Görüş

İyi gazeteci nasıl yetişir? İlber Hoca’ya ancak ‘kısmen’ katılıyorum

İlber Ortaylı (solda) ve Yenal Bilgici. (Fotoğraf: Sebati Karakurt)
İlber Ortaylı, onunla yaptığım söyleşi kitabı ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’da “Türkiyede gazetecilik maalesef iyi bir eğitimle girilecek meslek değildir” diyordu. Sahiden öyle mi?

Bu senenin başında, Prof. Dr. İlber Ortaylı ile yaptığım nehir söyleşi “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” yayımlandı. Ortaylı’nın kendi tecrübelerinden yola çıkarak özellikle yeni nesillere verdiği tavsiyeleri içeren bu kitabın ilgi gördüğünü, epey okunduğunu söyleyebilirim. Bu elbette sevindirici. Benim açımdan daha da mutluluk verici olan, kitaptan önce de Hoca ile sıkça yaptığımız ve benzer bir hatta ilerleyen sohbetlerin herkese faydalı olacağını düşündüğüm içeriğinin bir kaydını çıkarmaktı.

Hürriyet’te çalıştığım beş yıla yayılan bu sohbetlerde Ortaylı ile daldan dala atlayarak epey farklı alanlarda laflamışızdır. Gazeteciliğin genel hâl ve gidişi bu konulara dâhildi. 12 Eylül döneminde üniversiteden istifa etmesinin ardından kendisi de kısa bir süre gazetecilik yapmıştı; gazeteleri içeriden gözlemişti. Bu tecrübeden ara ara söz açmış olduğundan, mesleğim hakkında ne düşündüğünü biliyorum. O yüzden kitap için söyleşirken, konu gazeteciliğe geldiğinde söyledikleri beni pek şaşırtmadı.

Hoca kitapta, yakından tanıdığı iki gazeteciden, Nilüfer Yalçın (1923-2011) ve Nimet Arzık’dan (1923-1989) bahsederken, “Türkiye’de gazetecilik maalesef iyi bir eğitimle girilecek meslek değildir” demişti. Yalçın’ın da Arzık’ın da müthiş eğitimleri ve donanımlarına rağmen, gazetecilik yaparak, kendilerine dar gelen bir gömlek giymeyi seçtiklerini söylüyordu:

“(…) Türkiye’de gazetecilik, çalışanlarına tahammül etmesi hakikaten zor koşullar sunuyor. Kanaatimce; başka ve çok daha iyi seçenekleri olanların, hâlihazırda başka alanlarda faydalı olabileceklerin, gazeteci olmasına gerek yok. (…) Türkiye’de her ortam herkese yaşama şansı vermiyor, hatta öyle ki zaman zaman tahammül etmesi zor koşullar sunuyor. Gazetecilik de öyledir.”

İlber Hoca, bazen zorlu konuları ele alırken, o konunun tonuna uygun bir şekilde keskin konuşur, bazen de gündemin dışındaki, daha az yakıcı meseleleri, onlara bir form verebilmek için keskin konuşarak anlatır. Bizim gazetecilik ve eğitim meselesi bu ikinci kategoriye giriyor. Ortaylı, gazeteciliğin iyi eğitimle yapılmaya değmeyeceğini elbette söylemiyor ama Türkiye’de şu an hemen her alanda olduğu gibi, mevcut ortamın bu iyi eğitimin hakkını vermediğinin altını çiziyor. Yalnız unutmamalı; Hoca’ya göre bizim meslek açısından durum, geçmiş yıllarda da farklı sayılmazdı. Demek ki üç aşağı beş yukarı aynı yerdeyiz.

Kitapta söylemiştim, burada da tekrarlayayım: Hoca’ya ancak ‘kısmen’ katılıyorum. Bir gazetecilik tartışmasına dönmesin diye kitapta konuyu uzatmadık ama burası yeridir. Bugün iktidar baskısı yüzünden doğru dürüst yapılamasa da, iktidar kendine bir yayın havuzu oluşturarak mesleğin sadece icrasına değil dokusuna da zarar verse de, gazetecilik, iyi eğitimi hak ediyor. Hem meslek öncesi hem meslek içi iyi eğitimi…

*

Tartışmaya başlamadan evvel, Ortaylı’nın eğitimden kastının ne olduğunu da hatırlatmak gerek. İlber Hoca, iyi eğitimden belli bir okulu belli bir dereceyle bitirmeyi anlamıyor. Fazlası var. Okumaktan; üstüne vazife olmayan şeylerle de ilgilenmekten; sinemadan, edebiyattan, danstan, müzikten haz duymaktan ve insan tanımaktan da söz açıyor. İyi eğitim bir paket. Biri geldi mi, diğerleri de geliyor. Hoca’nın “Bu kadar iyiyse gazetecilik yapmasın” dediği insan modeli işte bu.

Bu görüşe kısmen katıldığımı söylemiştim. Ortaylı’ya bir yere kadar hak veriyorum ama öncelikle onunla ayrıştığımız, görüşüne katılmadığım noktadan başlayayım.

*

Ortaylı’ya katılmıyorum çünkü iyi gazetecilik de her meslek gibi en iyilerle, “iyinin iyisi” ile yapılır. İyi görecek, iyi bulacak, iyi konuşacak, iyi aktaracak insanlarla yapılır. Bu da evvela eğitim ile mümkün. İyi bir okuldan yetişip gelmiş bir gazeteci adayı, zaten bu yetenekler için gereken altyapıyı önemli ölçüde edinmiş oluyor. Sonrası meslek içi eğitim. Hangi alanda çalışacaksa orada nasıl piştiği, kimlerin onu pişirdiği… İki alanda da belli bir seviyeyi aşanların yaptıkları işler her zaman göz dolduruyor.

İyi eğitim nerede peki? Adaylar, gazeteciliğe geleneksel olarak iletişim fakültelerinden mezun olup geliyorlar. Bir de benim gibi “dışarıdan” gelenler var. Siyaset bilimi, sosyoloji, uluslararası ilişkiler, tarih gibi disiplinlerden çıkanlar gazeteciliğe yönelebiliyor. İlk kriter, her iki grubun iyi okulları. İyi hocaları barındıran, onlara rahat çalışma imkânı veren okullar…

Ben uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi okudum. Henüz üniversitedeyken, stajyer olarak başladığım gazetedeki ilk günümde, servisimin şefi okulumu nedense beğenmeyip burnumu sürtmek istemişti. Dış Haberler’de başlamıştım ve şef daha tanışır tanışmaz nedense “Uluslararası ilişkiler okursunuz ama Kenya’nın başkentini bilmezsiniz, sonra da gelip gazetecilik yapmak istersiniz” diye çıkışmıştı. Sebebini hiç anlamadığım bu sert sözler bana meslekte iki grup arasında epey ciddi bir rekabet olduğunu düşündürmüştü. Yokmuş. Hem elbette Kenya’nın başkentini biliyordum. Geçelim.

*

Velhasıl, iletişim mezunları da yapıyor bu işi başka okulları bitirenler de. İlk grubun motivasyonu çok daha yüksek, donanımları da daha iyi ama benim mesleğe başladığım dönemde ülkedeki iletişim fakültelerinin iyi yabancı dil öğretmemesi (ya da hiç öğretmemesi), dil bilerek geldiğim için bana avantaj sağlamıştı. Bu kadar önemli bir mevzunun nasıl atlandığını da halen anlayabilmiş değilim. Sonuçta dil, iyi eğitimin olmazsa olmazı.

Ama iyi eğitimin verdiği bir şey daha var: Bakış. Kavrayış. Gazetecilik bana göre birçok tarifin yanında aklına bir fikir gelme sanatıdır. Ya da baktığın yerde, gözden kaçması çok kolay bir unsuru da yakalamaktır. Bir yerde dedektifliktir çünkü ancak uzmanlaşmış gözler bazı konuları anlayabilir. Mesela bir iddianamede, öylesine yazılmış gibi görünen bir cümlenin aslında ne anlama geldiğini yıllarını adliyede geçirmiş, iddianame okuyarak pişmiş bir adliye muhabirinden daha iyi kim anlar? Ama daha iyisi o muhabirin o iddianamedeki cümleye baktığında başka bir şey daha görmesidir. Buna dilerseniz, artık aşınmış bir ifade ama, “büyük resim” deyin. İyi gazeteci, konular arasında ilişki kurarken, başka bir bağlantıyı, puzzle’ın hemen yandaki parçasını değil, uzaktaki parçasını sezendir. Bu sezgi eğitimle gelir. Her meslekte böyledir ama her meslek erbabı her gün tüm ulusun karşısına çıkmıyor. İddialı iştir gazetecilik.

*

Ayrıca eğitim okulda bitmiyor; gazetede de devam ediyor. Hem okulda hem meslekte iyi eğitilmiş gazeteciler de yeni gelenlere genelde iyi eğitim veriyor. Yani meslek içi eğitimde de meslek öncesi eğitimin önemi büyük.

Ben az önce anlattığım gibi ilk günümde tuhaf bir başlangıç yaptım ama sonra şansım döndü. Tesadüfen de olsa, eski usul gazetecilerin eline düştüm. Hakiki gazetecilik kumaşına sahip bu ustalar önlerine gelen ham malzemeyi işlemesini bilirlerdi. Yeteneğin ne olduğunu (ya da olmadığını) hızla anlarlardı. Yüreklendirirlerdi. Önünüzü açarlardı. Kendi başınıza cesaret edemeyeceğiniz, akıl etmeyeceğiniz işleri size yaptırırlardı. Sahaya gönderirlerdi. Sahada kendi insiyatifinizi almanızı isterlerdi. Bir anlamda ateşe atarlardı sizi. Ama bizim meslekte sonuç böyle alınır. Potansiyelinizi gerçekleştirmediğinizde, tembelliğe saptığınızda ya da habire patinaj yaptığınızda sahiden kızarlardı. Büyük kızarlardı. Yerin dibine geçerdiniz. Böyle böyle pişerdiniz. (Bu eski ustalardan ikisini, birbirlerinden esasen çok farklı olan iki gazeteciyi anmak isterim. Çok erken kaybettiğimiz Fikri Nazif Ayyıldız ve Alev Er.)

Bir parantez açalım. Geçenlerde Indendent Türkçe’de yayımlanan ve gazeteciliğin ABD’deki halini tartışan Justin Ward imzalı yazıda, gazeteciliğin gitgide “bazı ayrıcalıklı kişilerin paralı hobisine” dönüşmüş durumda olduğundan dem vuruluyordu. Ward yazısında, gazeteci maaşlarının düşüklüğünden bahsediyor ve bu mesleği ancak para kazanma derdi olmayan, elit üniversite bitirmiş, zengin sınıfın icra edebildiğini söylüyor.

İlginç ve önemli. Ama bizde hiç öyle olmadı. Seksenlerin sonu doksanların başında, “hayat tarzı gazeteciliği” yükselişe geçtiğinde bu konu o alanda çalışan gazeteciler açısından sorgulandı ama “hayat tarzı gazeteciliği” de zaten artık bizde pek kalmadı.

Üstelik Türkiye’de icra edilen gazetecilikte geçişkenlik daha fazla. Belli bir eğitim ya da ayrıcalık, gazeteye girmek ve en azından bir noktaya kadar yükselmek için gerekmiyor. O noktadan sonra başka sebeplerden dolayı eleniyorsunuz. Kadınsanız, şansınız yok. İyi networking yapmadıysanız da geçmiş olsun. Durum bu. Bizde iyi eğitimli zenginlerin köşeleri tutması söz konusu değil. Onların geleneksel olarak gazetecilikten başka öncelikleri var. Benim kastım orta sınıftan gazeteci adaylarının iyi eğitimi…

Sözün özü, teoride de pratikte de iyi eğitim bu mesleğin çıtasını yükseğe koyuyor. O yüzden de her daim gerekiyor. Gelelim İlber Hoca’nın görüşlerine yakın durduğum noktaya…

*

Gazetecilik bugün maalesef toplumun nazarında yüksek bir yerde duran bir meslek değil. Bu meselenin başka yazılarda tartışılacak birçok nedeni var ama neticesini söyleyeyim: Gazetelerdeki yetenek havuzu giderek daralıyor.

En iyi eğitimi alanların çoğu gazetecilik yapmayı seçmiyor. Eğitimlerinin gereğini yapabilecekleri ve meslektaşlarıyla eşit rekabete girebilecekleri alanları tercih ediyorlar. Onları kınayamam. Burada “meslektaşlarıyla” ve “eşit rekabet” sözcüklerinin altını çizmek isterim. Çünkü ortada yakıcı bir sorun daha var. Birçok gazetenin röportajcılarına, köşe yazarlarına, görünür yüzlerine baktığınızda önemli bir kısmının meslekten olmadığını görürsünüz. Oyuncular, şarkıcılar, şovmenler, bilimum ünlü, birçok gazetecinin bir ömür dirsek eskitse de yapamadığı bir işi, kendi ünlerinin bir yan ürünü olarak, meslek adına çok da bir şey gözetmeden, sorumluluk almadan, en önemlisi yapacakları (sık yaptıkları) hataların, meslek adına uzun dönemde ortaya çıkaracağı arızaların sıkıntılarını çekmeden icra ediyorlar. Kısacası, çok iyi bir eğitimle, bu kaybetmeye baştan yazgılı olunan rekabete girmeye hakikaten değmiyor. Ünlü çalıştırarak günü kurtardığını düşünen gazete yönetecilerine selam olsun!

*

Bir de şu soru var elbette: Kaldı mı o iyi eğitim? Benim kuşağım iletişim mezunları “efsane” hocalarını sıklıkla anlatır. Mesela onları hayata da mesleğe de Ünsal Oskay gibi dünya çapında bir akademisyen hazırlamıştır. Hakikaten onun tezgâhından geçenler hep düzgün işler yapıyorlar. Peki ya şimdi?

Bugün Türkiye’de 70’i aşkın iletişim fakültesi var; her sene yenileri açılıyor. Journo’da okuduğum Seda Karatabanoğlu imzalı bir haber, öğrencilerin bu fakültelerdeki eğitimden pek memnun olmadığını gösteriyor. Bu önemli bir veri. Mevcut eğitimin esas seviyesini, yeni fakültelerden çıkanların yaptıklarına bakarak gelecekte göreceğimizi söylemeliyiz.

Bir yandan da iletişim fakültelerinde KHK ile meslekten uzaklaştırılan akademisyenlerin yarattığı eğitim boşluğu var. Yine Journo’da Seda Taşkın’ın iletişim akademisyenlerine mikrofon tutan haberi bu konunun altını çiziyordu. Haberde konuşulan isimler, gerçeği ifşa edecek gazeteci ve akademisyenlere her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Türkiye için kurulabilecek en hakiki ve önemli cümlelerden biri bu.

Bir de şu: Gazetecilik, işsizlik sıralamasında zirvedeki yerini her sene pekiştiriyor. Bu fakültelerden çıkacak gazeteci adaylarına, hiç verilmemişti gerçi ya, “iş garantisi” ifadesi ağza bile alınmıyor artık. Buradan çıkanlar ne olacak? Bu okullarda öğretilen (öğretildiğini düşündüğüm) yeni medya bilgisi sektöre ne zaman, nasıl yansıyacak? Yoksa yansımayacak mı? İktidarın medyaya hoyratça el atarak ana akımın dışına sürüklediği onlarca ismin kendilerine yeni mecralar bulması, kendi yollarını kendileri yapması örneklerinde gördüğümüz gibi gelecekte de bu mezunlar kendi başlarının çaresine mi bakacak? Onların hâli ne olacak?

“Yeni mecralar” demişken… Türkiye, her zaman sürprizler vadeden bir ülke. İyi gazetecilerin kurduğu yeni oluşumlar, deminden beri yazdığım kaygıların giderilmesinde önemli katkılar sağlayacak. Örneğin Ruşen Çakır’ın önderliğindeki Medyascope’un sadece bir haber platformu değil yeni bir okul da olduğunu görmek zor değil. Diken ve Duvar gibi siteler dinamizm üretiyor; Journo meslek içi yepyeni bir kanal açıyor. Birçok bağımsız mecrada yayımlanan ve hakikaten nefis diyebileceğim video haberler önyargıları yıkıyor. Bunlar da iki-üç yıl öncesine kadar yoktu.

Yine de İlber Hoca’yı maalesef haklı çıkaran son bir şey söyleyeyim. Gazetecilik gri bir bölgede bugün. Meslek içi eğitim imkânları çok sınırlı. Çoğu gazeteci sosyal medyada üretimden çok tüketimle meşgul. Yeni medya bir video çekip yayına koymak veya tweet atmaktan ibaret sanılıyor ya da en fazla öyle değerlendiriliyor. Bu konuda eğitim verecek kadar bilgi sahibi insan da yok. Ama bu mesleği ayağa kaldıracak insanlar, yine eskisi gibi, iyi eğitimli ve meslek içi eğitimi de iyilerden alacak insanlar. Yani ön şart eğitim. Hem de yeni dünya bilgisiyle verilecek eğitim…

Bir de eğilip bükülmeden iş yapma niyeti elbette. Başka türlü gazeteciliğin kimseye faydası yok.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – İLETİŞİM FAKÜLTELERİ: EN YÜKSEK PUANLI BÖLÜMLER

Yenal Bilgici

Gazeteci. Dergilerde ve gazetelerde muhabirlik, editörlük, haber müdürlüğü yaptı. 2019 yılında, tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’yla ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ isimli bir kitap çıkardı. Kitaplarıyla beraber evden eve yıllarca dolaştı. eskiusul.blogspot.com 'da ikamet ediyor.

Journo E-Bülten