çevrim içi sergi olarak sunulan çoğu içerik de, aslında dijital sergi arşiviydi. Sergi fotoğrafları çok gerekli tabii, geçmişte görmediğimiz sergileri, fotoğraflardan görebilmek her zaman çok önemliydi. O yüzden dijital arşivleri bol bol ziyaret etsem de 360 derece sergi turlarını, hiç haz alamadığım için gezmedim ve yazmadım.
Eleştirmenin rolünü farklı açılardan ele alıyoruz. Bir yandan çevrim içi alanın yükselmesini, medyanın krizini, sosyal medyayla birlikte herkesin eser hakkında yorum yapmasını tartışıyoruz. Ancak salgın süreci sizce eleştiriyi hangi açılardan etkiledi? Sizce “yeni normal” dönemde sanat eleştirisinin nasıl bir rolü olacak?
Şenay Aydemir: Salgının özellikle de basılı yayınlara geri dönülemez hasarlar bıraktığını düşünüyorum. Hâlihazırda büyük medya gruplarının çalışanlarını evde tutmaya devam ettiğini görüyoruz ki kanımca buna devam edecekler. Yani büyük medya yapılanmalarında ciddi bir dönüşüm söz konusu. Zaten basılı medyada eleştirmen istihdamının çok düşük seviyede olduğu düşünüldüğünde ilerleyen dönemde eleştirmenlerin bu alanda kendilerine yer bulmakta daha da zorlanacaklarını öngörmek kâhinlik olmasa gerek.
Yalnızca eleştiri değil, içerik de artık görsel alanda daha çok yer bulabilir
Benim de dâhil olduğum onlarca meslektaşım zaten son dört beş yıldır ağırlıklı olarak internet medyasında eleştirilerini yayımlıyorlar, oralarda içerik üretiyorlar. Salgın, çevrim içi olanakların (biraz da zorunlu) kullanımının artışı nedeniyle eleştiri içeriğini görsel bir alana taşıdı fazlaca. Okumak yerine izlemek (ve dinlemek) daha gözde hâle geldi. Bundan sonra yalnızca eleştiri değil, içeriğin de giderek görsel alanda daha çok yer bulabileceğini düşünüyorum ki zaten yeni nesil sinefil ve eleştirmenler bu alanı etkili bir şekilde kullanıyorlardı eskiden de. Benim de dâhil olduğum kuşak ‘kutsal kağıt’ı terk edip internet medyasına uyum sağlamayı henüz keşfetmiştik ki şimdi çevrim içi alemin görsel dünyasını kavramak ve kendimize izleyici ve dinleyici yaratmak zorundayız belki de.
Herkes gazeteci olacak deniyordu bir ara, oysa bu mümkün değil
Mustafa Arslantunalı: Eleştirmen despotizmi vardı bir ara, değil mi? Bir ara da küratörlerin rolü çok tartışıldı. İnternetin yükselişiyle birlikte basılı medya krize girdi, doğru.
Problem şurada: Çevrim içi yayınların çok büyük bir çoğunluğu aslında birer ‘yayın’ değil. Hele sosyal medya: Klasik bir gazetedeki ya da dergideki filtre mekanizmaları; eleme, seçme, derleme, kontrol etme, kaynak gösterme gibi temel işlevler söz konusu değil burada.
Herkes eleştirmen. Bu bir yandan kültürün demokratikleşmesi, ama bir yandan da mediocre hale gelmesi, giderek sığlaşması. Şunun gibi: Artık herkes gazeteci olacak deniyordu bir ara, internetin ilk cafcaflı yıllarında. Oysa bu mümkün değil, çünkü gazetecilik için belli kurallara uymak, haberle, haber kaynağıyla belli bir ilişki içinde olmak gerekiyor. Bunun için de belli bir eğitimden geçmek… Sosyal medyada filtreden, bir editöryel süzgeçten geçmeyen ‘haber’ler büyük bir trol dünyası yarattı. Eleştiri de böyle, iki ucu keskin bir kılıç.
Son soruya gelince: ‘Yeni normal’ dönemde herhangi bir değişiklik beklememeli, çünkü yeni normalin eski normalden bir farkı yok. Neden olsun ki? Dünya COVID-19 ile değişmedi. Boyuna değişiyor o; her dakika. Büyük depremden hemen sonra, bastığımız toprağa artık güvenemediğimiz günlerde, inşaat işlerinin artık böyle gidemeyeceğine emin değil miydik? Deprem de değiştirdi tabii ki dünyayı, 11 Eylül de… Başka pek çok şey gibi. Ama yepyeni bir dünya yaratmadılar.
“Yeni normal” yaratılmasını sağlayabilecek bir şey varsa o da George Floyd’un ölümünden sonra bütün dünyada yapılan gösterilerdir. Köle tacirlerinin el birliğiyle yıkılan, nehirlere yuvarlanan heykelleri, belki de –yüzlerce yıl sürmüş– asıl büyük salgınlardan biri olan ırkçılığın sonu için bir başlangıç noktası. Bütün bu gösterilerin salgın sırasında, salgına rağmen yapılması, pandeminin etki sınırlarını da gösteriyor. ‘Yeni normal’ denen şeyde insanların kolay kolay sokağa çıkmayacağını umanlar yanıldı neyse ki.
‘Ayrım nitelikte olsa gerek’
Bahar Çuhadar: Ben eleştiriye neden ihtiyaç duyarım? Sanat seyircisi olarak buna yanıtım, gördüğüm sanat işine başkalarıyla birlikte bakmaya duyduğum ihtiyaçta yatıyor. Birilerinin; o işi değerlendirmeme, alımlamama destek olması, bana kaçırdığım açıları, detayları yakalama fırsatı sunması ve belki de bana “Yanılıyorsun” demesi için. O “birilerinin” eleştiri becerisine sahip olduğunu bildiğim kişiler olmasını isterim elbette.
Kendi adıma hem derginin editörlüğünü yapar hem de oyun yazıları yazarken okuru bir işle tanıştırma ve ona bir bakış açısı sunmaya çalışıyorum. Salgın sürecinde insanların sanat işleriyle buluşma ihtiyacı ölmediyse (ki evdeki gönüllü hapis sürecimizde her tür sanat üretimine daha da düşkün hale gelindiğini gözlemledik topluca), nitelikli eleştiriye olan ihtiyacın da hâlâ geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Kendime bakıyorum; bu süreçte okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, oyunlar üzerine bir dolu değerlendirme okudum. Bu kimi zaman çok tanınmış bir eleştirmen, kimi zaman sosyal medyada karşıma çıkan, adını ilk kez duyduğum bir isim oldu. Oradaki ayrım nitelikte olsa gerek.
Ama şu da var ki geldiğimiz noktada dijital sanat takibine doyduğumuzu, dışarıda vakit geçirmeye can atsak da kapalı ve kalabalık sanat etkinliklerinden kaçınacağımızı tahmin ediyorum, herkes gibi. Hâl böyle olunca en azından yaz döneminde seyircinin sanatla arasına fazladan bir mesafe gireceğini görmek zor değil. Bu durumda kendi kendime “Ben neden oyun eleştirisi yazayım ki şimdi” duygusuna ufaktan kapıldığım da bir gerçek.
‘Hayat ekranda akmıyor. Biraz eski kafalı olabilirim, ama böyle’
Evrim Altuğ: Özellikle görsel sanatlar ve sahne gösteri sanatları, elbette izleyici deneyimi açısından pandemiden etkilendi. Yapılan ve izlenen, bir deneyim işi. Bizim de tüm duyularımızla bu sürecin parçası olmamız söz konusu. “Yeni normal” denen süreçle beraber, kimi kurumlar yavaş yavaş açılmaya ve takvimlerini güncellemeye başladı. Bu sürecin özellikle müze, galeri, sinema, konser salonu ve açık hava ile tiyatro salonları açısından ‘zaman, mekân ve insan’ın önceliğiyle değeri konusunda önemli kavramsal ve organizasyonel güncellemelere yol açacağı inancındayım. Medya giderek bireyselleşince, kurumların da operasyonlarını buna göre yapmaları gerekecek. Ama hayat ekranda akmıyor. Biraz eski kafalı olabilirim, ama böyle. İnternet de, insan da TV bitkinliği yapabiliyor. Kumanda, tablet, telefon ve klavyenin elinizde olması bir şeyi değiştirmiyor.
Merve Akar Akgün: Bu soru çok güzel bir soru ancak ben hâlihazırda ülkemizde söz konusu olan ‘eleştiri’nin bu sorunun yanıtını karşılayamayacak kadar zayıf ve uzak bir noktada olduğunu düşünüyorum. Bizim yayınlarımızda daha istisnai bir durum var; salgın döneminde hem çok önemli bulduğum eleştiri yazıları yayımladık hem de Murat Alat ile beraber “Egzersizler” adı altında bütün bu sanat ve eleştiri meselesine odaklanan bir seriye devam ediyoruz, herkese okumasını öneririm. Umarım yeni normal dediğimiz dönemde sanat eleştirisi üzerine tartışmalar yapacağımız kadar kaliteli ve yaygın olur.
Murat Emir Eren: Dijital platformlara olan ilgi ve alaka ne kadar yükselirse yükselsin, salgın öncesinde prestijli film festivalleri ve vizyon takvimi sinema eleştirisi yazan çoğunluğun yazılarına yön veriyordu. Bu durumun sarsıldığı, eleştirmenin-yorumcunun farklı bir yol seçmek zorunda kaldığı, kendi seyir defterini oluşturduğu ve yazmaya değer gördüğü film-dizi içerikleriyle bir nevi kişisel kürate çalışmasına giriştiği, bu açıdan zamanın eğilip büküldüğü, 2020 yılında dijital mecrada gösterime giren bir filmle beraber 1950’li yıllardan bir film üzerine de yeniden yazılan türden bir dönemdi bu. Fiziksel gösterimlerin ve festivallerin ne şekilde geri dönebileceğini, online mecralarla ilişkilerini yeniden tanımlayıp tanımlayamayacaklarını, online gösterimlerin yarattığı konforun, fiziksel mekânlarda yapılan gösterimlere duyulan özleme ağır basıp basmayacağını bekleyip göreceğiz.
‘Müzik eleştirisinin kayda değer bir değişim yaşadığını gözlemlemedim’
Tuğçe Yapıcı: Açıkçası bu kısa süre zarfında müzik eleştirisinin henüz kayda değer bir değişim yaşadığını gözlemlemedim. Müzik eleştirisinin, albüm ve konser incelemelerinin müziğin dijitalleşmesiyle birlikte yalnızca meraklısına hitap eder hale geldiği ve giderek daha niş bir konuma yerleştiği 2010’larda zaten tartışılıyordu. Dinleyicinin dijital platformlardan saniyeler içerisinde erişebileceği müzikleri dinlemek için dijital öncesi dönemde fiziksel albüm veya konser bileti satın alma kararlarını vermek için yaptığı gibi eleştiri yazısı okumaya gereksinimi kalmadı.
2020’lere giriş yaparken hayatımıza giren “yeni normal” kavramının müzik eleştirisini nasıl etkileyebileceğini sağlıklı bir biçimde öngörebilmek için henüz biraz erken olabilir. Sanatçı ile dinleyici arasında dijital içerikler, canlı konser yayınları, sosyal medya vs. yoluyla kurulan ve eskisinden daha direkt biçimde gerçekleşen etkileşimin, eleştirmenin rolünü daha da etkisiz bir konuma taşıması bence kuvvetle muhtemel. Yine de bu durumun sonuçlarını bekleyip görmemiz gerekecek.
Senem Aytaç – Yeşim Tabak: Temel olarak üretimdeki değişiklikler elbette eleştirmenlik müessesesinin odağına aldıklarını da bu süreçte değiştirdi. Sinema açısından vizyon ya da festival takvimleri takip etmek örneğin, yerini dijital platformdaki yapımlar ve online etkinliklere bıraktı en basitinden. Kullanılan daha yaygın yöntemler karantina sürecindeki yönetmenler, oyuncular vb. ile içerisinde bulunulan durum hakkında güncel sohbetlere bıraktı bir süreliğine bir de elbette.
Sosyal medyanın ‘eleştiri’ üzerinde bir hakimiyeti olduğunu söylemek yanlış olmaz
Pandemi sürecinin uzunluğuna ve beraberinde getireceği henüz tamamını belki öngöremediğimiz gelişmelere göre de kısa ve uzun vadede eleştirinin odağı elbette değişkenlik gösterecektir. Fakat hâlihazırda bir süredir devam eden ve bu süreçte hızla ve iyice yaygınlaşan bir şekilde sosyal medyanın ‘eleştiri’ üzerinde bir hakimiyeti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun da kimi avantajları ve dezavantajları var elbette. Bir yandan mecraların çeşitlenmesi, eleştirinin çoğullaşması, daha demokratikleşmesi, yeni formlara bürünmesi (kısa video-denemeler, video-eleştiriler gibi) avantajlarından bazıları. Diğer yandan ise, gündelik dilin ve sosyal medya mecralarının kendi dinamiklerinin getirdiği, hızlı, ani yükseliş inişlerle, fevri denebilecek tepkiler veren, hızla ilgi çekmeye odaklı, kimi zaman magazine kaçan içeriklerin çoğalması dezavantajlarından bazıları.
Daha derinlemesine ve zaman gerektiren eleştirinin giderek daha da niş bir kitleye hitap eder hâle geldiğini söylemek mümkün belki de. Ya da bu tür içerikleri koca bir yığının içinden ayıklayıp bulmanın daha zorlaştığını…
Fisun Yalçınkaya: Benim için bu sürecin heyecan verici tarafı, çevrim içi imkânların özgürleştirici gücünü, bu gücün tartışılabilirliğini, sanatın ekonomik bağlılıklarını ve yine sanatın bize neler söylediğine kulak vermenin etkilerini görmek oldu. Bir de güncel sanat, izleyicisine oyun sunan bir alan, ki bu yüzden seviyoruz, dijital ortamda sergi gezmek de yazmak da yeni bir oyun ve deneyim oldu. Zaten karşımıza çıkan her acayipliği kucaklayıp yeni yollar bulmayı sanattan öğreniyoruz, bu da onlardan biri.
Yeni normal dönemde eleştirinin nasıl şekilleneceğine bakmak için her yeni günün daha da çok altını çizdiği ırkçılık karşıtı, cinsiyet eşitliğini savunan, türcülük karşıtı ve iklim krizine yanıt veren düşünce akımlarına ve hareketlere bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Sanatın yerleşik yapısının, bunun içindeki her türlü hiyerarşik yapılanmanın da bu fikirlerden etkileneceğini ümit ediyorum. Sanat tarihi benim için, baştan okumamız gereken, tüm bu fikirler ışığında berrak biçimde yeniden görebileceğimiz henüz tamamlanmamış bir tarih.
Eleştirmenin klasik anlamdaki pozisyonunun da artık hayli değiştiği aşikâr. Sanat eserini açıklamalara kavuşturarak izleyiciye “armağan eden” veya sanatçı üzerinden kesin çıkarımlar yaparak onlara pozisyon biçen bir eleştirmen üslubuna asla yakın durmadım kendi adıma. Haber vererek, anlamaya çalışarak sanatın kendisini ve onun filizlendirdiği yaratıcılığı, sanat fikrini ön plana çıkarmayı seçerek yapılan bir editörlük sürecinin, yazı yazmanın son derece eleştirel olduğunu düşündüm, bunun önümüzdeki dönemde daha da önem kazanacağına inanıyorum.
Siyasetten sanat eleştirisine sirayet eden eleştiriye dayanamama kültürü
Ayşen Güven: Siyasete sirayet eden eleştiriye dayanamama ve daima, sadece alkış almayı bekleme tavrı bence ve yazık ki toplumsal bir kültüre dönüşüyor ki sanat eleştirisi bunun tersinin tesisi adına en önemli yerde duruyor sanırım. Her ne kadar açıkça konuşulmasa da; kültür-sanat yayınlarının sayfalarının bir bir eksilmesinden, bu alanı hem yayınların hem siyasetlerin sadece vitrin olarak görmesinden, kültür-sanat gazeteciliğinin unutulmaya yüz tutmuş meslekler listesine girmeye aday hâle gelmesine kadar pek çok neden “eleştiriyi” yapılamaz hâle getirdi. Ben kendimizi kandırmak yerine bununla yüzleşerek, uzlaşmama taraftarıyım.
Yoksa basın bültenlerine imza atarak, tanıtım yazıları yazdığımız bir ortamda biz “eleştirmenlere” nasıl dönüşebiliriz yahut bizden sonra eleştirmenler nasıl yetişebilir?
Sinema eleştirisini bu noktada ayırmak gerekli. Orada eleştirinin de, eleştirmenlerin de varlığı aşikar. Fakat özellikle, müzik, tiyatro ve edebiyat eleştirisinin salgınla bir bağını kurmuyorum. Sanat eleştirisinin pandemiden önce yeterince irtifa kaybettiği kanısındayım. Umarım herkes sanat takip edip daha çok yazar, çizer, konuşur ancak dilerim tek tek her bir sanat dalından eleştiriyi tartışarak başladığımız ve yeniden ayaklandırdığımız bir noktaya da döneriz. Yoksa her birinin ayrı özgünlüklerinin olduğunun farkındayım ve tüm eleştirilerimi kendimi de sorgulayarak yapıyorum.
Nergis Abıyeva: Sanat eleştirisi gözlemlediğim kadarıyla zaten bir süredir bu şekildeydi; sergiler görülmeden, deneyimlenmeden, temsili fotoğraflar üzerinden yazılıyordu. Bu benim ilk yazılarımı yazmaya başladığım 2015 yılından itibaren karşı olduğum bir şey açıkçası. Yeni medya üzerine bir sergiyi bilgisayarınızın ekranından izlemenizle sergi alanında izlememeniz arasında bir fark olmayabilir ama sanat yapıtını oluşturan malzeme tuval, alçı, boya vb. gibi malzemelerse ya da enstalasyonsa, yapıtla karşılaşma anı hâlâ çok değerli. En azından benim bir yazardan önce izleyici olarak da tercih ettiğim, etkilendiğim, ilham aldığım bir deneyim.
Freelance çalışan olarak bu süreçte neler yaşadınız? Teliflerinizde sorun yaşadınız mı? Ya da yazı siparişleri sayısı azaldı mı?
Şenay Aydemir: Hâlihazırda düzenli olarak iş yaptığım kurumlarla içerik ve telif konusunda bir sıkıntı yaşamadım açıkçası. Bu konuda gerekli hassasiyeti gösterdiler. Kendimi şanslı sayabilirim. Ancak bunların dışında her ay gelen birkaç ek iş kesildi. Hâliyle gelir beklentisini biraz aşağıya çekmek gerekti.
‘Telifler konusunda hiçbir sıkıntı yaşamadım’
Evrim Altuğ: Sezon askıya alınmadan önce verdiğim sergi kataloğu, periyodik basılı veya e-yayın katkısı, hatta koleksiyoner danışmanlığı ve monografi gibi sözler, ajandamı boş bırakmadı. Teliflerimiyse zamanında edindim. Buna bir karşılık olarak, verimli oldukça, yerini yeni sorumlulukların ve davetlerin aldığını sevinerek gördüm. Bundan sonraki süreçte sanat ve kültür medyasının da, sektörün kendisi gibi daha seçici, yenilikçi ve deneysel olacağına sevinerek inanıyorum. Bu yüzden de haklarını her zaman gözettiğimiz Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye şubesi (www.aicaturkey.org) üyelerimize yoğun ve emekte adil günler diliyorum.
Nergis Abıyeva: Ben zaten sipariş üzerine pek yazmadığım, genellikle yazıyı yazdıktan sonra yayımlatacak mecra aradığım için böyle bir gözlemim olmadı. Yine de birbirimizi tanıdığımız ve neyi yazıp neyi yazmayacağımı bilen editörler var, onlarla iletişimimiz sürdü. Telifler konusunda hiçbir sıkıntı yaşamadım, hatta aylar sonrasına teslim edeceğim bir yazının telifi “zor zamanlardan geçiyoruz, ödemeleri hızlandırdık” denilerek çok önceden ödendi.
Journo’da önceki bölüm…
“Salgın Etkisi“ yazı dizimizde daha önce, yeni koronavirüsün neden olduğu COVID-19‘un şu alanları nasıl dönüştürdüğünü incelemiştik:
- Muhabirlik ve editörlük
- Foto ve video habercilik
- Serbest gazetecilik
- Dünyanın önde gelen gazetelerindeki dönüşüm
- Spor yayıncılığı
- Magazin yayıncılığı
- Dijitalleşen tiyatro
“Karantinada Haber” yazı dizimizde ise salgının, okur ve izleyici alışkanlıkları üstündeki etkisini ele almıştık.
“Virüsten Sonra“ yazı dizimizde de deneyimli gazetecilerin ve önde gelen iletişim akademisyenlerinin medyanın geleceğine dair öngörülerini yayımlamayı sürdürüyoruz.