Sanat

Kültür-sanat gazeteciliğinde 2023’ün Z raporu: Haber mi, izlenim mi?

DALL-E modeline ürettirdiğimiz bir görsel. Komut: "Gazeteciliği ve kültürü simgeleyen bir illüstrasyon."

Kültür-sanat gazeteciliğinde haber vermeye mi odaklanmalı, yoksa izlenimlerin aktarılmasına mı? Bu soru ekseninde uluslararası tartışmaların da odağında olan “kültür gazeteciliği” kavramı, haber yapma pratikleriyle geleneksel habercilik anlayışından farklılıklar gösteriyor. Habercilik anlayışının “kültür arabuluculuğuna” dönüştüğü bu alanda 2023 sonu itibarıyla Türkiye’deki durumu, sektörde çalışan gazetecilerle konuştuk.

Gazeteciliğin ABC’si olarak andığımız kurallar bütünü kültür gazeteciliği alanına geldiğimizde farklılaşmaya ve kendine has bir alan oluşturmaya başlıyor. Kültür gazeteciliğinde dünyada ekol oluşturmayı başarmış iki anlayış mevcut. Bunlardan ilki olan “Anglo-Amerikan Modeli,” gazetecinin habere kendisini dâhil etmediği, nesnel olgulara sadık, “hikâyeleştirme” tekniğiyle haberini kurgulayan bir ekol. İkincisi ise gazetecinin haberlere “fikirleri” ile müdahil olduğu, eleştiriyi bünyesinde barındıran “Kıta Avrupası Modeli.”

Göteborg Üniversites iletişim akademisyeni Maarit Jaakkola, bu ayrımın, kültür gazeteciliğinin ikili paradigmasına dayandığı görüşünde. Ona göre gazeteci, görüş ve eleştirileriyle habere bir “altlık” hazırlıyorsa, “estetiksel paradigma” öne çıkmış demektir. Ama eğer haberci, “aktaran” rolünü koruyorsa, “gazeteciliğe özgü paradigma” o kültür-sanat içeriğini geleneksel meslek ilkelerine ve etiğine yaklaştırır.

Aktaran rolü yeterli mi?

Türkiye’de kültür-sanat alanında içerik üreten yayıncılarda her iki paradigmaya uygun haberler bulunabiliyor. Kültür-sanat gazeteciliği bir yandan içeriğinden ötürü ayrıcalıklı bir alan yaratarak “yumuşak haber” olarak ele alınıyor. Bir yandan da sektör içerisinde bile önemsizleştirilebilen bir dal olarak karşımıza çıkıyor.

Oysa kültür-sanat, gazeteciliğin önemli alanlarından biri. Geleneksel habercilik anlayışında gazeteciye yüklenen “denetçi” rolünün dışına çıkarak, adı çokça anılmayan temel görevlerinden birisi olan “halkın entelektüel düzeyini arttırma” amacını belki de en iyi icra etmesi gereken alan olması nedeniyle uzmanlık gerektiriyor. Bu noktada aktaran olmak yetmiyor. Temel düsturlardan olan 5N1K ile durum bildirmekten öte, haberin özünü verebilmesi için gazetecinin bu konuda donanımlı olması şart.

Sermayenin ilgisiyle Türkiye’de artan yeni akım sanat anlayışlarından gazetecilerin de etkilendiğini söyleyebiliriz. Sonuç itibarıyla, gazeteci kültür alanında üretilen ne ise onun haberini yapmakla yükümlü olmakla birlikte haberinin konusu olan kültür ürününün bir nevi tanıtıcısı ve öğreticisi rolünü de üstlenebiliyor. Bu noktada kültür ürününün, gazetecinin radarına takılması sorunu karşımıza çıkıyor. “Popüler olanın mı, yoksa güncel olanın mı haberi yapılmalı? Gazeteciler ‘sanat dünyası’ tarafından mı yönlendiriliyor” gibi sorular da gündeme geliyor.

2023 sonu itibarıyla Türkiye’de kültür-sanat haberciliğinin bir kesitini sunmak üzere bu alanda çalışan 5 gazeteciyle bu konuyu nasıl yorumladıklarını, son yıllarda sektörde nelerin değiştiğini konuştuk. Yanıtlarını yorumsuz aktarıyoruz:

“Format önemli değil, yeter ki hayata ve insanlığa dair bir derdi olsun”

Kaç yıldır kültür-sanat alanında gazetecilik yapıyorsunuz? Geçen zaman içerisinde yazı, haber veya söyleşilerinizin içeriğinde değişiklikler oldu mu? Örneğin edebiyat yerine daha çok sergi haberi yayımlamak gibi… Bir alana yönelim olduğunu düşünüyor musunuz?

Ali Demirtaş (Akşam Cumartesi muhabiri, Anne Ben Gazeteci Miyim Platformu kurucusu, editör): 2018 yılından bu yana, yani 6 yıldır profesyonel olarak gazetecilik yapıyorum. Daha önceki öğrencilik dönemimde ise Google’ın sunduğu ücretsiz Blogspot ortamında açtığım bir blog ile, gazetecilik öğrencisi perspektifiyle haberler, röportajlar yapıyor ve yazılar yazıyordum. [2018’den beri] yazı, haber veya röportajlarımın içeriğinde zamanla değişimler oldu. Bu, süreç içerisinde hangi alanla hem kişisel hem de mesleki anlamda daha çok bağ kurduğunuzla ya da ilgilendiğinizle ilgili bir durum, bence kaçınılmaz.

Örneğin ilk başlarda her türlü kültür-sanat alanında haber yapıyor veya bunu deneyimlemeye yatkın ve istekli iken, şimdilerde daha çok sinema, mimari, tasarım ve derinliği, bir altmetni olan kültürel üretimlerin haberlerini yapmayı tercih ediyorum. Bu bir çift söz de olabilir, bir enstalasyon da… Formatı önemli değil, yeter ki alt metninin bir derdi ve amacı olsun veya hayata, yaşama ve insanlığa dair bir kaygısı.

Tuba Parlak (İstanbul Art News Eski Genel Yayın Yönetmeni): Doğan Medya Grubu’nda çalıştığım dönemden sonra aralıklarla kültür-sanat yayıncılığına dahil oldum. Toplamda yaklaşık 13 senelik bir süreç. DMG içindeki yayınlarda görev dağılımı söz konusuydu. Her sanat dalına özel personel vardı. Ancak günümüzde çağdaş sanatın toplum nazarında edebiyattan daha çok ilgi gördüğü aşikâr. Bu da son 10 senelik bir süreç ve sosyal medya ile çok alakalı.

Ezgi Sivrikaya (Gazete Duvar Kültür-Sanat Şef Editörü): Yaklaşık 5 senedir kültür sanat alanında gazetecilik yapıyorum. Geçen zaman içinde haber yazımım, söyleşi tercihlerim, hazırladığım sorular gibi pek çok değişiklik oldu. Öncesinde pek bilgi sahibi olmadığım için, kültür sanat şef editörümüzün yönlendirmesiyle yapılabilecek işleri yapıyordum, ilerleyen zaman içerisinde ise kendi tercihlerime göre daha çok sinema alanına yöneldim.

“Hepsinin özünde yazmak var”

Ege Işık Özatay (Gazete Oksijen, Milliyet Sanat): Fakültede okurken Radikal 2’de plastik sanatlar üstüne yazmaya başlamıştım. Yine aynı dönemde Whop Magazin’de belli konu başlıkları üstüne yazıyordum. Kendimi bir “gazeteci” olarak değil de “yazar” olarak tanımlamaya başladığım yıllardı. Yazarlık çok katmanlı bir meslek. Oyun yazarı, reklam yazarı, metin yazarı, öykü yazarı, köşe yazarı, senarist olarak çalışmalarımı sürdürüyorum. Hepsinin özünde yazmak var. Bir yazar bana kalırsa her konu üzerine yazabilir. Tabii bunun için yeterince araştırmak okuma yapmak ve hatta yaşamak gerekebilir. Varlık, Notos, Öykülem, Can Yayınları Öykü Gazetesi gibi yayınlarda öykülerim yayımlandı.

Tüm yazınsal yaşantımda okuyucuda görsel bir atmosfer oluşturmayı, sinematografik bir anlatım dili yakalamayı arzu ediyorum. Sanırım bu nedenle olacak resim sanatı benim ana beslenme kaynağımı oluşturuyor. 16 yıldır her hafta sanat yazısı yazıyorum. Bu benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Yazacağım konu başlıklarını editörümüzle beraber belirleriz. Ben de öneri getirebilirim, onlardan da gelebilir. Sanat yazılarının dışında kitap inceleme yazılarım da var.

Abdullah Ezik (Sanat Kritik): Yaklaşık 10 yıldır kültür-sanat alanında çeşitli alanlarda metin yazıyorum. Edebiyat, tiyatro, sinema ve çağdaş sanat bu süreç içerisinde benim için hep öne çıkan başlıklar oldu. Üniversite ve üniversite yıllarını takip eden süreçte benim için merkezde daha çok edebiyatın olduğunu söyleyebilirim. Bunda ana disiplinimin edebiyat olmasında da etkisi var şüphesiz. İlerleyen yıllarda ise bu akış belirli noktalarda çağdaş sanat ile çakıştı ve zamanla iç içe geçti. Bugün için özellikle edebiyat ve çağdaş sanatın bende üretim pratiği açısından daha farklı ve özel bir yeri olduğunu söyleyebilirim. Tiyatro, performans sanatları ve sinema gibi farklı alanlarda da metin kaleme almakla beraber edebiyat ve çağdaş sanat benim için daha çok ön plana çıkıyor.

“Haber bulma sürecinde kolektif bakışı önemsiyorum”

Haberlerinizin konusunu nasıl belirliyorsunuz? Çalıştığınız kurumların bu konuda istekleri veya dayatmaları oluyor mu?

Ali Demirtaş: Haberlerimin konusunu kendi gündemimle belirliyorum. Fakat aynı zamanda bağlı bulunduğum birimde yöneticilerimin de öneri ve istekleriyle gündemimi genişletiyorum. Bunu dayatma veya zorunluluk olarak değil, “yeni farkındalıklar” olarak yorumluyorum. En nihayetinde her şeyi anda takip etmem ya da fark etmem ne bir gazeteci olarak ne de bir insan olarak mümkün değil. Bu diyaloğa açık bir çalışma yöntemiyle gazetecilik üslubumu sürdürüyorum. Bu yöneticilerim de olabilir, bir okur da… Ya da çevremden herhangi bir arkadaşım da… Haber bulma veya detaylandırma sürecinde kolektif bakışı önemsiyorum. Bazen farkında olmadığım başka bir başlıktan haberlerimin yeni şeyler söylemeye de müsait olması benim için çok önemli. Bu var olan bir haber üzerine de olabilir, yeni bir haber bulma sürecinde de olabilir.

Tuba Parlak: Dayatma olmuyordu ancak kurumsal yayıncılıkta siz haber önerilerinizi verirsiniz ve editörünüz hangisini yapacağınızı seçer. Sistem bu şekildedir. Editörlük sürecimde ben de yazarlarla bu şekilde çalıştım.

Ezgi Sivrikaya: Dayatma değil ancak tabii ki kurumun da istekleri olabiliyor. Genelde güncele yakın işleri takip ediyorum, sonrasında da oturup ortaklaşa karar vererek konuyu/haberi belirliyoruz.

Sol üstten, saat yönünde: Ali Demirtaş, Ezgi Sivrikaya, Abdullah Ezik, Ece Işık Özatay

Ege Işık Özatay: Bir gazetenin yapısı aileden farksızdır. Ben öyle görmek isterim. Çalışma arkadaşlarımla dirsek teması olmaya, ulaşılabilir olmaya gayret gösteririm. Teslim tarihleri bir yazının iskeleti kadar önemlidir. Çünkü özellikle süreli sergiler için yazdığınız yazı büyük önem taşıyor. Bir “gazeteci” olarak okura bilgi aktarmak, izlenimlerinizi en doğru ifadelerle anlatmak ve kullandığınız referanslarla aslında başka pencereler açmak başat önceliklerim. Çalıştığım hiçbir kurumda “mutlaka bunu yazacaksın” gibi bir tutum olmadı.

Abdullah Ezik: Çalıştığım kurum bu anlamda beni özgür bırakıyor. Daha çok hâlihazırda üretim gerçekleştirdiğim alanda metinler kaleme alıyorum ve bu anlamda zengin bir içerik sağlamaya özen gösteriyorum. Sanat Kritik’te yayımlanan yazı ve söyleşilerim de bu anlamda çeşitlilik gösterebiliyor. İlgi duyduğum, yakından takip ettiğim ve deneyimlemek istediğim başlık ve konularda çalışma yürütüyorum daha çok.

“Önemli olan gazetecinin kendi haberine bakışı ve haberini nasıl tanımladığı”

Haberini yaptığınız (yazı, söyleşi vb.) içeriğin bağlı olduğu kurum veya sahibi tarafından yönlendirmeye maruz kalıyor musunuz? Haberin konusu olan unsurun sizin çalışmanızı bir “reklam” olarak değerlendirdiği oluyor mu?

Ali Demirtaş: Her zaman olmamakla birlikte maruz kaldığımız zamanlar oluyor. Maruz kalma süreci üzerine konuşacak olduğumuzda bu bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak karşımıza çıkıyor. Kurumun kendisi olmasa bile kimi zaman aradaki iletişim danışmanı veya PR çalışanı yönlendirme de bulunabiliyor, bulunmak isteyebiliyor. Bunun dozu gazeteci ile kurumun ya da söz konusu muhatabının arasındaki temas-mesafe ilişkisiyle de ilgili diye düşünüyorum. Yani bunu biraz da gazetecinin kendisi belirliyor.

Öte yandan eğer yönlendirmeler haberin içeriğini genişletmeye, daha da zenginleştirmeye veya gazetecinin dikkatinden kaçan bir detayı büyütmeye yönelikse kabul edilebilir buluyorum. Ancak sizin sorunuzda bahsettiğiniz gibi bu yönlendirme alenen reklam, tanıtım veya benzeri bir kaygı taşıyorsa ve bu durum haberin içeriğine de hizmet etmiyorsa geri bildirim olarak bunu iletiyor ve uygun olmadığını söylüyorum. Dediğim gibi tüm bu sürecin esas belirleyicisinin gazeteci ile haber kaynağı ve aracıların temas-mesafe ilişkisinin dozu belirliyor. Tüm bunlarla beraber kurumun, sahibinin veya diğer muhatapların gazetecinin haberini reklam olarak değerlendirip değerlendirmemesi kendilerinin inisiyatifindedir ve gazeteci için bunun önemli olmaması gerekir. Tam olarak önemli olan gazetecinin kendi haberine bakışı, onu nasıl ele aldığı ve kendisinin haberini nasıl “tanımladığıdır.” Sanırım gazeteci için sorumluluk da burada başlıyor.

“Email yoluyla röportajı yasaklamak durumunda kaldım”

Tuba Parlak: Hemen hemen her zaman haberler bu şekildedir. Haberinizi kendi tanıtımları olarak görürler. Deşifre edilmiş metni okuyup düzenlemek ve berbat bir reklam bültenine dönüştürmek isterler. Herkes yapar bunu. Şimdi e-maille yapmak istiyorlar söyleşileri. Genç meslektaşların da işine geliyor ve kayıt çözmekle uğraşmıyorlar. Ama sonuçta çıkan yazı reklam oluyor. İstanbul Art News editörlüğüm sürecinde maille röportaj yapılmasını ve deşifre metnin haber öznesine gönderilmesini yasaklamak durumunda kalma sebebim buydu. Hiç hoş karşılanmadığını söylememe gerek yok herhalde. Ama böyle çalıştım.

Ezgi Sivrikaya: Haberi yapmadan önce de gündem toplantımızda veya daha sonra müdürümüzle haberini yapacağım konuyu konuştuğum için herhangi bir yönlendirmeye maruz kalmıyorum, haber ortaya çıkmadan önce öneri istediğim zamanlar olabiliyor. O anlarda da destek verebiliyorlar. Çalıştığım alan reklam olarak değerlendirmeye de çok açık görülebilecek bir durumda maalesef. Haber yazımımda bunun ayırdına dikkat ettiğim için daha önce hiç öyle değerlendirilmedi.

Ege Işık Özatay: Yazınızda ne kadar görüş, ne kadar izlenim ve ne kadar farklı düşünceye yer verirseniz yazınız o kadar hareketli ve ilgi çekici olur. Gazeteci doğru soruları bulmalı ve karşı tarafa bunları yöneltmeli. Yazıyı inşa edecek olan yazar doğru noktaları bulursa savrulmaz. Sorunuzun cevabı ise hiç yönlendirilmedim.

“Reklamvâri olabilecek işlerden uzak duruyorum”

Abdullah Ezik: Burada ben daha çok soruları hazırlayan taraf olduğum için bir yönlendirmeye maruz kalan taraf olmaktan ziyade aslında konuyu istediğim alanda tutmaya özen gösteren kişi oluyorum. Bir anlamda roller değişiyor aslında. Bu riski ortadan kaldırmak için de zaten reklam olarak değerlendirilebilecek içeriklerden de uzak durmaya çalışıyorum. Benim için alanın ve çalışmanın en kıymetli taraflarından birisi de. Bir önceki soruya ilave de ederek, ilgilendiğim, yapmak istediğim şeyleri hayata geçiriyor ve mümkün olduğu kadar reklamvâri içeriklerden, yazı ve söyleşilerden uzak duruyorum.

Kültür-sanat gazeteciliğinde popüler ve güncel olan arasındaki ayrımın doğru yapıldığını düşünüyor musunuz? Bu alanda çalışan gazetecilerin eksiklikleri olduğunu düşünüyor musunuz? Tavsiyeleriniz neler olur?

Ali Demirtaş: Öncelikle kendimi kültür-sanat habercisi olarak tanımlamaktan kaçındığımı belirtmek isterim. Bunun bir gazeteci için sınırlayıcı bir durum olduğunu düşünüyorum, özellikle kültür sanat alanında çalışan gazeteciler için. Tanımlayanların yanlış, benimkinin doğru olduğunu savunmuyorum ancak kültür ve sanat bazen benim için yaşamın veya gerçeklerin tezahürü gibi. Yani ne yaşamın kendisi ne de gerçeklerin.

Türkiye’deki kültür sanat pratiğinde ayaklar her zaman yere basmıyor ve ben bir gazeteci olarak bunu eleştiriyor, bundan hoşlanmıyorum, dolayısıyla eleştirdiğim şeye de ayna tutmak istemiyorum. Şu an daha çok kültür ve sanat alanında faaliyette olan bir gazeteci olarak tanımlansam veya görünür olsam da benim için bu tanımın doğrusu “anlamlı olanın” peşinde olmak. Yani bu bugün kültür sanattır, yarın başka bir alan.

Bu noktada bir gazeteci olarak okura anlamlı, değerli olanı sunmanın ve alt metni herhangi bir kaygı, amaç ve özgün söylem taşıyan üretimleri iletmenin peşindeyim. Formatı, biçimi veya aslında hangi habercilik alanını kapsadığı önemli değil. Öte yandan tavsiye konusunda naçizane fikrim gazetecilerin kendine sunulandan daha fazlasını merak ve talep etmesi… Örneğin “basın bülteninde” sunulanları her zaman “yeterli” veya “tartışılmaz doğru” kabul etmemek gibi…

Tuba Parlak: Popülerle güncel olanı ayırmayı geçin neyin sanat olup olmadığını bile ayırma yetisi yok. Burada da suçlanacak son kişiler gazeteciler olur. Çünkü onların görevi değil bu. Gazeteci olanı halka aktarmakla yükümlüdür. Türlü çarpık ilişkiler içinde neyin sanat olduğunu işlerine geldiği gibi dayatan “fikir önderleri” ve sektör profesyonelleri eksiklerini tamamlarlarsa gazeteciler onları takip eder kimse merak etmesin.

“Kimi zaman güncel olan popüler de olabilir”

Ezgi Sivrikaya: Çoğu zaman doğru yapılmadığını düşünüyorum. Kültür-sanat ve magazin kategorilerinin de karıştırıldığını düşünüyorum. Bence o an popüler olan konu veya insanlar sırf okunma kaygısıyla haber yapılmamalı.

Abdullah Ezik: Bu aslında çok iç içe olabilecek bir durum. Kimi zaman güncel olan popüler de olabilir veya bazen tam tersi de gerçekleşebiliyor. Dolayısıyla burada bir ayrım gözetmek kolay değil. Ancak özellikle bu alanda çalışma yürüten profesyonel ve yazarlar için bu ayrımın ayırt edilmeye çalışılan bir mesele olduğunu düşünüyorum.

Gazeteciler aslında bir şeyi olduğu sunmak, bir sorun varsa onu incelemek, deşmek, ortaya çıkarmak ve belirli alanda yaşananların kaydını tutmak üzere hareket ediyorlar. Dolayısıyla güncel olan ile popüler olan arasındaki iç içeliği ayırt etmek de belirli oranda gazetecinin işinin bir parçası olarak görülebilir.

Bununla beraber eğer bir kurum veya galeri veya izleyici bunu bu şekilde görüyor veya görmek istiyorsa, yansıtıyor veya yansıtmak istiyorsa o zaman meselenin daha katmanlı bir hâl aldığını söyleyebiliriz, ki bu o zaman yukarıda da konuştuğumuz “reklam” meselesine geliyor. Birçok kurumun, dergi veya gazetenin farklı nedenlerden ötürü bu tür ‘işbirliği’ne gittiğini de belki söylemek gerekir.

Kültür-sanat gazeteciliğinde bir daralma olduğunu düşünüyor musunuz? Geleceği hakkında öngörüleriniz var mı?

Ali Demirtaş: Kültür-sanat haberciliği gazetecilerine bağlı olarak dönem dönem belli başlı kurumların, sanatçıların ve disiplinlerin kıskacında ya da çıkmazında olabiliyor. İletişimi ya da reklam çalışması iyi yapılan etkinlik, sanatçı veya revaçtaki konusu her neyse onu haber yapmak kolaydır. Bence daha değerli olan bu kadar parlama ya da parlatılma imkânı olmayan şeylerin peşine düşmek olmalı. Bir gazeteci, gazetecilik yönteminde bu seçeneği her zaman göz önünde bulundurmalı. Dolayısıyla kültür-sanat gazeteciliğinin geleceği de gazetecilerin bu seçeneği ne kadar göz önünde bulunduracağına bağlı. Sunulandan, popüler olandan ya da genel geçer anlayışta ‘tık’lanacak olandan öteye ulaşma kaygısı taşımalıyız.

Ege Işık Özatay: Kültür-sanat alanında bir daralma görmüyorum. Sanatçılar, mekanlar, kurum ve kuruluşlar her geçen yıl bir öncekinin üstüne katarak gelişiyor. İnisiyatifler de bir taraftan çalışmalarını sürdürüyorlar. Gazetecilerin en temel sorunu ise sanırım belirsizlik ve güvensiz bir ortam olabilir.

Ezgi Sivrikaya: Daralmanın aksine genişleme olduğunu düşünüyorum. Birçok mecrada farklı ve orijinal işler yapılıyor. Önümüzdeki yıllarda da bunun daha çok yayılacağını, artacağını umuyorum.

Abdullah Ezik: Bu şu an şüphesiz içerisinde bulunduğumuz bir durum. Birçok gazete ve derginin kültür-sanat ekleri kapandı. Kültür-sanat yayıncılığı yapan farklı kurum ve mecralar sekteye uğradı. Üstelik bu belirli spesifik bir alanda olmadı, edebiyattan çağdaş sanata, tiyatrodan sinemaya kadar birçok alanı içerisine aldı. Oldukça zor bir ekonomik, sosyal ve siyasal dönemden geçtiğimizi, bunun da (hemen her zaman olduğu gibi) ilk kültür-sanat alanını vurduğunu ifade edebiliriz.

Pandemide de savaşta da herhangi bir siyasal krizde de önü ilk kesilen alan her zaman kültür-sanat olmuş, bu tür etkinlik ve olayların önü kesilmiştir. Bu nedenle alanda herkesin farkında olduğu ve ciddi bir boyuta ulaşan keskin bir daralmanın olduğunu ifade edebilirim. Gelecek konusunda ise bir şeyler söylemek oldukça güç bana kalırsa. Gerek Türkiye’nin içerisinde bulunduğu coğrafya, gerek ülkenin kendi sorunları, gerekse dünyadaki popülist yükseliş fikir yürütmeyi de bana kalırsa güç bir hâle getiriyor. Tahmin etmesi güç ancak kısa vadede iyiye doğru bir gidiş olacağını sanmıyorum.

İLGİLİ:

Kültür sanat haberciliği YouTube’a taşındı: Artıları ve eksileri

Magazin haberleri: Gazeteci görünümlü PR’cılar etik nedir bilmiyor

Kürt medyasında kültür-sanat haberciliği: Gündemin yan etkisi, uzmanlaşamamak

İklim Demir Tantoğlu

Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda araştırmacı gazetecilik eğitim bursu aldı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Sanat Tarihi eğitimini sürdürüyor. Serbest gazeteci olarak kültür haberciliği alanında çalışıyor.

Journo E-Bülten