Dünya Radyo Günü’nde, 1927’den beri Türkiye’de milyonlarca insanın hayatında olan bu ‘konuşan kutu’dan bahsedelim biraz. Antakya’nın en köklü radyolarından birinin çok dilli ve çok kültürlü müzik yayınlarına, programcıları ve dinleyicileri üzerinden büyüteç tutarak… Radyo Şok’tan Dilek Şamlı, internetin radyoculuğa zarardan çok fayda getirdiğini vurgulayarak şöyle diyor: “Bazı dinleyicilerim istediği parçanın YouTube linkini bana atıp, ‘bunu çalar mısın’ diyor. İstese oradan dinler, ama radyodan dinlemek çok başka.”
Türkiye’de radyo ilk olarak kamu alanlarında var oldu. Öyle ki akşam haberlerini dinlemek üzere herkes aynı saatte kahvehanelere toplanırdı. Sonra yavaş yavaş evlere girmeye başladı. Üzerine serilen dantelli örtülerle evlerin en güzel köşesinde yer edindi. Radyo böylece ev emekçisi kadınların, çocukların, gençlerin de vazgeçilmezleri arasına girdi. Haberler, roman okumaları, istek müzik ve sağlık programıyla bir kutudan evlere giren sese hayat verdi.
Çocuklukla ergenlik dönemi arası bir dönem hatırlıyorum; mutfakta, evin herhangi bir yerinde yapılan işe ya da kahve ve çay molalarına eşlik eden bir kutumuz vardı hep. Annem türkü severdi. Sürekli dinlediği birkaç türkü kanalı ayarlı kalırdı radyoda. Onun bıraktığı radyoyu can havliyle kapardım; şiir programlarını çok severdim. Yaz tatillerinde çalıştığım tekstil atölyelerinin olmazsa olmazıydı radyolar, zira müzik olmadan kimse çalışamazdı. Bazen pop, arabesk kavgası olurdu ama o radyo hep açık kalırdı.
On yıllar süren bu vazgeçilmezlik internetin insanların hayatına girmesiyle son bulur diye düşünüyordum fakat radyo programcılarıyla konuşunca hiç de öyle olmadığını, hatta internetin kitleye ulaşmada bu sektöre yardımcı olduğunu öğrendim. Radyonun toplumdaki yerini nasıl koruduğunu, sorunlarını ve radyocuların unutulmazlarını konuşmak üzere Antakya’nın ilk özel radyoları arasından yer alan Radyo Şok’un konuğu oldum.
‘Her gün birine konuk olmak çok başka bir duygu’
1995’ten beri yayınını sürdüren bu radyonun aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olan 34 yaşındaki Dilek Şamlı, sekiz yıldır radyo programcılığı yapıyor. Dilek’le İstekler köşesinde dinleyicilerden gelen istek parçaları üç saat boyunca yayımlıyor. Radyonun sıkı bir dinleyicisiyken programcılığa ilerleyen süreci anlatan Şamlı şunları söylüyor:
“Uzun yıllardır iyi bir radyo dinleyicisiydim. Eşimle de böyle tanıştık. Eşim ‘Gece Mavisi’ adında bir şiir programı yapıyordu. Hiç kaçırmadığım bir programdı. Sonra tanıştık, evlendik. Bir süre radyonun reklam, muhasebe işlerini yaptım. Bir ara mikrofonu aldım, bir denedim, öyle başladık. Radyo çok ayrı bir dünya. Her gün birilerinin evine, arabasına, iş yerine konuk oluyorsunuz. Bu çok başka bir duygu. Biz burada sadece çalışanlarla aile değiliz. Tüm dinleyicilerimizle aileyiz. Bazı dinleyicilerim çaldığım istek parçayı dinleyemeyince ya da programı kaçırmışsa Whatsapp hattından dinleyemediği için özür diliyor. Bunu radyonun dışında bir yerde göremezsiniz. Görme engelli, ev kadını, çalışan her kesimden dinleyenim var. Radyo dostluktur, vefadır diye düşünüyorum.”
İnternet yayıncılığın kapsama alanını genişletti
Şamlı, severek yaptıkları radyoculuğa çok emek verdiklerine, ne geceleri ne gündüzleri olduğuna dikkat çekerek ofisin artık evleri hâline geldiğini söylüyor. İnternet ve Yeni Medya düzeninin radyoculuğa etkisini sorduğumda ise şunları aktarıyor:
“Radyo programcılığının yeri, kulvarı her zaman çok ayrı. İnsana görmediği her zaman daha çekici gelir. Ya da istek bir parça istediğinde adının okunması hoşuna gider. O yüzden Yeni Medya ve internet bizi pek olumsuz etkilemedi. İnternetin ilk yükselme döneminde dinlenme oranımız biraz düştü. Ama tekrar dönüş oldu. YouTube radyonun yerini tutamaz. Bazı dinleyicilerim istediği parçanın YouTube linkini bana atıp, ‘bunu çalar mısın’ diyor. İstese oradan dinler, ama radyodan dinlemek çok başka. Aksine internetin bize faydası oldu. Artık Antakya dışında da rahat dinlenebiliyoruz. İstanbul, Ankara, Kırşehir, Suudi Arabistan’dan dinleyicim var. Antakya’da Arabistan’da çalışan çok erkek var. Eşlerine istek parça gönderiyorlar.
‘Çok yorucu bir iş ama başka iş yapamam’
Cemile Gülen Özenir, 15 yıl süren radyo dinleyiciliğinin ardından son 14 yıldır radyo programcılığı yapıyor. Cemile ile Akşam Kahvesi isimli programda 90’lar pop müziği çalınıyor. Akşam kahvesini yudumlarken yayına başlayan Özenir, “Gecesi gündüzü yok. Çok yorucu bir iş ama başka iş de yapamam. İş olarak da görmüyorum. Çok ayrı bir bağ kuruyorsunuz, hem çalışma ortamı, hem de sizi dinleyenlerle. Radyoculuk benim için yaşam biçimi” diyor.
Antakya halkının Arapça parçalar, türküler ve 90’lar pop müziği sevdiğini belirten Özenir şöyle devam ediyor: “Bazı dinleyicilerimiz yeni çıkan Arapça parçaları bize atarak çalmamızı istiyor. En çok sevilen Arapça sanatçılar; Feyruz, Fares Keram, Elissa, Semira Tevfik, Nejva Keram. Arabistan’daki eşine parça gönderiyor ya da doğum gününü şarkı göndererek kutluyorlar. Güzellik salonlarında, organize sanayi bölgesinde, fabrikalarda, araçlarda, evlerde… Her yerde dinleniyoruz. Radyoculukta kurulan bağın başka yerde kurulması zor. Cenazesi oluyor, ‘sizi dinleyemedim’ diye arıyor, internet paketi bitiyor ya da telefonu bozuluyor, ‘komşumdan arıyorum sizi şu an’ diye yazıyor. Ne internet ne de televizyonun, radyonun yerini tutabileceğini düşünüyorum.”
Eskiden mektup dinleyicisi çok fazlaydı, yaşam dışarıya aktı
Radyonun kurucusu ve programcısı olan Murat Şamlı, Antakya’nın ilk özel radyoları arasında yer aldıklarını belirtti. 90’lardan beri radyo sektörünün içinde yer alan Şamcı, radyoculuğun ilk zamanlarının daha samimi olduğunu kabul ediyor:
“Biz dinleyicilerin evlerine, mutfaklarına, iş yerlerine, mutlu anlarına, mutsuz anlarına… En özel anlarına konuktuk. Şu an Antakya’da araçlarda çok dinleniyoruz. Yaşam biraz daha dışarıya aktı tabii. Teknik olarak bakarsak yine başladığımız yerden çok ilerideyiz. Eskiden aranjöründen tutun söz yazarına kadar tüm şarkıların özünü bilirdik. Şimdi şarkıların özünden ziyade, güzel mi ritmi iyi mi ona bakıp yayınlıyoruz. Değer vardı. Şimdi elektroniğe döndü her şey. Eskiden kaset vardı, CD vardı, kartonetten okurduk sözleri.”
Radyonun yalnızlık arkadaşı gibi bir görevi de olduğunu söyleyen Şamcı devam ediyor: “Eskiden mektup dinleyicisi çok vardı. Sevdasını, aşkını radyoya gönderdiği mektupla paylaşırdı. Yıllarca birbirimizin yüzünü görmeden dertlerini dinler, dinleyicinin yalnızlığına yoldaş olurduk. Radyo hayal etmeni sağlıyor. Ses tonundan, konuşmasından nasıl bir insan olduğunu düşünüyorsun. Bir sürü dinleyicim beni görmeye geldi. Hiçbiriyle tanışmadım. Tanışırsam büyüsü bozulur. Bir sürü anı da biriktirdim bu süreçte. Canlı yayında bana defalarca evlenme teklifi geldi. Aşk ilanı geldi. Bunlar da gülümseyerek hatırladığım anılar.”
Bazı sanatçılara halk sansür koyuyor
90’larda radyoculuğun bir önemli sorununun da sansür ve yasak olduğunu belirten Murat Şamcı, “Kürtçe müzik çalmak yasaktı. Ahmet Kaya çalmak yasaktı. 2002-2003 Grup Yorum’un Dağlara Gel şarkısını çaldığımız için DGM’lik olduk. TRT Kurdi’yle beraber biraz rahatlama oldu. Şimdi bazı sanatçılara halk sansür koyuyor. Mesela Berkin Elvan’dan sonra bazı dinleyicilerimiz Yavuz Bingöl çalınmasını istemedi” diyor.
Günümüzde radyoculukta ayakta kalabilmenin yolunun internet yayıncılığını geliştirmekten geçtiğine dikkat çeken Şamcı, kendilerinin de bu yolla ve akıllı telefon uygulamaları ile daha büyük bir kitleye ulaşabildiğini vurguluyor. Ona göre radyoculuğun en büyük sorunu korsan yayıncılık. “YouTube ya da herhangi siteden telif ödemeden müzik indirme, yayın yapma; korsan yayıncılık ve dinleyicilerin yayınları flaş disklere aktarmaları… Büyük bir emek hırsızlığı” diyen Şamcı sözlerini şöyle bağlıyor: “Bir de radyoculuğun tek gelir kaynağı reklamlar. Bir reklam alabilmek için ciddi emek harcıyoruz. O bile radyonun masraflarını karşılamaya yetmiyor bazen. Devletin basına sağladığı resmi ilandan radyoların da payı olmalı. Radyoların ayakta kalması için devlettin desteği olmalı.”
‘Gezi’nin özgür sesiydik’
Matematik öğretmeni Ersin Temiz, 1993 yılından beri radyo dinleyicisi. Radyonun hayata açılan farklı bir pencere olduğunu söyleyen Temiz, bir dönem Gecenin Özgür Sesi adıyla radyo programcılığı yapmış. Köşesinde özgün müzik çaldığını, o günün beğendiği köşe yazarlarını okuduğunu, haber gündemine dair seçtiği haberleri sunduğu bir formatı olmuş programının. Özellikle Gezi Parkı eylemleri sürecinde programı takip edenler çoğalmış. Temiz, her görüşten dinleyicisi olduğunu belirterek şunları söylüyor:
“Daha çok tabii ki sol görüş sahibi olanlar beni dinliyordu. Ama ülkücü dinleyicim de vardı. Bazen hoşlarına gitmeyen bir haber paylaştığımda yazarlardı bana. Güzel bir serbest kürsü, tartışma programı olurdu. Gezi Parkı eylemleri sürecinde benim programım çok dinlendi. Eylemciler alanda olanları bana yazıyordu, ben de programdan aktarıyordum. İstedikleri müzikler oluyordu, çalıyordum. Gecenin Özgür Sesi bir nevi Gezi’nin özgür sesi olmuştu.”
‘Sabah radyoya günaydın demek mutlu ediyor’
39 yaşında Antakyalı Aynur Akan; ev emekçisi, ressam, eşinin işlerine de yardımcı oluyor. 15 yıldır hiç bırakmadan sürdürmüş radyo dinleyiciliğini. “Radyo benim için güne güzel, enerjik başlamak demek. Mutfaktayken, kahve içerken, arabadayken hep yanında bir arkadaşın varmış gibi Bazen bir radyo programcısıyla konuşuyorum, ‘kahvemi aldım geldim’ diyorum. Ya da sabah arabaya bindiğimde radyodaki günaydın sesine ben de günaydın diyorum. Bu beni mutlu ediyor. Bir zaman sonra hepsiyle arkadaş oluyorsunuz” diyor.
İnternetten bir tıkla ulaşabileceği müziği neden hâlâ radyoda beklediğini sorduğumda ise şu yanıtı veriyor: “Bir tarafta kaydedilen var, diğer tarafta canlı, hayatın içinde bir program. Neden kaydedileni tercih edeyim ki? Dinlemek istediğim bir şarkı olduğunda YouTube açmaktansa radyoyu aramayı tercih ederim. Arkadaşlarıma, eşime, sevdiklerime şarkı armağan ediyorum. Hayat kokan şeyleri seviyorum. Nişanlandığımda ilk şarkıyı eşime radyodan armağan ettim. Bunu başka yerde yapabilir miyim?”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ‘DEPREM ÇANTASINA HÂLÂ RADYO KOYUYORUZ’