Yeniden alevlenen İsrail-Hamas savaşında kadın gazeteciler de ateş hattında görev yapıyor. Bugün itibarıyla en az 2 Filistinli gazetecinin hayatını kaybettiği çatışmalar sürerken, tarihin en büyük savaş muhabirlerinden biri olarak kabul edilen ve Filistin meselesini ilk kez 1960’larda dünya gündemine taşıyan Martha Gellhorn’u hatırlıyoruz.
“Muktedirlere karşı sıradan insanları savunarak” 50 yılı aşkın bir süre dünyanın dört bir yanındaki çatışmaları izleyen Gellhorn, bir röportajında, siyasetçilerin hakikati tekellerine alma çabasını eleştirdikten sonra şöyle diyordu: “Yapılacak en iyi iş bu meseleyi yakından incelemek, Filistinli mültecilere bir ‘sorun’ veya istatistik gibi değil, insan gibi bakmaktır.”
Martha Ellis Gellhorn, 8 Kasım 1908’de ABD’nin Missouri eyaletindeki St. Louis kentinde doğdu. Annesi Edna Fischel Gellhorn, 1910’lu yıllarda ABD’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için mücadele eden bir aktivistti. Babası George Gellhorn ise jinekoloji uzmanı bir doktordu.
Babası ve anne tarafından dedesi Yahudi, anneannesi ise Protestan bir aileden gelse de Martha Gellhorn üç kardeşiyle birlikte yetiştirilirken din önemli bir rol oynamadı. Ama toplumsal konular ve siyaset, ailede hep gündemdeydi. Irk ayrımcılığının yaygın olduğu 1910’ların St. Louis kentinde Gellhorn çifti, siyahların da akşam yemeklerinde konuk edildiği beyazlara ait az sayıdaki evden birine sahipti.
Edna Fischel Gellhorn kızı Martha’yı küçük yaşlardan itibaren kadınların oy hakkı verilmesini amaçlayan mitinglere götürdü. 1916’da St. Louis’deki Demokratik Ulusal Kongre’deki protestoda yer aldığında Martha Gellhorn henüz 8 yaşındaydı ve bu deneyimlerin sonraki yaşamında da büyük etkileri olduğunu söyleyecekti.
Martha Gellhorn’un gazeteciliğe ilk adımı
Martha Gellhorn, St. Louis’deki ilerici bir özel okul olan John Burroughs’a devam edip buradan mezun oldu. Sonra Philadelphia’daki Bryn Mawr Koleji’nde 1 yıl okudu. 1927’ye gelindiğinde gazeteci olarak bir an önce işe başlamak istediği için bu okuldan mezun olmadan ayrıldı.
21. yaş gününden kısa bir süre sonra, New York eyaletinin başkenti olan Albany’deki Times Union gazetesinde muhabir olarak işe başladı. Polis muhabirliği yapıyor, şehir morgunda olup bitenleri haberleştiriyor, kadın kulüplerinde yaşananları yazıyordu.
Küçük kasaba gazeteciliğinden kurtulmak için New York şehrine taşındı. 1929’da The New Republic dergisinde iki makalesi yayımlandı. Gazetecilik eğitimi almasa da Martha Gellhorn sıkı bir okuryazardı. Bir röportajında şöyle diyordu: “Yazmak istediğimi 14 yaşında anlamaya başladım. O zamana kadar, zamanımı çılgın ve hevesli bir okuyucu olarak geçirdim.”
22 yaşında gözünü Avrupa’ya dikmiş, büyük ufukların özlemini çekiyordu. O da dönemin birçok yazar ve sanatçısı gibi uluslararası bir muhabir olmaya karar vermişti. 1930 yılının şubat ayında, dış muhabir olarak kariyerine başlamak amacıyla, “Holland American Line” şirketinin ticari broşürlerini yazmaya başladı. Böylelikle paradan tasarruf ederek aynı şirketin gemi hattını kullanıp Avrupa’ya gitti.
Martha Gellhorn, 1930 baharında Paris’e doğru yola çıktığında elinde iki valiz, cebinde 75 dolar, yanında bir daktilo ve kafasında, en büyük arzusu olan dış muhabir olma hedefi vardı. Sonraki dört yıl boyunca geçimini hayalet yazarlık yaparak kazandı. Sonunda New York Times‘ın Paris bürosunda bir iş fırsatı doğdu. Kadroya geçmeye hazır olduğunu gazeteye bildirdi. New York Times yöneticisi başlangıçta bu durumu komik bulsa da korkusuzluğu, güvenilirliği ve çarpıcı görünüşü ile dikkat çeken Martha Gellhorn sonunda işe kabul edildi.
Zorunlu alaka: Siyaset ve anti-faşizm
Gazetecilikte giderek ustalaşan Martha Gellhorn, 1930’larda Paris’te Vogue dergisi için moda haberleri yazarak yoluna devam etti. Ardından, merkezi ABD’de bulunan uluslararası haber ajansı United Press Bureau‘nun Paris muhabirliğini yaptı. Bir yandan St. Louis Post-Dispatch gibi çeşitli gazeteler için çalıştı. 1934’te, Büyük Buhran’ın ABD vatandaşlarını nasıl etkilediğini yerinde inceleyip raporlaştırmak üzere federal hükûmetin görevlendirdiği 16 gazeteci arasında yer aldığında henüz 25 yaşındaydı.
Avrupa’ya döndüğünde kıtanın yeni bir dünya savaşına sürüklendiğini gördü. Kıtaya ilk geldiğinde “Fransız-Alman yakınlaşması olmadan Avrupa’da barış olamayacağına” inanan bir grup genç Fransız pasifistine katılan Martha’nın önünde daha da zorlu şartlar vardı. Adolf Hitler 1934 ağustosunda Almanya’da kendisini resmen “Führer” ilan etmişti. Gellhorn o yılları şöyle anlatacaktı:
- Yoksulluğumuz ve tutkumuz ortak noktamızdı. Hayattaki amacımız bizi açıkça başka bir savaşa sürükleyen kötü ihtiyarı kovmaktı. Fransa-Almanya yakınlaşması olmadan Avrupa’da barışın olamayacağına inanıyorduk. Doğru fikre sahiptik ama Naziler geldi.
Martha Gellhorn aynı yıl Avrupa’da ilk kitabını yazdı. What Mad Pursuit (Ne Çılgın Macera) adlı romanında, Fransız pasifistlerle yaşadıklarına otobiyografik bir anlatımla yer verirken 1930’ların Avrupa’sında üç Amerikalı öğrencinin hayatlarını aktarıyordu. Eser, eleştirmenler haricinde pek ilgi görmese de Martha Gellhorn kurgu, kurgu dışı ve anı kitapları yazmaya devam etti. Bu dönemde Fransız siyasetbilimci, yazar ve gazeteci Bertrand de Jouvenal ile bir duygusal ilişki yaşadı.
Almanya’da da yoksulluğu belgeledi
Martha Gellhorn, 1934 yılında Almanya’yı öğrenci kimliğiyle gezme fırsatı yakaladı. Berlin’de genç Naziler ile tanışmış, faşizmin yükselişini de besleyen yoksulluğu yerinde görmüştü.
ABD’de Büyük Buhran, Almanya’da Birinci Dünya Savaşı bozgunu sonrasında yaşanan bu derin yoksulluğa dair gözlemleri Martha Gellhorn’un gündelik gazeteciliği aşıp tarihçiliğe de önemli katkılar yapmasını sağladı. ABD’deki çalışmalarını 1936’da The Trouble I’ve Seen (Gördüğüm Dertler) adıyla kitaplaştırdı. Ernest Hemingway bu kitabın önsözünü yazmış ve Gellhorn’un yayıncı bulmasına yardım etmişti. Kitap tüm dünyada büyük beğeni topladı.
1936’da tekrar Almanya’ya gidip birkaç ay kalan Martha Gellhorn, bu ülkedeki Nazi güdümlü gazetelerin İspanya’da patlak veren çatışmalardan bahsettiğini görmüştü. ABD’ye döndü, bir roman yazıp onu çekmecesine koydu ve bu kez İspanya’ya gitmek üzere 1937’de tekrar yola çıktı. Gellhorn’un savaş muhabirliği yılları işte böyle başladı.
İlk savaş muhabirliği deneyimi İspanya İç Savaşı
Martha Gellhorn önce Paris’teki Fransız makamlarına başvurup iç savaşın sürdüğü İspanya’ya geçiş için gerekli belgeleri almaya çalıştı. Bunun mümkün olmayacağını görünce mart ayında Fransa-İspanya sınırını yürüyerek geçti. Tren yolculuklarının ardından Barcelona’ya geldi. Bu şehirde askerlerle tıklım tıklım kamyonlardan birine kendisini atıp Valencia üzerinden gece ayazında ve zifiri karanlıkta, sokakları sessiz ve her tarafı mermi izleriyle dolu Madrid’e vardığında tarih 27 Mart 1937 idi.
O âna kadar kendisini bir savaştaymış gibi hissetmemişti. Tarif edemeyeceği bir duyguydu bu: Bütün şehir karanlık bir savaş alanı gibiydi. Martha Gellhorn’un cebinde, merkezi New York’ta bulunan Collier’s adlı haftalık derginin yayın yönetmeninin kendisine verdiği yazı vardı. Böylece, Collier’s özel muhabiri olarak İspanya İç Savaşı’nı izlemeye başladı. Sırt çantası ve cebinde yaklaşık 50 dolarla Madrid’deki deneyimli savaş muhabirlerinin arkasına takıldı.
Tirajı milyonu aşan Collier’s dergisinde yayımlanan haberleriyle Martha Gellhorn, tarihin ilk kadın savaş muhabirlerinden biri oldu (Hatırlayalım: Dünyada savaş foto muhabirliği yapan ilk kadın Semiha Es idi).
Gellhorn, Madrid ve çevresindeki cephe hattında, biraz konuşabildiği İspanyolcası ile savaş hakkında bilgi edinmeye çalışıyor, yaralıları ziyaret ediyordu. Collier’s dergisi ise onun geçtiği haberlerin hiçbirini kesmiyor, değiştirmiyordu. Sadece makalelerin başlıklarının çoğunu dergi atıyordu. 28 yaşındaki Martha Gellhorn bu başlıkları beğenmiyordu ama bunu, derginin ona verdiği özgürlüğün karşılığında ödenmesi gereken önemsiz bir bedel olarak görüyordu.
“Tek ilgilendiğim, insana ne olduğuydu”
Kendi neslinden birçok yazar ve sanatçı gibi Martha Gellhorn da, Francisco Franco liderliğindeki faşist generallere karşı mücadelesinde İspanya’nın demokratik olarak seçilmiş sosyalist hükûmetine sempati duydu. BBC’ye verdiği bir röportajda şöyle demişti:
- Tek ilgilendiğim, insana ne olduğuydu. Kararlar başka bir yerde, genellikle bu kararların sonuçlarına maruz kalmayan insanlar tarafından alınıyordu. Benim ilgi alanım ise bu kararların alınmasında etkisi olmayan, tarihin mağdurları durumundaki insanların başına ne geldiğiydi. Bu insanlığın durumuydu ve kesinlikle istatistiklerde görülemezdi.
Martha Gellhorn İspanya İç Savaşı’ndan sonraki yaklaşık 50 yılda dünyada yaşanan neredeyse her büyük askeri çatışmayı yerinde takip etti. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Çekoslovakya, İngiltere, Burma, Finlandiya, Singapur ve Hong Kong’dan savaş haberleri yaptı.
Bu arada Ernest Hemingway ile tanışmıştı. 1939’un başlarında Ernest Hemingway ile birlikte Küba’ya giderek bir eve yerleşen çift, zamanlarının büyük bir bölümünü yazarak geçirmişti. Hemingway’in Martha Gellhorn’a adadığı Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı bu evde yazıldı. Gellhorn’un izlerini taşıyan Maria karakterini Hemingway, “Saçları bir buğday tarlasının altın alnıydı” diye betimleyecekti.
Martha Gellhorn ise aynı evde yazdığı A Stricken Field romanında, Alman işgalinin ardından Prag’ı terk etmek zorunda kalan Çek mültecileri anlatacaktı. Savaştan kaçan sığınmacılar, sonraki yıllarda yazdığı roman ve haberlere de sık sık konu olacaktı. Bu arada Gellhorn ve Hemingway 1940’ta evlenip 1945’te boşanacaktı.
Hayatını tehlikeye atarak cepheden haber yaptı
Martha Gellhorn‘un savaş muhabirliği kariyerinin belki en tehlikeli anları, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda yaşandı. Collier’s dergisi, Müttefik devletlerin Nazi Almanyası’na karşı nihaî saldırısını başlatan Normandiya Çıkarması’nı haberleştirmek üzere Ernest Hemingway’i görevlendirmişti.
Eşi “iliştirilmiş muhabir” olarak ABD askerleriyle birlikte bir gemiyle Fransa’daki Normandiya kıyılarına doğru yola çıkan Martha Gellhorn da savaşı izlemek üzere İngiliz hükûmetine başvurmuş, ama tüm kadın gazeteciler gibi onun talebi de reddedilmişti. Bunun üzerine Gellhorn hemşire kılığında bir hastane gemisine bindi ve açık denize varana kadar kendisini tuvalete kilitledi. Böylece 6 Haziran 1944’teki büyük çıkarma sırasında Normandiya kıyılarına inen tek kadın Martha Gellhorn oldu.
Müttefik askerler kıyıya tutunmaya çalışıyor, Nazi güçleri onları ateş yağmuruna tutuyor, kan gövdeyi götürüyordu. Omaha sahilindeki yüzlerce yaralıyı gören Martha Gellhorn sedye taşıyıcısı olarak öne atıldı. Karışıklıkta kimse onun kadın olduğunu fark etmedi. O günün akşamında Müttefik kuvvetlerin ölü sayısı 6 bini aşmıştı. Gellhorn o kıyamet gibi günü, Londra’ya dönünce yazdığı iki haberde anlattı.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna da gazeteci olarak Martha Gellhorn damga vurdu. ABD askerleriyle birlikte Dachau’daki Nazi toplama kampına girdi ve buradaki durumu dünyaya duyuran ilk gazeteci oldu. Dachau haberi, ölüm kamplarına dair en önemli tarihi anlatılardan biri sayılıyor.
Barış gazeteciliğinin öncülerinden
Martha Gellhorn, mülteciler başta olmak üzere sıradan insanların çatışmalardan nasıl etkilendiğini anlatırken barıştan yana bir tavır takındı. Bir çatışmada tüm tarafların bakış açısına yer vermeyi esas alan geleneksel gazetecilik yöntemine karşı çıkıp sadece tanık olunanların haberleştirilebileceğini savundu. Ona göre gazeteci, insan hayatının en mahrem ayrıntılarını belgeleyerek savaşın tüm zararlarını ortaya koymalıydı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’ye dönen Martha Gellhorn bir süre Meksika’nın Cuernavaca kentinde yaşadı. 1949’da evlat edindiği İtalyan bir yetimi ABD’ye getirdi. Time dergisini yöneten TS Matthews ile 1953’te evlendi. 1960’larda The Atlantic dergisine yazan Gellhorn, bir dönem Kenya’da kaldı. 1963’te bir kez daha boşandıktan sonra Gellhorn, evlilik kurumunu eleştirmeye başladı.
Martha Gellhorn, merkezi Londra’da bulunan The Guardian gazetesi için savaşı haberleştirmek üzere 1966’da Vietnam’a gitti. 6 haberlik yazı dizisinde açıkça savaşı protesto ediyordu. Batı medyasında o güne dek yayımlanan ve ABD’nin Vietnam politikasını en şiddetli biçimde eleştiren, kehanet niteliğinde haber ve yorumlardı bu yazılar. Bunun üzerine ABD yönetimi, Martha Gellhorn’un Güney Vietnam’a giriş iznini iptal etti.
“Herkesin insan olduğunu unuttuğu Vietnamlılar hakkında, siviller hakkında yazmak istiyorum. Kimi yok ettiğimizi anlamamız için onları alçakgönüllülükle tanıtmak istiyorum” diyordu Gellhorn. Ama hükûmet tarafından aforoz edilmesinin de etkisiyle ABD’deki yayınlar artık ondan haber almak istemiyorlardı. Yine de yılmadı Gellhorn. Sonraki yıllar boyunca, kimsenin hoşuna gitmese bile savaşa ve insana dair gerçekleri haberleştirmeye devam etti.
Filistin köylerinde Türk kahvesi içerek röportajlar yaptı
Bugünün güncel gelişmeleriyle ilişkili olarak Martha Gellhorn‘un muhabirlik yaptığı en önemli çatışmalardan birinin Ortadoğu’da olduğunu belirtelim.
Filistin’deki Birinci Arap-İsrail Savaşı 1948’de çıkmıştı. İngiliz manda yönetiminin sona ermesini takiben İsrail bağımsızlığını ilan etmiş, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun iki devletli çözüm kararını kabul etmeyen Arap devletlerinin kurduğu askeri ittifak Filistin’i kontrol etmek üzere harekete geçince çatışmalar patlak vermişti.
Gellhorn yıllar boyunca Filistin meselesini takip etti. 1961’de The Atlantic dergisine yazdığı yazıda, iki tarafta yer alan devletleri de eleştirirken sıradan insanların bu kararlar yüzünden yaşadığı trajediye dikkat çekiyordu. Özellikle bölgedeki Arap liderlerin hakikati tekellerine alma çabasını ve antisemitist söylemlerini yerdikten sonra şöyle diyordu Gellhorn: “Yapılacak en iyi iş bu meseleyi yakından incelemek, Filistinli mültecilere bir ‘sorun’ veya istatistik gibi değil, insan gibi bakmaktır.”
Gellhorn’un Filistin’i köy köy gezip Türk kahvesiyle ağırlandığı evlerde yaptığı görüşmelerle desteklediği röportaj, her iki taraftaki nefret ve intikam duygusunun nasıl aşılabileceğine dair öneriler içeriyordu. Mülksüzleştirilmiş, yerinden edilmiş, yoksul bırakılmış yerli halkın refaha kavuşmasının kalıcı çözüm için ön şart olduğunu savunurken şöyle diyordu Gellhorn: “‘Batılı emperyalistler’ bu yolu açmalı, Arap hükûmetleri de gerekli iradeyi ortaya koymalıdır.”
81 yaşında savaşı yerinde izledi, 87 yaşında Brezilya’da haber araştırdı
Bununla birlikte “ekonominin her şey olmadığının” bilincindeydi Martha Gellhorn. Çünkü “mültecilerin trajedisinin, gittikleri yerlerde sadece fiziksel olarak değil; kalben, zihnen ve ruhen de açlık çekmek olduğunu” görüyordu. Bu yüzden, geri dönmek istemeyenlerin yeni yurtlarına BM’nin de yardımıyla entegrasyonu şarttı ona göre. Ama en önemlisi; mülteciler artık bir “nesne” olarak görülmemeli, siyasi “piyonlar” olarak kullanılmamalıydı.
1972’de Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden ve Rus halkını da gözlemleme imkânı bulan Martha Gellhorn, 1980’lerde Güney Amerika’daki iç savaş ve çatışmaları haberleştirdi. Savaş muhabirliği kariyerindeki eserleri derlediği 1986 tarihli The Face of War (Savaşın Yüzü) adlı kitabın önsözünde şöyle diyordu: “Tolstoy’un ‘hükûmetler geri kalan herkese şiddet uygulayan bir grup adamdır’ şeklindeki huysuz sözünü hep sevmiştim. Şimdi bu ihtiyar Rus’un bir peygamber olduğunu da düşünüyorum.”
Martha Gellhorn, gazetecilikten emekli olmadan önce yerinde izlediği son savaş sırasında 81 yaşındaydı. ABD 1989’da Panama’yı işgal etmiş, Gellhorn ise Panama Şehri’nin bir gecekondu mahallesi olan Chorrillo’da kapı kapı dolaşarak işgalin sivillere etkisini haberleştirmişti. Gördükleri onu öylesine dehşete düşürmüştü ki Washington’a dönüp Pentagon’un basın toplantısı sırasında bir generalin karşısına dikilerek ABD’yi “sömürgeci bir güç” diye nitelendirmiş, Ronald Reagan yönetiminin dış politikasını şiddetle eleştirmişti.
Aslında Yugoslavya 1993’te dağılırken patlak veren Bosna Savaşı’nı da yerinde izlemek istiyordu Martha Gellhorn. Ama çatışma ortamına gitmek için artık çok yaşlandığını kabul edip bundan vazgeçti. Yine de yerinde duramadı. 87 yaşında Brezilya’ya gidip sokak çocuklarının öldürülmesine dair bir araştırma haberi yaptı. Dünyanın bir köşesinden geçtiği son uzun röportajı da bu oldu.
“Muktedirlerin yarattığı çatışmalara hapsolmuş sıradan insanların savunucusu”
Martha Gellhorn bir katarakt ameliyatının ardından görme yetisini neredeyse tamamen kaybetti. Artık daktilo da kullanamıyordu. Bunun üzerine radyo haberciliğine döndü. Ama karaciğer ve yumurtalık kanseri dâhil çeşitli hastalıklarla mücadele ederken durumu giderek kötüleşiyordu. 15 Şubat 1998’de Londra’daki evinde bir siyanür kapsülüyle intihar ettiğinde 89 yaşındaydı. Bu ev, İngiltere’nin ulusal miras listesine, bir “savaş muhabirinin” yaşadığı yer olarak giren ilk ve tek mekândır.
Gellhorn’un ölümünün ardından çok şey yazılıp çizildi. Rick Lyman, New York Times’da yayımlanan yazısında, “kendisini zenginlerin ve muktedirlerin yarattığı çatışmalara hapsolmuş sıradan insanların savunucusu olarak gören, ukalâ, gıcırtılı sesli, kendini beğenmiş, zincirleme sigara içen bir başına buyruk” diye niteledi onu.
The New Yorker dergisinin edebiyat editörü Bill Buford’a göre Gellhorn’un gazeteciliğin ayırt edici yönü, “belagâtli öfkesi ve âdil bir oyuna olan bağlılığı” idi. Yazar Julia Pascal ise Gellhorn’un, “Yaşlanmayı korkunç bulanlar, hayatlarında istediklerini yapmamış insanlardır” dediğini hatırlatmıştı.
“Martha Gellhorn Gazetecilik Ödülü” 1999’dan beri veriliyor. Gellhorn’un “resmî saçmalık” dediği şeyi ortaya çıkaran, yani yetkililerin çizdiği manzarayla gerçek dünyadaki olguların örtüşmediğini kanıtlayan gazetecilik araştırmalarına verilen bu ödülün onun adını taşıması, ironi dediğimiz şey olsa gerek.
Umberto Eco, “Gazeteyi yapan haber değil, haberi yapan gazetedir” demişti.
Martha Gellhorn, iyi bir savaş muhabiriydi. Gazeteciydi.
https://web.archive.org/web/20150714090433/http://www.defense.gov/news/newsarticle.aspx?id=43102
https://www.findagrave.com/memorial/9625/martha-gellhorn
https://www.saturdayeveningpost.com/2018/11/the-female-war-correspondent-who-sneaked-into-d-day/
https://www.newyorker.com/news/letter-from-the-uk/a-memorial-for-the-remarkable-martha-gellhorn
https://en.wikipedia.org/wiki/Martha_Gellhorn
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KADIN GAZETECİLER
Tomris Uyar: “İyi bir köşe yazısı nasıl olmalıdır” sorusunu yanıtlayan gazeteci
İki savaş arasında: Türkiye’de Suriyeli kadın gazeteci olmak