Dosya

Türkiye’nin gazetecilikten gelen ilk başbakanı, uzun cümlelere savaş ilan etmişti

Bu içerik için DALL-E yapay zekâ modeline ürettirdiğimiz temsilî görsel. Komut: "Aynı zamanda gazeteci olan bir Osmanlı paşası, 19. yüzyılda bir okulda kara tahta önünde gazetecilere ders veriyor."

Osmanlı İmparatorluğu’nda gazetecilik kökenli ilk sadrazam (başbakan), Mehmed Said Paşa idi. Türkiye’deki ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi’nin yayın yönetmenliğini yapan ve Türkçe yayımlanan ilk özel gazete olan Ceride-i Havâdis’te yazan Said Paşa, tam 9 kez sadrazamlığa getirildi. Paşa istifa mektubunda, ağdalı Osmanlıca yazı dili yerine, gazetelerdeki görece basit Türkçe’yi kullanarak bir mesaj vermişti.

Sultan İkinci Abdülhamid ise istifa mektubunu alınca, “Bu nasıl bir kitabettir böyle, gazeteci lisânı gibi” diyerek Said Paşa’ya dokundurmuştu. İçini acıtan bu sözleri unutmayan “Küçük” lakaplı Paşa, Abdülhamid tahttan indirildikten sonra bu adla yazdığı kitapta ‘gazeteci lisânı’nı savundu. Küçük Said Paşa’ya göre kitlelerle iletişim kurabilmek için resmî yazıdaki uzayıp giden cümleler ve karmaşık tamlamalar terk edilmeliydi.

Türk edebiyat ve basın tarihinin tartışmasız kabullerinden biri, 19. yüzyılda yeni edebiyat akımlarının ve yazım türlerinin ortaya çıkmasıyla gazetenin yaygınlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu şeklindedir. Buna göre yazım dilinin sadeleşmesinde de gazete önemli bir rol oynar.

Karikatürize ettiğim bu yargıya dair ilk elden akla bazı sorular geliyor: Bu değişim hangi yönde, nasıl kendini göstermiştir? Gazeteyi ve gazete dilini yeni ve farklı kılan nedir? Benzer değişimler ve ilişkiler sonraki yıllarda da mevcut mudur?

Bu soruların cevaplarına dair eli yüzü düzgün bir çalışmanın olmadığını peşinen söyleyelim. Fakat bir araştırma yapıldığında ilk karşımıza çıkacak eserlerden birinin künyesi şöyle: Mehmed Said Paşa. Gazeteci Lisânı. İstanbul Sabah Matbaası, 1327/1911. [1]

Okunduğunda merak edilen sorularla doğrudan ilişkisi olmadığı görülecek eser, yine de çağrışımları ve merak edilen konularla ilişkisi açısından ele alınmayı hak ediyor. Evvela amiyâne dille şunu sorabiliriz: “Bir paşa, yani devlet kademesindeki en üst rütbede bulunan biri kim ola ki gazete dili hakkında yazı yazsın?” Cevabı çok da merak etmeden peşin yargılarımız zaten gelecektir: “Olsa olsa gazeteleri kötülemiş, gazetecilerin yanlışlarını anlatmıştır….”

Ama gerçek böyle değil, hatta tam tersi…

Küçük Said Paşa kimdir?

Ankaralı bir ailenin oğlu olarak 1838’de Erzurum’da doğan Mehmed Said, eğitiminin ardından atıldığı memurluk hayatı sırasında İstanbul’a geldi. İstifa edip bir süre Ceride-i Havâdis gazetesinde düzeltmenlik yaptı, imzasız haberleri yayımlandı. Bu dönemde Türkiye basın tarihinin ilk polemiğine, “haber dili” konusunda 1867’de Şinasi ile girdi. Güçlü kalemiyle kavuştuğu ünün de etkisiyle aynı yıl devlet basımevinin müdürlüğüne, ardından resmî gazete Takvim-i Vekayi’nin yayın yönetmenliğine getirildi. Buradan tekrar bürokrasiye geçiş yaptı. Müdürlüklerin ve bakanlıkların ardından, danışmanlığını yapacağı İkinci Abdülhamid’in saltanatında, 1880’den 1911’e kadar farklı dönemlerde 9 kez sadrazamlık yaptı. Aynı isme sahip bir başka bürokratla karıştırılmaması için, boyunun kısalığından dolayı “Küçük Said Paşa” lakabıyla biliniyordu. 29 Şubat 1914’te İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Rivayet o ki Küçük Said Paşa’nın 6. kez sadrazamlıktan istifa ederken yazdığı mektubu görünce Sultan Abdülhamid “Bu nasıl bir kitabettir böyle, gazeteci lisânı gibi” demiş ve bu söz Paşa’nın kulağına gitmiştir. Abdülhamid’in tahttan indirildiği ve maiyetinde olup da öne çıkan herkesin teker teker devlet kademelerinden el etek çektirildiği günlerde çeşitli tartışmalara giren Said Paşa [5], sâbık sultanın o sözü zamanında fazlasıyla içini acıtmış olacak ki bu dönemde bu konu etrafında bir kitap kaleme alır. (Abdülhamid’in kendisinin de gazetecilik işini soruşturduğunu daha önce Journo’ya yazmıştım).

Gazeteci Lisânı adlı kitabında Paşa’nın ana gündemini resmî kitabet oluşturur. Fakat Paşa için resmî kitabet, soğuk bir dilden öte, yazın âleminin önemli bir bölümünü oluşturur. Bugünden bakıldığında kitap yazımı ve gazete makaleleri yazın âleminin iki ana ayağı gibi görünür. Fakat Paşa konuyu —bence dikkate değer ve tartışmaya namzet bir şekilde— çok daha geniş bir çerçevede değerlendirip resmî kitabeti merkeze koyarak anlatır.

Said Paşa’ya göre gazete dili, resmî dilden daha iyiydi

Bilindiği gibi 19. yüzyıl sonunda gazetecilik hâlen tam anlamıyla müstakil bir meslek olmamıştır. Matbaada kitap bastırmak da yaygınlık kazanmamıştır. Dolayısıyla yazı hâlâ elyazmalarıyla, edebî ortamlarla, resmi dairelerle yoğun temas içindedir. Hatta yazının neşet ettiği yerler öncelikle buralardır.

Gazeteci Lisânı kitabında Küçük Said Paşa; Osmanlı’nın son döneminde ve özellikle 19. yüzyılda kötüleşen yazı dilini değerlendirir, eleştirir ve çözüm önerileri sunar. Bütün bunların gazetecilikle ilişkisi nedir? Said Paşa’ya göre gazete dili, resmî dilden daha gelişmiştir. Çünkü uzun cümlelerde konuları bağlayan edatlar birbiri ardına kullanıldığında cümleler cümle olmaktan çıkıp bir cümlenin parçaları hâline gelmekte; yüklemler tümleç işlevi kazanmakta ve tümleçler de fiilimsilere dönüşmektedir. [6]

Osmanlı’nın resmî yazı diline dair Paşa’nın başlıca şikâyeti sıralı cümlelerdir. Ona göre bu uygulama, cümle yapısının bozulmasına neden olur. Edat ve bağlaçların kullanımı da bu süreçte bozulur, kelimelerin anlamları kayar ve daha birçok dil sorunu sıralı cümleler yüzünden ortaya çıkar. Atıf ve beyan kullanımındaki sıkıntılar ile tamlamalardaki bozukluklar gibi başka sorunların kaynağı da Farsça’dan alınan “ki” bağlacı ve diğer yöntemlerle zincirleme uzatılan sıralı cümlelerdir.

“Küçük Said Paşa” diye bilinen Mehmed Said, gazeteciliğin ardından yaklaşık yarım asır Osmanlı devletinde görevler aldı.

Upuzun sıralı cümleleri okumaya başlayan biri ifadenin sonuna gelene kadar başını unutur. Oysa anlamın kavranabilmesi için cümlenin tamamının okunması gerekir. Resmî belgelerdeki bu zorluk hem yanlış anlaşılmalara neden olur, hem de bürokrasinin iş yükünü artırır.

Küçük Said Paşa’ya göre sıralı cümlelerin Osmanlıca’ya yerleşmesi Türkçe’den kaynaklanan bir sorun değildir. Paşa, 19. yüzyılın başında gerçekleşen Yunan İsyanı’na kadar Divan-ı Hümâyun tercümanlığı ve Reisülküttaplık gibi dış yazışmalardan sorumlu konumlarda bulunan Fenerli Rumlar‘ın bu uzun ve bağlantılı dili Osmanlı kitabetine yerleştirerek bozulmaya neden olduklarını iddia eder.

Her şey “statüko” ile başladı

Küçük Said Paşa’nın Gazeteci Lisânı‘nda verdiği bilgiye göre Türkiye’de aydınların Batılı bir dilden aldığı ilk sözcük “statüko” oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya ve Rusya ile savaş hâlinde olduğu 1789 yılında barış görüşmelerini yürüten bir komisyonda Kazasker Tatarcık Abdullah Efendi yer alıyordu. Abdullah Efendi, Osmanlı hükûmetini oluşturan Vekiller Meclisi’ne ve dışişlerinden sorumlu Reisülküttap’a görüşmelerle ilgili raporunu sunarken Latince aslı “status quo” olan bu kelimeyi Fransızca’dan (statu quo) Türkçe’ye aktardı. Zira 18. yüzyılda diplomasi dili Fransızca idi.

19. yüzyılda bu tür aktarımlar “politique” ve “diplomatie” gibi onlarca Fransızca sözle devam etti. Bu dönemde Fransızca, Arapça ve Farsça’nın harmanlanmasıyla; halk tarafından anlaşılması giderek zorlaşan, melez bir Osmanlıca yazı ve diplomasi dili doğdu. Öyle ki Sultan İkinci Mahmud, bugünkü Türkiye topraklarında yayımlanan ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi’nin çıkarılması emrini 1831’de verirken devlet işlerine dair halkın “yersiz yanlış anlamalarını ortadan kaldırmak” hedefini koymuştu. Gazetenin geniş kitlelere ulaşabilmesi için dilinin sadeleştirilmesi çabaları sonraki yıllarda da sürse bile pek başarılı olamadı. Dilde arılaşmayı savunan ve 19. yüzyılın ortasından itibaren güçlenen “öz Türkçe” hareketi bu duruma bir tepkiydi.

Noktalama işaretleri ve abartılı anlatım

Kitapta ‘gazetecilik lisânı’nı savunurken bu görece basit dil yerine resmî kitabete yakın ağdalı ifadeler kullanarak bir ironiye imza atan Küçük Said Paşa’ya göre Osmanlıca için bir diğer sorun, noktalama işaretleridir.

Paşa noktalama işaretlerinin Batı’dan alınarak ilk olarak Şinasi tarafından kullanıldığı tezine katılmaz. Kur’an-ı Kerim ayetleri arasında kullanılan secaventler başta olmak üzere klasik edebiyattan kimi örnekler vererek bu düşüncesini kanıtlamaya girişir. Yine de vurguladığı nokta ise Şinasi’nin çıkardığı gazeteler sayesinde bu usûlün yaygınlaştığı ve bunun dilimiz için çok önemli bir gelişme olduğu yönündedir.

Gazeteci Lisânı‘nda ele alınan bir başka sorun ise yazı dilindeki abartının fazlalığıdır. Said Paşa bu konuda da kabahati Türkçe dışında bulur. Ona göre mübalağalı anlatım, Farsça’nın ve Fars edebiyatının etkisiyle Türkiye’ye girmiş, dile karışan bu usûl özellikle ağdalı tamlamalarda kendisini göstermiştir. Bu yüzden Osmanlı yazı dilinde anlamın açıklıkla belirlenmesi önünde bir engel daha doğmuştur.

Said Paşa’nın Türkçe için önerileri

Aslında Küçük Said Paşa, yaşadığı dönemde “Osmanlı yazı dili zannedilenlerin” genelde aslî Osmanlı lisânının bozulması neticesinde yaygınlaşan, özünde kurala-kaideye uymayan unsurlar olduğunu söyler. Ona göre 19. yüzyılda Türkçe’ye başka dillerden olumlu unsurlar da girmiştir ancak bunlar aslında geçmişte de dilimizde vardır ve sonradan unutulmuş, bozulmuştur.

Kitap boyunca eleştirdiği 19. yüzyıl yazı dilinin bir kaide olmadığını vurgulayan Said Paşa, bu dönemde de dili çok iyi kullanan insanlar olduğunu söyleyerek bürokrasiden Raşid Efendi, Halef Efendi, Pertev Paşa ve Akif Paşa’yı örnek verir. Kitapta ortaya koyduğu sorunlar için çözüm önerileri ise özetle şunlardır:

  • Osmanlı ülkesinde dil kurallarının düzenini ve takibini sağlamak üzere, yıllar sonra Cumhuriyet’in kuracağı Türk Dil Kurumu’na benzer bir kurumun oluşturulması,
  • Encümen-i Daniş benzeri bir kurumun kurulması,
  • sözlükte karşılığı bulunmayan yabancı kökenli yeni kelimelere önce Arapça ve Farsça’dan, yoksa da Avrupa dillerinden fakat Türkçeleştirerek karşılık üretilmesi
  • ve en önemlisi, sıralı/zincirleme (müselsel) cümlelerin kaldırılması.

Neticede 19. yüzyılda bir “gazeteci lisânı” gelişmiş ve mevcut yazı dilinin yaygın hatalarını tekrar etmemesi sebebiyle kolayca yaygınlaşmış, etkili olmuştur. Küçük Said Paşa’nın kitabında, resmî kitabetin kendine has ciddiyetini bir kenara atmadan gazeteci dilini kullanmasının bir küçümseme konusu değil, bilakis dönemin dili göz önüne alındığında yerinde bir yaklaşım olduğu sonucunu gösterdiğini söylememiz mümkün.

Kaynaklar ve notlar

[1] Kitap 2008 yılında Ersin Özarslan tarafından geniş bir giriş ile Latinize edilmiş ve Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından yayımlanmıştır.

[2] Şinasi (ed.Ebüzziya Tevfik). Müntahabât-ı Tasvîr-i Efkâr , ikinci kısım: Mübâhesât-ı Edebiye, Mesele-i mebhûset-ün anhâ. Kostantiniyye: Matbaa-i Ebüzziya 1303

[3] Takvim-i Vekayi sayı 912 (23 Şaban 1284) s.1-3 ve sayı 913 (27 Şaban 1284) s.1-2.

[4] Said Paşa’nın Hayatına dair bkz. Zekeriya Kurşun. Küçük Said Paşa & Sultan II. Abdülhamid’in Gölgesi (1838-1914). İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları 2024. Zekeriya Kurşun’un şu makalesi de Gazeteci Lisânı hakkında ilk değerlendirme olarak zikredilmelidir: Zekeriya Kurşun, “Said Paşa’nın Kitâbet-i Resmiyye Hakkında Bazı Mülâhazaları”, Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri, 30-31 Mayıs 1994, Bildiriler, (1995), 9-30.

[5] Eski sadrazamlardan Kamil Paşa ile girdiği tartışma neticesinde hem Kamil Paşa hem de Said Paşa birer kitap kaleme almıştır.

[6] Ersin Özarslan XXXVIII

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: BASIN TARİHİ VE HABER DİLİ

Fatma Aliye: Türkiye’nin dünyaca ünlü ilk gazetecisi, dilde tarafsızlığı savunmuştu

Basın tarihimizden 120 yasaklı söz: Grev, tahtakurusu, dinamit, cumhuriyet…

Bağımsız gazeteciliğin ilk manifestosu: Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval için yazdığı mukaddime

1894 İstanbul depremi: Gazetelerdeki komplo teorileri, sansür ve propaganda

Ahmet Mithat Efendi: 40 beygir gücünde yazı makinesi

Mehmet Erken

1988 Fatih doğumlu. Vefa Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2012-2017 yılları arasında çeşitli TV programlarında ve haber sitelerinde muhabir ve editör olarak çalıştı. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini, FSMVÜ Tarih Bölümü’nde “Geç Osmanlı Döneminde Matbaa ve Kitap Yayıncılığı (1857-1888)” başlıklı teziyle doktora eğitimini tamamladı.

Journo E-Bülten