Dosya

Türkiye’de ilk gazete grevini 123 yıl önce dizgiciler başlatmıştı

Sabah ve İkdam gazetelerinin sahipleri 1901'deki vergi indiriminden sağlanan ek kazancın tamamına el koymaya kalkınca çalışanlar isyan etti. Ancak ilk basın grevi örgütsüzlük nedeniyle başarısız oldu. Bu içerik için DALL-E yapay zekâ modeline ürettirdiğimiz temsili görsel. Komut: "Osmanlı İstanbulu'nda iki gazeteci sokakta hararetle tartışırken kalabalık onları izliyor."

Türkiye’de ilk grevi 1826’da İstanbul’un kuzeyindeki bir kale inşaatında çalışan işçiler örgütlemişti. Sonraki yıllarda onlarca grev yapıldı, 1894’te ilk sendika kuruldu. Sultan İkinci Abdülhamid devrindeki işçi hareketleri gizli ve yasadışıydı. Buna rağmen basında artan dayanışma sayesinde gazetecilerin ücretleri ve çalışma koşulları iyileşecek, meslekî itibarları artacak, bayram izni gibi haklar elde edilecekti.

Türkiye’deki ilk basın grevlerinin tarihi ise 20. yüzyılın başına dayanıyor. O dönemde ağır baskıya rağmen verilen hak mücadelesinde dizgiciler (mürettipler) başı çekiyordu. İlk basın grevi de gazete dizgicilerinin öncülüğünde 1901 yılında yapıldı. Medyada grevlerin tüm dünyada yeniden yaygınlaştığı* bugünlerde, Prof. Dr. İsmail Arda Odabaşı’nın TRT 2’deki “İletişim Arkeolojisi” programında anlattığı geçmişi hatırlayalım:

İkinci Meşrutiyet (1908) ile başlayan dönemde pek çok ilkin de karşımıza çıktığını görüyoruz. İlk basın meslek örgütlerinin kuruluşu bunlar arasında sayılabilir.

Osmanlı’da basına ve gazeteciliğe bir rağbet vardı. Orhan Koloğlu’nun deyimiyle bir çılgınlık vardı. Herkes gazete, dergi çıkardı ve bir gazetecilik çılgınlığı yaşandı. Fakat gazeteciliğin profesyonel bir meslek olarak icra edilmediğini biliyoruz. Çünkü meslekî eğitimin alındığı bir okul yoktu. Usta-çırak eğitimi şeklinde sürdü. İşte süreli yayınlar da aslında bir mektep vazifesi görmüşlerdi. Fakat bu basın patlamasına baktığımız zaman kadroların artık oluştuğunu, sayıca arttığını da görüyoruz. Yani bir kadro bolluğu var. Dolayısıyla basın emekçilerinde de bir çeşitlenme, kadro çeşitliliği olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Gazetecilik, İkinci Meşrutiyet’te artık profesyonel bir meslek hâline gelmeye başladı. Bu sürecin doğal bir sonucu da basın meslek örgütlerinin kuruluşuydu. İlk basın meslek örgütümüz 1908’de Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye oldu.

Bu cemiyete kimler ön ayak oldu? Hedefleri nelerdi? Aslında İkinci Abdülhamid döneminde Ahmet Mithat Efendi‘nin öncülüğünde böyle bir basın meslek örgütü girişiminde bulunuluyor ama sonuç alınamıyor. Yani aslında ilk nüvelerini daha evvelden göstermiş. Tabii ki İkinci Meşrutiyet döneminde mesleğin gelişmesine paralel olarak çok sayıda gazete ve derginin ortaya çıkması kadroların sayısının arttığını da gösteriyor ve bu süreçte meslekî örgütlenmeler o alandaki kurumsallaşmanın ve profesyonelleşmenin derinleştiğini, güçlendiğini göstermesi bakımından önemlidir.

İkinci Meşrutiyet ilan edilir edilmez 24 Temmuz 1908’de gazetecilerin Sirkeci Garı lokantasında bir toplantı yaptıklarını ve bir cemiyetleşme faaliyetine girdiklerini görüyoruz. Aslında İkinci Meşrutiyet dönemi sadece bir basın patlamasının görüldüğü bir dönem değil, dernek patlamasının da olduğu, yani örgütlenme düzleminde bir dönem. İlk siyasî partiler çok sayıda ve çeşitli dernekler kuruyorlar. Matbuat cemiyetleri ya da basın meslek örgütleri de bu dönemde ortaya çıkacak.

Önce yazı işleri örgütlendi, sonra dizgiciler ve makineciler

Gazeteciler toplanıyorlar, bir meslek örgütü ihtiyacı olduğunu dile getiriyorlar. Dönemin önde gelen gazeteleri ve gazetecileri, örneğin Yeni Gazete’den Abdullah Zühtü Bey, Tanin’den Hüseyin Cahit Bey, İkdam’dan Ahmet Cevdet Bey, Servet-i Fünun’dan Mahmut Sadık Bey, Ahmet Emin Yalman; bu gazeteciler bir dernekleşme, cemiyetleşme faaliyetine başlıyorlar ve Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye’yi kuruyorlar. Bu bizde kurulmuş olan ilk basın meslek örgütüdür. Burada örgütlenenler esas olarak gazete sahipleri, başmuharrirler, başyazarlar ve muharrirlerdir. Yani yazar ve yazı ekibi, çünkü başka basın emekçileri de var: mürettipler (dizgiciler), makineciler (matbaa operatörleri) gibi… Onlar da ayrıca örgütlenmeye gidecekler.

Niçin kuruluyor? Aslında meslek örgütlerinin temel bazı amaçları vardır. Bunlar meslek içi dayanışmayı sağlamak, meslektaşların çalışma koşullarını yükseltmek ve mesleğin itibarını arttırmak gibi amaçlarla kuruluyor. Bütün basın meslek örgütlerinin de en temel amaçları arasında bunlar yer alacak.

Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye bir taraftan da basın sansürü ortadan kalktıktan sonra bu basın çılgınlığı ortamında alana bir tür düzen getirmek için kuruluyor. Yani basın alanında bir tür özdenetim amacı da var. Çünkü bu dönemin basın patlaması içerisinde güzel şeyler olduğu gibi bazı olumsuzluklar da ortaya çıkıyor. Bu yüzden Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye yöneticilerinin basın davalarında bir danışman heyet gibi hükûmet tarafından kabul edilmesini talep ediyorlar. Dolayısıyla matbuat alanında bir tür özdenetim fonksiyonu görmek istediğini söyleyebiliriz. 1908’in eylül ayında bir nizamname hazırlanacak. Ancak nizamname hazırlamak dışında bu basın meslek örgütünün çok faal olamadığını görüyoruz. Yani âtıl kalıyor.

Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye, gayrimüslim gazetecileri de kapsıyordu

Bu cemiyetin en önemli özelliği Osmanlıcı rengi, yani İttihad-ı Anâsır dediğimiz “unsurların birliği” idi. Dinsel ve etnik Osmanlı unsurları arasında kardeşlik tesis etmek, bir üst Osmanlı kimliğinde bunların birleşmesini sağlamak gibi bir atmosferde doğan Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye’de de bu hava var. Baktığımız zaman sadece Türkçe gazeteler ve Türk gazeteciler değil, aynı zamanda farklı dillerde gayrimüslim Osmanlı gazeteleri de var. [Osmanlı Yahudisi] Fresko Efendi’nin [Mercado Fresco] El Tiempo’su, [Osmanlı Rum’u] Pozant Efendi’nin Pozantion’u, Nikolaidis Efendi’nin Konstantinopolis gazetesi gibi Rumca, Ermenice, İbranice yayınlar da heyette var. Dolayısıyla Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye’nin o zamanın ruhunu yansıttığını görüyoruz. Osmanlıcılık, Osmanlı kimliğinde birleşme Tanzimat’ın bir hedefiydi.

Genelde literatüre baktığımız zaman 1908’de kurulan Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye birinci basın meslek örgütü, ikinci olarak da 1917’de kurulan Osmanlı Matbuat Cemiyeti olarak görülüyor. Aslında bu arada bazı girişimler var, bunlar çok bilinmiyor. Bilinmemesinin herhalde temel nedenlerinden bir tanesi, bir girişim oluyor ama sonuçlandırılamıyor. O meslek yapılanmaları yaşamlarını sürdüremiyor.

Matbuat Teavün Cemiyeti de uzun yaşamadı

Bunlardan bir tanesi 1914 senesinin mayıs-haziran aylarında kurulan Matbuat Teavün Cemiyeti. Teavün yardımlaşma dayanışma anlamına gelir. Burada da başı çeken kişi İkdam gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet Oran. Burada sadece İstanbul’daki Türkçe gazeteler örgütlenmeye çalışıyorlar. Yeni bir matbuat cemiyeti kurma çabasındalar. Bir nizamname hazırlanıyor. Ama bu cemiyet de yaşayamıyor.

Bunun herhalde temel sebebi az sonra temmuz ayında Birinci Dünya Savaşı’nın başlayacak olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı’nın basın üzerinde çok fazla olumsuz etkisi var. Temel etkilerinden bir tanesi seferberlik başlayınca basın mesleğinde çalışan pek çok kişinin; mürettiplerin, makinecilerin, hamalların vs. seferberlik gereği askere alınmasıydı. Bunun yanında ekonomik sıkıntılar da vardı. Kâğıt sıkıntısı, mürekkep sıkıntısı… Bunlar çok olumsuz bir şekilde etkileyecek ve dolayısıyla Matbuat Teavün Cemiyeti de akim kalacak.

Matbuat Teavün Cemiyeti ile ilgili ilk bilgi olarak Karagöz gazetesinde mizahi bir bent var. Daha sonra da diğer gazetelerde; yani İkdam, Tanin, Peyam gibi gazetelerde de ilgili haberler var. Daha sonra Matbuat Teavün Cemiyeti’nin faaliyetleri çok yürümeyince Karagöz mizahî bir üslupla biraz eleştiri yöneltiyor, iğneleme yapıyor.

Tarihimizin ilk basın kongresi 1918’de toplandı

Akamete uğramış bir süreçten sonra, yani ilk basın meslek örgütümüzün kurulmasının ama devam edememesinin ardından nihayet 1917’ye geldiğimizde Osmanlı Matbuat Cemiyeti kuruluyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında çok fazla gazete yok. O yüzden oradaki Türkçe gazetelerin sahipleri ki genelde gazete sahipleri başyazar, başmuharrir de oluyorlar, onlar katılıyorlar ve ilk başkanı da Mahmut Sadık Bey olacak. Mahmut Sadık Bey çok eski ve itibarlı gazetecilerden bir tanesi. Hatta “şeyhül muharririn” pâyesi kendisine biçilen biri. Yani yazarların, gazetecilerin başı, şeyhi gibi.

Birinci Dünya Savaşı’nın olumsuz koşullarında bir matbuat cemiyeti kurma ihtiyacı hep var ama o dönemin olumsuz koşulları nedeniyle kurulamıyor. 1917 senesinde ise o dönem müttefik olan Almanya’daki basın meslek örgütleri gazetecilere bir davette bulunuyorlar. Fakat burada bir basın meslek örgütü olarak muhatap yok. Türk gazeteciler “artık bizim de bir meslek örgütümüzün olması gerekiyor” diyerek 25 Haziran 1917’de bu münasebetle Osmanlı Matbuat Cemiyeti’ni kuruyorlar.

Zaten Cemiyet’in ilk faaliyeti de müttefik ülkelere seyahat olacak. Almanya’ya ve Avusturya’ya böyle bir ayı aşkın bir süre boyunca bir heyet gidip buraları geziyor. Aynı zamanda cemiyetin kurucuları olan Mahmut Sadık Bey, Ahmet Emin Bey, Yunus Nadi Bey, Tanin gazetesinden Muhittin Birgen, Tercüman-ı Hakikat gazetesinden Ağaoğlu Ahmet Bey’in olduğu beş kişilik ekip bu seyahati gerçekleştiriyor. Bu seyahatten döndükten sonra meslekî yapılanmanın gereklilikleri yerine getirilmeye çalışılıyor. Her şeyden önce bir nizamname hazırlanıyor. Aynı zamanda 15 Şubat 1918’de bir kongre toplanacak ki bu basın tarihimizde ilk basın kongresi kabul edilir.

Cemiyetin ilk gündemi savaş dönemindeki kâğıt kıtlığıydı

Osmanlı Matbuat Cemiyeti’nin nizamnamesi, tüzüğü hazırlanıyor. Burada da yine bir meslek örgütünün temel kavramları olan meslekî dayanışma, mesleğin itibarını arttırma, meslek mensuplarının yaşam koşullarını iyileştirme gibi kavramlar var. Ancak Osmanlı Matbuat Cemiyeti özelinde bir de yurt dışındaki müttefik ülkelerdeki matbuat cemiyetleriyle ilişki kurma, onlarla münasebetleri sürdürme amacı da var.

Osmanlı Matbuat Cemiyeti en çok kâğıt kıtlığı meselesi ile ilgilenecektir. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli meselelerinden bir tanesi buydu. Buna çözüm yolları arıyorlar. Yurtdışından kâğıt getirmek için gereken bağlantıları kurmaya çalışıyorlar. Almanya’dan, Avusturya’dan getirmeye çalışıyorlar. Çünkü savaş hâlinde olunduğundan her yerden getirilemiyor. Aynı zamanda getirilen bu kağıtların mevcut gazetelere âdil bir şekilde dağıtılmasıyla da ilgileniyorlar. Daha sonra 1918’deki kongrede başkanlığa Tanin gazetesinden Hüseyin Cahit Yalçın, genel sekreterliğe Ahmet Emin Bey geliyor. Fakat mütareke yaklaşıyor.

Mütareke döneminde daha farklı bir ortam ortaya çıkınca Osmanlı Matbuat Cemiyeti’nin bir tür bunalım dönemine girdiğini görüyoruz. Mütareke yıllarında yani 1918 sonrasında Osmanlı Matbuat Cemiyeti sansür meselesiyle de ilgileniyor çünkü Birinci Dünya Savaşı döneminde hem siyasi hem askeri sansür görülür. Ama 1918’in haziran ayına geldiğimizde siyasi sansür kalkacak çünkü artık savaşın da sonlarına gelinmiş oluyor.

Savaşın kaybedilmesiyle muhalif sesler güçlendi

Osmanlı Matbuat Cemiyeti’nin bir diğer özelliği siyasi iktidarla çok yakın ilişkilerinin olması. Bazı üyeleri aynı zamanda mebuslardır. Sadrazam [Başbakan] Talat Paşa’nın bu cemiyetin kurulması, gelişmesinde desteği ve katkısı var. Mütarekeden sonra girilecek olan bunalımda özellikle yeni ve daha muhalif gazetecilerin yönelttikleri eleştiriler nedeniyle bazı tartışmalar ve çatışmalar yaşanacak. 1919-20-21 yıllarında hemen hemen her sene bir kongresi toplanacak. Bu arada isim değişiklikleri yaşanacak. 1922’de Türk Matbuat Cemiyeti oluyor, daha sonra İstanbul Matbuat Cemiyeti oluyor.

Şunu da belirtmek lazım: Bizim burada konuştuğumuz meslek örgütlerinin hepsi İstanbul merkezlidir. Başka şehirlerde de, özellikle İzmir ve Selanik gibi şehirlerde de bazı girişimler var. Millî Mücadele döneminde Anadolu basını da ön plana geçtiği için artık İstanbul Matbuat Cemiyeti ismini alacak. Bu şekilde 1930’ların sonlarına kadar varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla 1917’de kurulan Osmanlı Matbuat Cemiyeti’nin yaşama kabiliyeti gösterebilmiş ilk basın meslek örgütü olduğunu söyleyebiliriz.

1908 sonrasındaki bunalım döneminde siyasî ayrışmalardan dolayı kavgalar oluyor. Evvelki başkan Hüseyin Cahit Yalçın Bey, Tanin gazetesinin başyazarı ve İttihatçı. İktidarın değişmesiyle İttihat Terakki’ye yönelik çok ağır eleştirilerin yapılmaya başlandığı bir dönemden bahsediyoruz. Dolayısıyla orada cemiyetin içerisinde de bir mücadele var. O siyasi kutuplaşmanın ve kavgaların cemiyete de yansıdığını görüyoruz. Başkanlar değişiyor, belirli gruplar oluşuyor. Bir dönem yeniden Mahmut Sadık Bey başkanlığa gelecek, nispeten İttihat Terakki’ye daha mesafeli olduğu için. Karşı tarafta Refik Halitler, Velid Beyler var. Bir ara Halit Ziya Bey başkanlığa gelecek. Sallantılı bir dönem cemiyet adına ama bu dönemde de bir şekilde kongrelerini yapıyorlar, bazı faaliyetlerini sürdürüyorlar.

1920’lerin başında, yani o problemli zamanda yine bir nizamname örneği çıkartabilmişler. Bu arada nizamnameleri değiştirmek de gerekiyor. O yapı, atmosfer, zamanın ruhu değişince bunlar da değişmeye başlıyor. Mesela bu nizamnamenin sonunda cemiyete başvurmak için yapılması gereken şeyler yazıyor. Nizamnamelerin sonunda da üyelik başvurusu yapmak için bir form oluyor. İç sayfasında fotoğrafınızı yapıştıracağınız bir sayfa var. Buraya fotoğrafınızı yapıştırıp arkasındaki kısımları da doldurup sayfayı koparıp gönderiyorsunuz, cemiyete üye olmak için başvuruda bulunuyorsunuz (altta).

Bu dönem de oldukça sallantılı geçiyor. 1920’lerin biraz daha ileriki dönemlerinde özellikle Hakkı Tarık Us’un başkanlığı almasından sonra Cemiyet biraz daha düzenli bir şekilde faaliyetlerini sürdürecek.

Mürettibîn-i Osmaniye Cemiyeti: Basının kilit işi, dizgicilik

Basın iş kolundaki en önemli gruplardan bir tanesi mürettipler, yani dizgicilerdir. Mürettipler ayrı bir kademe olarak ayrıca örgütleniyorlar. Mürettibîn-i Osmaniye Cemiyeti (Osmanlı Dizgiciler Cemiyeti), İkinci Meşrutiyet’in ilanının hemen akabinde yani 1908 senesinin ağustos ayında kuruluyor.

Mürettipler, dizgi yapan insanlar… Bunlar hem okuma yazması olan, hem de gazete patronluğu gibi en üst noktada bulunmayan bir grup. Mürettipler aynı zamanda haklarını aramak konusunda da en aktif olan grubu oluşturuyor. Dolayısıyla basın meslek kolundaki grevlerin hemen hemen tamamı mürettipler tarafından yapılır. Mürettip grevleri İkinci Abdülhamid döneminde başlıyor. 1901 senesinde Saadet gazetesinde**, 1906 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesinde mürettipler işi bırakıyor.

Mürettibîn-i Osmaniye Cemiyeti kurulduktan sonra ilk kazanımlarından bir tanesi bayram günü tatil yapılması, yani gazetelerin çıkmaması anlamına geliyor. Mürettipler çalışmadığı zaman dizgicilik yapılmadığından gazete çıkmayacak demek. Bu bayram günü gazete çıkarmama geleneği sonraki on yıllara cumhuriyet dönemine de intikal edecek. Bir gün tatil olması gibi bir girişimleri de var ama ondan sonuç alamıyorlar.

İkinci Meşrutiyet döneminde, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda mürettiplerin çoğu askere alındığı için Mürettipler Cemiyeti’nin de faaliyetleri çok aksıyor. 1919 yılında Osmanlı Mürettibin Cemiyeti yeniden canlanıyor ve 1919’dan itibaren gerçekleşen grevlerin de esas olarak yöneticisi Mürettipler Cemiyeti. Aslında 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra da İstanbul’da, İzmir’de mürettip grevleri var. Ama esas olarak Mürettibin Cemiyeti’nin grevlerdeki aktif pozisyonu 1919’dan itibarendir. 1919-20-21- 22’de her daim gazete sahipleriyle, başmuharrirlerle mürettipler arasında çalışma koşulları, ücretler, mesai saatleri gibi çok tahmin edebileceğimiz konulardan dolayı grevler, birtakım şeyler yaşanıyor.

1923 grevi: Gazete sahiplerinin ‘Müşterek’ine karşı, çalışanlar ‘Haber’i çıkardı

Mürettipler Cemiyeti 1922’de Türk Mürettibin Cemiyeti adını alacak. En büyük grevleri 1923 yılında yaşanan grevdir. 1923 yılında mesai saatleri, ücretler gibi nedenlerle gazete sahipleriyle mürettipler arasında bir anlaşmazlık çıkıyor ve bunun akabinde başlayan 15 gün kadar süren büyük bir grev oluyor.

Bu grevin çok ilginç yanı şu: Mürettipler greve gidince gazete sahipleri kendileri bir gazete çıkartıyorlar. İsmini Müşterek gazete koyuyorlar. O dönem yayın hayatında olan 8 Türkçe gazete, Müşterek gazetesini çıkartıyor. Mürettipler de buna karşı Haber isimli bir gazete çıkartıyorlar. Yalnızca bir gün başka bir gazeteyi kullanıyorlar ama daha sonra kendi gazetelerini çıkartıyorlar. Dolayısıyla İstanbul basınında şöyle bir durum ortaya çıkıyor: İki tane gazete var, bir tanesi gazete sahiplerinin ve başmuharrirlerin ismi Müşterek olan gazetesi, diğeri de mürettiplerin çıkardıkları Haber isimli gazete. Mürettipler işi bırakınca iş başa düşüyor.

Müşterek gazetesini 8 gazete birlikte çıkartıyor ve altında hepsinin ismi yazar. Her gün sırayla başka bir gazetenin başyazarı başmakale yazar. Bazı sütunlar belirli gazetelere ayrılmıştır. Böyle bir paylaşım vardır. Günde sabah ve akşam olmak üzere iki kez çıkar. Bugünkü gibi değil, o dönemde sabah ve akşam gazeteleri var. Sabah nüshası 4, akşam nüshası 2 sayfadır. Akşam nüshasını Akşam ve Tercüman-ı Hakikat gibi akşam gazeteleri çıkartır, sabah nüshasını da sabah gazeteleri çıkartır. [Müşterek ve Haber gazeteleri] arasında tabii ki tartışmalar, polemikler söz konusuydu. Ama sonra anlaşıyorlar, 15 gün sonunda grev sonlanıyor. 20 Eylül’de anlaşma sağlanıyor. Müşterek adlı gazete yayınına son veriyor ama Haber bir süre daha çıkıyor.

  • Bu içeriği Semanur Beşevli yayına hazırladı.
  • * Türkiye dâhil birçok ülkede son yıllarda medya sektöründe sendikal hareket güçlenirken grevler yaygınlaşıyor. Türkiye’de işçilerin ücret artışı talebiyle iş bırakmasının tarihini 15. yüzyıla kadar götürmek mümkün olsa da modern anlamda ilk grevlerin 19. yüzyılda yapıldığı kabul ediliyor. Bilimsel araştırmalar, Osmanlı ülkesindeki ilk grevi, 1826’da İstanbul’daki bir kale inşaatının işçilerine dayandırıyor. Kentin kuzeyinde, Boğaz’ın Karadeniz’e bakan kıyılarını koruyan bir dizi tahkimattan birine “Kal’a-yı Tis’a” (Dokuzuncu Kale) deniyordu ve ilk grevi buradaki inşaat işçileri ücret artışı talebiyle yapmıştı.
  • 1861’de Tersane-i Âmire, 1862’de Elbisehane-i Âmire ve 1863’te Zonguldak Ereğlisi’ndeki kömür madeni işçileri greve gitmişti. 1872’de Hasköy Tersanesi, Beyoğlu Telgrafhanesi, Haydarpaşa-İzmit demiryolu, Rumeli demiryolu ile Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası işçileri grev yaptı. Tophane fabrikasındaki işçilerin 1894’te gizlice kurduğu Amele-i Osmanî Cemiyeti (Osmanlı İşçi Derneği) ise ilk sendika sayılıyor. Tanzimat’ın 1839’daki ilanından 1908’de Sultan İkinci Abdülhamid’in mutlakiyetçi rejiminin sonlandırılıp parlamenter monarşiye dönüşü sağlayan Jön Türk Devrimi’ne (İkinci Meşrutiyet) kadar Osmanlı ülkesinde en az 95 grev yapıldı. 1908 yılı içinde gerçekleşen grev sayısı ise 143 olarak saptandı. Tarihi kayıtlara göre bu yıldan, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914’e kadar Türkiye’de en az 56 grev daha yapıldı.
  • ** Basın sektöründe ise ilk grev 1901 yılında yapıldı. 25 yıldır tahtta olan İkinci Abdülhamid, ağır bir sansür altında ezdiği basının bir miktar da olsa desteğini almak için pul vergisini kaldırdı. Böylece gazetelerin giderleri aniden azaldı. Gazete çalışanları bu kazançtan pay istiyordu. Tüm ek geliri almak isteyen Sabah ve İkdam gazetelerinin sahipleri ise buna karşı çıktı. İki gazetenin çalışanları topluca iş bırakıp kapanmak üzere olan Saadet gazetesini devralarak yayımlamaya başladı. Ancak Sabah ve İkdam’ın sahipleri, eski gazetecileri işe alıp gazetelerini çıkarmaya devam ettiler. Gazetecileri ücret almadan çalışmasına rağmen Saadet yeterince satışa ulaşamayınca borç batağına girip birkaç ay sonra kapandı. Okurların çoğu bu süreçte gazetecilerin grevde olduğunu bile fark etmemişti. İlk grevin başarısızlığının temel nedenlerinden biri gazetecilerin örgütsüz olmasıydı. 1908’de Mürettibîn-i Osmaniye Cemiyeti (Osmanlı Dizgiciler Cemiyeti) gibi meslek örgütlerinin kurulmasının ardından basın çalışanları, dayanışma ve mücadeleyle haklarını almaya başladılar.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

135 yıl önce İstanbul’da bir gazeteci aylık maaşıyla 80 kilo kahve alabiliyordu

Medyada sendikalaşma: Sputnik grevinin hukuki boyutu

Bu dergilerde grev var: Dünyanın en büyük medya gruplarından birinde kırmızı halılı iş bırakma eylemi

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten