Haber

Gazetecilere şiddet uygulayanları cezalandırmayanlar demokrasiyi cezalandırıyor

Gazeteci Nuh Köklü (solda) 2015'te, Güngör Arslan 2022'de öldürüldü.

Yolsuzluk iddialarını haberleştiren Güngör Arslan’dan, kartopu oynarken katledilen Nuh Köklü’ye dek son dönemde öldürülen gazetecilerin davalarında çıkan kararlar kamuoyu vicdanını tatmin etmedi. Polis şiddeti konusunda ise etkin soruşturma açılmaması bir yana, gazeteciler sanık konumuna düşürülüyor. 6 Nisan Öldürülen Gazeteciler Günü vesilesiyle, habercilere yönelik şiddet davalarında giderek derinleşen cezasızlık sorununu 5 örnek vaka üstünden inceliyoruz.

Gazetecileri hedef alan şiddetin en ağır türü cinayet… Türkiye’de bunun ilk örneği, Serbesti gazetesindeki yazılarında İttihat ve Terakki iktidarını sert bir dille eleştiren gazeteci Hasan Fehmi’nin 6 Nisan 1909 günü Galata Köprüsü üzerinde öldürülmesi olmuştu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bu nedenle 6 Nisan’ı Öldürülen Gazeteciler Günü ilan etmişti. Bugün de Hasan Fehmi’nin Çemberlitaş’taki Sultan İkinci Mahmud Türbesi’ndeki mezarı başında bu vesileyle bir anma töreni düzenlendi.

Cumhuriyet tarihi boyunca Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Musa Anter, Uğur Mumcu, Metin Göktepe ve Hrant Dink başta olmak üzere 50’yi aşkın gazeteci katledildi. Bu cinayetlerin birçoğu faili meçhul kalırken bazıları da yetkililerce çözüldüğü iddia edilmesine rağmen kamuoyu vicdanı sorumluların cezalandırıldığına ikna olmadı.

Güngör Arslan cinayeti: Tetikçi mahkum oldu ama…

Yaptığı haberler ve yayımladığı yorumlar nedeniyle Türkiye’de öldürülen son gazeteci, 19 Şubat 2022’de işyerinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Kocaeli SES Gazetesi’nin sahibi ve yazı işleri müdürü Güngör Arslan.

Açılan davada, tetiği çeken Ramazan Özkan ve azmettirici olduğu iddia edilen Burhan Polat’ın da aralarında bulunduğu 14 sanığa çeşitli cezalar verildi. Ailenin avukatı Cahit Çiftçi ise beraat eden sanıklardan avukat Ersin Kurt ile mahkûm olan Burhan Polat, Ferhat Yıldırım ve Hasan Emre Çelik arasında cinayet öncesinde ve sonrasında gerçekleşen yoğun iletişimin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Çiftçi’ye göre, Güngör Arslan’ın Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin tramvay reklam ihalesiyle ilgili yolsuzluk iddiaları ve Ersin Kurt hakkında yazdığı haberler, cinayete giden süreci başlattı. WhatsApp yazışmalarının ve güvenlik kamerası kayıtlarının, Arslan’ın bu haberlerinin ardından cinayet planının şekillendiğini gösterdiğini ifade eden Çiftçi, Ferhat Yıldırım ve Hasan Emre Çelik’in cinayeti işlemeleri için Burhan Polat tarafından görevlendirildiğini öne sürdü.

Cinayetin sebebine ilişkin ortaya atılan “kız arkadaş meselesi” iddiasının temelsiz olduğunu vurgulayarak “Tüm süreç, para ve yolsuzluk iddialarıyla bağlantılı görünüyor” diyen Çiftçi, buna karşın Ersin Kurt’un beraat ettiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:

  • Ersin Kurt’un hesap hareketleri dosyaya alınmadı. Bu, mahkemede ciddi şüphelere yol açtı. Kurt’un beraati sadece kendisini değil, birçok sanığı kurtarmak için verilmiş bir karar olabilir.

Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde para ve cinayet arasındaki bağlantılarının yeterince araştırmadığını savunan Avukat Çiftçi, Yargıtay’dan beklentilerinin Kurt’un azmettirici olarak mahkûm edilmesi olduğunu belirtti.

Nuh Köklü cinayeti: Beraat kararı vicdanları yaraladı

Gazeteci Nuh Köklü, 17 Şubat 2015’te İstanbul Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynuyordu. Esnaf Serkan Azizoğlu, işyerinin camına kartopu isabet etmesini gerekçe göstererek Köklü ve arkadaşlarıyla tartışmaya başladı. Tartışmanın büyümesi üzerine Azizoğlu, dükkânından aldığı bıçakla Nuh Köklü’yü ağır yaraladı. Köklü, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Köklü’nün hayat arkadaşı Ferda Sayın, dava sürecini şöyle anlatıyor:

  • Savcı, Serkan Azizoğlu için kasten öldürmeden müebbet hapis, ona yardım ettiği iddia edilen Nazım Coşaner için ise 1 yıldan 15 yıla kadar hapis talep etti. İlk duruşma 6 Ağustos 2015’te görüldü ve birçok avukat davaya müdahil oldu. 
  • Bu süreçte, sanık Serkan Azizoğlu’nun ağabeyi Cumhurbaşkanlığı’na bir mektup yazarak yardım istedi ve kardeşinin Kasımpaşa’da bir cemaat üyesi olduğunu, Nuh Köklü’nün ise AKP [Adalet ve Kalkınma Partisi] karşıtı olduğunu belirtti. Bu mektup Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya eklendi. 
  • Dava avukatlarından Mehmet Ümit Erdem ise 1 Eylül 2015’teki duruşmada sanığa sorduğu “Recep Tayyip Erdoğan’ın esnafa yönelik sözlerini duyup kendinizi o pozisyonda mı hissettiniz” sorusu nedeniyle cumhurbaşkanına hakaretten yargılandı ve bu davadan beraat etti.

“Serkan Azizoğlu tüm duruşmalara takım elbiseyle katıldı ve suçsuz olduğunu iddia etti. Mahkeme, Azizoğlu’nu müebbet hapis cezasına çarptırdı” diyen Sayın, “Coşaner’in de ceza alması gerekirdi. Beraat kararı vicdanları yaraladı” ifadesini kullandı.

Sinan Aygül: Hukukun bu kadar kolayca yok sayılması kabul edilemez

Gazetecilere yönelik saldırılarda cezasızlık, ölümle sonuçlanan olaylarla sınırlı değil. Son yıllarda gazeteciler defalarca şiddete maruz kaldı ve bu vakaların neredeyse hiçbirinde saldırganlar cezalandırılmadı. Hatta şiddete uğrayan gazeteciler sonuçta sanık konumuna düşürüldü.

Gazeteci Sinan Aygül, 17 Haziran 2023’te Bitlis’in Tatvan ilçesinde, dönemin AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Emin Geylani ile ilgili yolsuzluk iddialarını haberleştirmesinin ardından iki kişinin saldırısına uğramıştı. Olayın kendisi için bir adalet mücadelesine dönüştüğünü ifade eden Aygül şunları söyledi:

  • Biri polis memuru, diğeri belediye çalışanı olan bu kişiler beni darp etti. Ağır yaralandım. Saldırı görüntülerinin medyaya yansıması üzerine saldırganlar gözaltına alınıp tutuklandı ve görevden uzaklaştırıldı. Ancak ilk duruşmada mahkeme, olayı “silahla öldürmeye teşebbüs” yerine daha hafif suçlamalarla değerlendirdi. Üç ay sonra açılan davada saldırganlar “silahla nitelikli yaralama,” “silahla tehdit”’ ve “hakaret” suçlarından yargılandı ve ilk duruşmada tahliye edildiler. Verilen ceza alt sınırdan tutuldu ve HAGB [Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması] kararı verildi.”

Yetkililerin dava sürecinde “saldırganları korurcasına olayı sıradanlaştırdığını” belirten Aygül, “Hukukun bu kadar kolayca yok sayılması kabul edilemez” dedi. Aygül’e saldıranların hak ettiği cezayı alması bir yana, olay, gazetecinin saldırı sonrası açıklamaları nedeniyle hakaret ve tehdit suçlamalarıyla yargılanmasıyla devam etti. Hakaret davasında 2 ay 5 gün hapis cezası alan ve dosyanın şu an istinafta olduğunu söyleyen Aygül, davanın,”adaletin nasıl işlediğini ve cezasızlığın yerleşik hâlini gösterdiğini” ifade etti.

Saldırganlardan polis memurunun hâlen açıkta olduğunu, belediye çalışanının ise görevine iade edildiğini vurgulayan Aygül şu ifadeleri kullandı:

  • Polisin soruşturmasını Emniyet Genel Müdürlüğü, belediye çalışanınınkini ise Tatvan Belediyesi yürütüyor. Belediye personeli olan saldırgan göreve iade edildi. Daha sonra DEM Partili yeni Belediye Eş Başkanı Mümin Erol hakkında yaptığım yolsuzluk haberleri sonrası, Eş Başkan’ın “Yarım bıraktıkları işi biz tamamlayacağız” diyerek aynı korumayı tekrar işe aldığı iddia edildi. Bu durum, siyasi yelpazenin farklı uçlarından da olsa basına yönelik baskının sürekliliğini ve halkın haber alma hakkına yönelik tehdidi gösteriyor.

Elfazi Toral: Kadın gazeteci ve Kürt medyasından olmak şiddeti artırıyor

Sahada haber takibi yaparken polis şiddetine uğrayan gazetecilerin şikâyetleri de genelde sonuçsuz kalıyor. JINNEWS muhabiri Elfazi Toral, fiziksel saldırının yanı sıra sözlü tacizlerle de mücadele ederek görevlerini yapmaya çalıştıklarını ifade ediyor.

Polisin, özellikle Kürt medyasının ve muhalif olarak görülen diğer medya kuruluşlarının çalışanlarının sesini kısmak, görüntü almalarını engellemek ve çalışmalarını zorlaştırmak için çeşitli yöntemler denediğini söyleyen Toral, 8 Aralık 2023’te İstanbul Beyoğlu’ndaki bir basın açıklaması sırasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

  • Haberi takip etmek için gittiğim etkinlik henüz başlamadan polis saldırısıyla karşılaştım ve hukukî gerekçe olmadan gözaltına alındım. Yaklaşık 15 metre mesafedeki gözaltı aracına götürülene kadar fiziksel şiddete maruz kaldım. Araç içinde de erkek polisler tarafından uzun süre hem fiziksel hem sözlü şiddet gördüm. Emniyete götürülmek üzere bindirildiğim araçta yaklaşık 6 saat bekletildim. Bu sırada araçtaki 8 polis memurunun hakaretlerine, küfürlerine ve alaylarına maruz kaldım. Bu, sadece bir gözaltı değil, basına yönelik bir baskıydı.

Hakaret ve tacizlerin emniyet ve nezarethanede de devam ettiğini ifade eden Toral, bu sırada tehdit ve sözlü şiddetin yanı sıra çıplak aramaya maruz bırakıldığını ifade ederek  “Özellikle kadın gazeteciyseniz yaklaşımları daha da kötüleşiyor” diyor.

Toral, olay sonrası adlî kontrol şartıyla serbest bırakılmış. İki ay boyunca haftada bir polise imza vermiş. Gözaltı sürecinde yaşadığı hak ihlalleri konusunda avukatı aracılığıyla suç duyurusunda bulunan Toral, bugüne dek bu konuda dosyasında bir gelişme olmadığını ekliyor.

Fatoş Erdoğan: Suçlar zamanla unutulmaya, üstleri örtülmeye çalışılıyor

Gazeteci Fatoş Erdoğan da, yaşadığı polis şiddetiyle ilgili yaptığı üç ayrı suç duyurusunun da takipsizlikle sonuçlandığını vurguluyor. Suruç ve Gezi anma törenlerinde yaşadığı polis şiddeti hakkında savcıya ifade verip tüm detayları anlatmasına rağmen dosya kapatılmış ve itirazları da sonucu değiştirmemiş.

Cumartesi Anneleri eylemlerini takip ederken bir polis memuru tarafından darp edildikten sonra, memuru teşhis etmesine ve dosyaya fotoğraflı kanıtlar sunmasına karşın bu şikâyetinden de bir sonuç çıkmadığını belirten Erdoğan, “Polisin işlediği suçlar zamanla unutulmaya, üstleri örtülmeye çalışılıyor” diyor.

Fatoş Erdoğan’ın değindiği önemli bir nokta da, polisin son yıllarda basın kartlarını da geçersiz sayıp toplumsal olayları takip eden gazetecilere, göstericilere olduğu gibi giderek daha sert müdahale etmesi. Erdoğan, “Bu takipsizlik kararları, sadece bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda Türkiye’deki basına yönelik baskının ve cezasızlık kültürünün derinliğini gösteriyor. Suçlular cezasız kalırken, biz gazeteciler hem şiddetle hem de sonuçsuz kalan yargı süreçleriyle mücadele ediyoruz” ifadesini kullanıyor.

Avukat Sümeli: Cezasızlık toplumun adalet anlayışını zedeliyor

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) avukatlarından Didare Hazal Sümeli, gazetecilere yönelik şiddetin ve cezasızlığın toplumun adalet anlayışını zedelediğini belirtiyor. Sümeli şöyle diyor:

  • Gazeteci cinayetlerinde Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe gibi birçok önemli ismin hedef alındığını biliyoruz. Bu davalarda bazı failler ceza alsa da, cinayetlerin ardındaki yapıların tam olarak ortaya çıkarılmadığı ve sorumluların önemli bir kısmının cezasız kaldığı görülüyor. Haber yapmak, özellikle iktidarı veya bazı kesimleri rahatsız edebilecek konulara değinmek, gazetecilerin fiziksel ve dijital saldırılara maruz kalmasına neden olabiliyor. Takip edilme, darp edilme, yargısal taciz ve hatta örgüt üyeliği gibi suçlamalarla karşılaşabiliyorlar. Bu durum, mesleklerini özgürce yapmalarını engelliyor.

Avukat Sümeli’ye göre, cezasızlığın yaygınlaşmasının temel nedenlerinden biri, gazetecilere yönelik suçlarda etkin soruşturma yürütülmemesi. “Şiddete uğrayan gazeteciler genellikle kendi hukukî mücadelelerini vermek zorunda kalıyor. Özellikle kolluk kuvvetlerinin fâil olduğu durumlarda, yargı sürecinin etkilenmemesi için bağımsız soruşturmalar büyük önem taşıyor” diyen Sümeli, şöyle devam ediyor:

  • Gazetecilere yönelik şiddet vakalarında etkin soruşturma yürütülmeli ve fâiller hızla adalet önüne çıkarılmalı. Olumlu örnekler de mevcut. Geçtiğimiz günlerde İdare Mahkemesi, polis tarafından darp edilen ve telefonu kırılan bir gazeteci lehine manevi tazminata hükmetti. Bu tür kararlar, hukukun işlerliği açısından önemli.

“Hukukun adil işlemesini sağlamak için daha güçlü bir mücadele gerekiyor. Özgür ve güvenli bir medya ortamı ancak bu şekilde sağlanabilir” diyen Sümeli, gazetecilerin yasal güvencelerinin artırılması gerektiğini vurgulayarak “Meslek örgütlerinin ve kamuoyunun dayanışması bu konuda büyük bir fark yaratabilir. Çünkü özgür bir basın, halkın haber alma hakkının en önemli güvencesi” diyor.

İLGİLİ:

Hasan Fehmi Bey: Öldürülen ilk gazeteci, şeyhülislamın yolsuzluklarını ifşa etmişti

Musa Anter: Hakikatin şahidi, sanığı, mahkûmu ve davacısı

Hrant Dink anlatıyor: Neden hedef seçildim?

Üç mermi, bir hançer: Kıbrıslı gazeteci Fazıl Önder neden öldürüldü?

Çetin Emeç: Son yazısı hâlâ kayıp

Gazeteci ne yapar, ne yapmaz? Uğur Mumcu anlatıyor

Fatih Polat yazdı: Basın özgürlüğü, cezası ile gelir

Güngör Arslan cinayeti: Reklam ihalesi almasını eleştirdiği avukat da tutuklandı

Grev önlüğünü ilk o giymişti: Nuh Köklü olunmalı

SLAPP davaları: “Stratejik” yargılamalar gazetecileri yıldırmıyor

Esra Çiftçi

Aslen Dersimli bir ailenin kızı olarak İstanbul’da dünyaya geldi, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji eğitimine devam ederken gazeteciliğe başladı. İlk olarak haftalık çıkan Ülke gazetesinde, ardından günlük çıkmaya başlayan Gündem gazetesinde çalıştı. Uzun yıllar Gündem gazetesinde köşe yazdı. Independent Türkçe, Artı Gerçek gibi haber sitelerine serbest gazeteci olarak katkıda bulundu. Bir dönem yayımlanan sosyal bilim dergisi Dipnot’un yayın kurulunda yer aldı. Göç ve savaş mağduru çocuklarla ve kadınlarla ilgili çeşitli projelerde yer aldı. Hâlen serbest gazetecilik yapıyor.

Journo E-Bülten