Gazeteci Hasan Fehmi Bey, bundan tam 114 yıl önce Galata Köprüsü’nde tabancayla vurularak öldürüldü. Tehditlere rağmen bağımsız gazetecilikten geri adım atmayan, örneğin şeyhülislamın yolsuzluklarını cesurca yazan Hasan Fehmi, Türkiye’de öldürülen ilk gazeteci oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ‘istibdat’tan kurtulan basının bu kez “İttihatçı terörü” ile karşılaştığı o zor günleri hatırlayalım.
Sultan İkinci Abdülhamid, 1876’da tahta çıkıp Anayasa’yı (Kanun-i Esasî) ve ilk parlamenter sistemi (Birinci Meşrutiyet) ilan edince Osmanlı basınında bir özgürleşme umudu doğmuştu. Ancak bu umut kısa sürdü. Abdülhamid, Rusya ile savaşı bahane edip devletin hızlı karar alamadığını öne sürerek 1878’te meclisi kapattı ve anayasayı askıya aldı. 30 yıl sürecek “İstibdat Devri” (despotizm dönemi) böyle başladı. Fakat Abdülhamid saltanatında da Osmanlı’nın gerilemesi hız kesmedi, daha çok toprak kaybedildi ve ekonomik bozulma derinleşti.
Aralarında Jön Türkler’in de olduğu İkinci Abdülhamid muhaliflerinin 1889’da kurduğu İttihat ve Terakkî Cemiyeti‘nin (İTC) siyasi ve toplumsal tabanı, İstibdat Devri’nin son yıllarında hızla genişledi. 3 Temmuz 1908’de Rumeli’de patlak veren isyanı bastıramayacağını anlayan Abdülhamid, 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve “İkinci Meşrutiyet” ilan edildi. Osmanlı basını bir kez daha umutlanmıştı ama bu umut da pek uzun soluklu olmayacaktı. İkinci Abdülhamid devrindeki sansür bitse de İTC döneminde Osmanlı basını ilk gazeteci cinayetleriyle karşılaşacaktı.
Gerici isyan, tek parti iktidarı için bahane edildi
24 Temmuz 1908’den sonra da toplumsal ve siyasal karmaşa sürüyordu. Bir yanda Meşrutiyetçiler, öte yanda da karşıtları vardı. Bu olgu basına da aynen yansıdı. 1908 eylülünde “Şura-yı Ümmet” adlı İttihatçı bir gazete yayın hayatına atıldı. Hüseyin Cahit (Yalçın)’in sahibi ve başyazarı olduğu “Tanin” de İttihatçı yanlısıydı. Bu gazeteler “muhalif basına” şiddetle saldırıyordu.
Muhalefette ise demokratikleşme yanlılarının yanı sıra saltanatçılar da vardı. Örneğin İttihatçılara muhalefet eden basının en önünde gelen, Derviş Vahdeti’nin sahibi ve başyazarı olduğu “Volkan” gazetesi İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yayın organıydı. Bu gazete, İttihatçı yönetime hitaben ‘Açık Mektup‘lar yayımlıyor, sert eleştiriler dile getiriyordu. Volkan‘a göre İttihatçılar yüzünden dini inançlar sarsılmaya, ahlâk bozulmaya başlamıştı. İttihatçılar bir Batılılaşma tutturmuşlardı ki bu hiç şüphesiz bir “şeytanlar devriydi;” çarşafı kaldıracaklar, önlerine gelen yerde meyhaneler açacaklardı!
Kısacası Derviş Vahdeti ve arkasındaki gerici güçler Meşrutiyet’ten rahatsızdılar. Meclis’in kapatılmasını istiyorlardı. “Volkan” gazetesinin yayına başlamasından 5 ay 4 gün sonra; 31 Mart 1909’da İstanbul’da olaylar patlak verdi. “Din elden gidiyor” sesleriyle kışkırtılıp yönlendirilen toplumun bir kesimi, önce İttihatçı yayın organları “Şura-yı Ümmet” ve “Tanin” gazetelerinin binalarına yöneldi. Yakıp yıktılar, yağma ettiler. Bu da yetmedi, en azılı İttihatçı Hüseyin Cahit’i öldürmek için Meclis binasına saldırdılar. Hüseyin Cahit’e benzettikleri bir başka milletvekilini öldürdüler. “31 Mart Ayaklanması” başlamıştı.
Bu gerici isyanın arkasında İkinci Abdülhamid‘in ve iktidara dönmek isteyen eski rejimin olduğunu savunan İttihatçılar, bu olayları kendi güçlerini pekiştirmek için kullandı. Sıkıyönetim ilan edildi, isyancılar yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldı ve İkinci Abdülhamid tahttan indirildi. Sonraki aylarda yaşanan gelişmelerle, yeni bir baskı rejimi kurulacaktı.
İttihatçı ‘fedailer’ gazetecileri kurşunluyor
Meşrutiyet’in ilanını izleyen ilk 1 buçuk ay içerisinde 200 kişi gazete çıkarma imtiyazı almıştı. Bu dönem öncesinin önde gelen gazeteleri; Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Tercüman-ı Hakikat‘i, Ahmet Cevdet’in ‘İkdam‘ı ve Mihran Efendi’nin ‘Sabah‘ıydı. Bunlara daha sonra “Yeni Gazete” de eklenmişti.
Mevlanzâde Rıfat’ın çıkardığı “Serbestî” gazetesinin yazı işlerini ve yönetimini ise Paris sürgününden dönen Hasan Fehmi Bey yürütüyordu. Başyazılarında İttihat ve Terakkî iktidarını sert bir biçimde eleştiriyor ve gazetesi çok satıyordu. Bunun üzerine Hasan Fehmi Bey’e tehdit mektupları gelmeye başlamıştı.
Nihayet 6 Nisan 1909 günü akşam Hasan Fehmi Bey, Mülkiye Kaymakamı arkadaşı Ertuğrul Şakir ile Beyoğlu’ndan dönerken Galata Köprüsü’nün Eminönü tarafında, başının arkasından tabancayla vurularak öldürüldü. Arkadaşı ise yaralandı.
Ertesi gün özellikle öğrenci gençler öfkeyle ayağa kalktı. Osmanlı hükûmet merkezi olan Babıâli’nin bahçesini doldurarak “Katili isteriz” diye bağırdılar. Sadrazam (Başbakan) Hüseyin Hilmi Paşa, katili ya da katilleri bulacağına söz vermedi. Fakat Hasan Fehmi Bey’in katili hiçbir zaman bulunamadı. Bu nedenle Hasan Fehmi Bey Türkiye’de öldürülen ilk gazeteci olduğu gibi, aynı zamanda cinayet faili meçhul kalan ilk gazetecidir.
Ertuğrul Şakir’in ifadesine göre, “süvari subayı üniforması” giyen saldırgan kendisine ateş ederken “Al sana da Mevlan” diye bağırmıştı. Bu ifade, saldırının aslında Hasan Fehmi ile beraber, Serbesti gazetesinin sahibi Mevlanzâde Rıfat’ı hedef aldığını, ancak saldırganın karanlıkta gözlüğü ve sakalı nedeniyle Ertuğrul Şakir’i Mevlanzâde Rıfat sanmış olabileceğini düşündürüyor.
Hasan Fehmi Bey neden vuruldu?
1874 yılında doğan Hasan Fehmi‘nin ailesi Yunanistan’dan göç etmişti. Hasan Fehmi İstanbul’daki Mülkiye Mektebi’nde eğitimini tamamladıktan sonra İkinci Abdülhamid’in baskıcı politikaları nedeniyle Paris’e taşınmıştı. Paris’te, liberalizm yanlısı Prens Sabahattin ve çevresiyle ilişki kurmuş, daha sonra Mısır’a seyahat etmişti. İkinci Meşrutiyet ilan edilince sürgünden dönmüş, geçmişte padişahı olduğu gibi şimdi yeni iktidarı da gazete sütunlarında sertçe eleştirmeye başlamıştı.
Hasan Fehmi Bey‘in başyazarı olduğu Serbesti, özgürlükleri savunan bir gazeteydi. Hiçbir kişinin ve grubun tahakkümünde olmadığı söylenmekle birlikte Prens Sabahattin’in liberal ideolojisini savunan Osmanlı Özgürlük Partisi’ne (Ahrar Fırkası) yakın durduğunu belirtenler de var.
3 Nisan 1909’da, yani ölümünden sadece 4 gün önce Serbesti’de yayımlanan makalesinde Hasan Fehmi şunları yazıyordu:
- Milletimiz bugün kanarken hükûmetin sürüngen karakterleri halkın damarlarındaki son damlaları emiyor. Bu dernek (İttihat ve Terakkî Cemiyeti) yıkımın tohumlarını ne kadar süre ekmeye devam edecek? Çünkü yaptıkları kötülükler; kıtlıktan, vebadan ve koleradan daha fazla yıkıma neden oluyor.
Bu yazı üzerine Hasan Fehmi Bey‘in bir süredir aldığı tehdit mektuplarına yenileri eklendi. Bir tanesinde şöyle deniliyordu:
- İttihat ve Terakkî’nin fenalığı açlıktan da, koleradan da fazla tahribat yapmaktadır diyorsun, bu tahribatı aziz milletimizin dimağında asıl sen yapmaktasın…
Şeyhülislamın yolsuzluklarını da yazmıştı
Peki, neden Hasan Fehmi’yi hedef seçtiler? Çünkü en güçlü ses onunkiydi. Tedirgin olmasına rağmen özgürlük mücadelesinden geri adım atmıyordu.
Hasan Fehmi, meşrutiyetin ilanının yolsuzluklara son vermediğini, İttihatçılar’ın yağmaya katıldığını yazdı. Dürüst ve namuslu sanılan, kimsenin toz kondurmadığı İttihatçılar’ın kirli çamaşırları ortaya dökülünce kıyamet koptu. “Şeyhülislam hazretlerinin” yolsuzluklarını açığa çıkarması ve İttihatçı hükûmetin buna göz yumduğunu yazması bardağı taşıran son damla oldu.
Hasan Fehmi 6 Nisan’da öldürüldükten 2 gün sonra İstanbul’da düzenlenen cenaze törenine 60 bine yakın insan katıldı. Özgürlüğü savunan ve bu yolda canını veren gazeteciye İstanbullular sahip çıkmıştı.
Hasan Fehmi‘nin toprağa verildiği tarih olan 6 Nisan günü, 1997 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) kararıyla “Şehit Gazeteciler Günü” olarak kabul edildi. Bu günün adı 2005 yılında TGC tarafından “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak değiştirildi. O dönemden beri Türkiye’de öldürülen 67 gazeteci, Hasan Fehmi Bey‘in her ölüm yıl dönümünde, Çemberlitaş Divanyolu’nda bulunan Sultan İkinci Mahmud Türbesi’ndeki mezarı başında anılıyor.
Ahmet Samim Bey ve Zeki Bey cinayetleri
Hasan Fehmi Bey’in ardından bir başka gözüpek ve genç gazeteci, Ahmet Samim Bey; “Seda-yı Millet” gazetesinde İttihat ve Terakkî yönetimine karşı sert bir muhalefet yürütmeye başladı. Ahmet Samim Bey, sadece yönetimi eleştirmekle yetinmiyor, iktidarın yolsuzluklarını da belgesiyle kanıtlıyordu. İttihat ve Terakkî yönetimi Ahmet Samim Bey’in de susturulması için fedailerini harekete geçirdi.
9 Haziran 1910 Perşembe gecesi gazete idarehanesinden, yazar arkadaşı Fazıl Ahmet (Aykaç) Bey ile çıkıp Eminönü’ne doğru yürürken, Bahçekapı’da arkasından açılan tabanca ateşiyle Ahmet Samim Bey de öldürüldü. Fazıl Ahmet Bey ise yara almadan kurtuldu.
İlk iki gazeteci cinayetinin üzerinden 14 ay geçmişti. “Mizan” ve “Şehrah” gazetelerinde yazan Zeki Bey, kalemine yolsuzlukları dolamıştı. Yazılarında yöneticileri suçlayıcı sorular yöneltiyordu. En çok üzerinde durduğu konular ise yetkililerin suiistimalleri ve alınan dış borçlardı. Zeki Bey’i de 10 Temmuz 1911’de Bakırköy’de, yine arkasından ateş ederek öldürüp susturdular.
“İttihatçı terörü” sürgünlerle sürdü
İttihat ve Terakkî yönetimi; 23 Ocak 1913’teki Babıâli Baskını ve 11 Haziran 1913’te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikastın ardından tam bir dikta rejimine dönüşmüştü. Bütün muhaliflerini türlü yöntemlerle tasfiyeye yönelen iktidarın ipleri, İttihatçı şefler Talat-Enver-Cemal üçlüsünün elindeydi.
Bu dönemde, suikastla uzaktan yakından ilgisi olsun olmasın iktidarı eleştiren onlarca gazeteci ve yazar, merkez kumandanı Cemal Paşa’nın inisiyatifiyle Sinop’a sürüldü. Refik Halit (Karay), Ref’i Cevad (Ulunay), Burhan Felek, Osman Cemal (Kaygılı) ve Mustafa Suphi bu isimler arasındaydı.
“İttihatçı terörü,” Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı için bozgunla bittiği 1918’e kadar sürecekti.
- Bu içerikte, 2021’de kaybettiğimiz Emin Karaca‘nın “Kaybolan Babıali’nin Ardından” adlı kitabındaki bilgilerden ve Journo’ya katkıda bulunan bir başka gazeteci olan Ahmet Külsoy’un şu yazısından yararlandık.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Türkiye’nin ilk gazeteleri: Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval