Dosya

Çatışma bölgesinde ‘kadın gazeteci’ olmak

Elif Ural

Gazze Şeridi ve Ukrayna başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde savaşlar tüm acımasızlığıyla devam ediyor. Bu bölgelerde görev yapan gazeteciler, sahada yaşadıkları tüm zorlukların yanı sıra bir de “kadın gazeteci” olma gerçeğiyle mücadele etmek zorunda. Savaş ve çatışma bölgelerinde görev yapan gazeteciler Nevin Şahin, Hediye Levent, Nevin Sungur ve Elif Ural ile sahadaki deneyimlerini konuştuk.

Savaş ve çatışma bölgelerinde görev yapan gazeteciler hayatî risklerle karşı karşıya kalmalarına rağmen o bölgelerde olan gelişmeleri ellerindeki olanaklarla izlemeye çalışıyor. Peki bu bölgelere gitmeden önce nasıl hazırlık yapıyorlar? Hangi zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar? Kadın olarak ne tip toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadele ediyorlar? Bölgeden döndüklerinde şahit oldukları travmalarla nasıl başa çıkıyorlar? Hepsini uzun süre sahada çalışmış deneyimli kadın gazetecilere sorduk.

Ön çalışma ve hazırlık: “Önceliğiniz popülerlik değil, tarihe not düşmek”

2003 yılında Irak Savaşı’nı yerinde takip eden eski Tercüman gazetesi muhabiri Nevin Şahin, gazetecilerin çatışma bölgelerine ön çalışma yapmadan gitmesinin riskli olduğunu söylüyor. Şahin, o bölgeye daha önce gitmiş meslektaşlarla dirsek temasının önemine vurgu yaparak “Kendinize bir popülarite kazandırmak amaçlı değil, gerçekten —çünkü oraya gittiğin zaman insanlık için tarihi bir söz söylemeniz gerekiyor— her haberiniz tarihe bir not düşmek olduğu için oraya gitmeniz gerekiyor” diyor.

Bosna, Afganistan ve Irak gibi sıcak bölgelerde bulunmuş bir diğer gazeteci Nevin Sungur da Şahin’i doğrular nitelikte konuşuyor: “Bir kere [gazetecinin] nereye gittiğini bilmesi gerekiyor. Nasıl bir çatışmanın içine gittiğini bilmesi gerekiyor. Coğrafyaya dair bilgisi olması gerekiyor ve her şeyden önce ne yapmak istediğini bilmesi gerekiyor.”

Gidilen bölgenin ikliminden fizikî koşullarına, teknolojik ihtiyaçlardan lojistik bilgilerine kadar gazetecinin kapsamlı bir araştırması yapması gerektiğini de belirten Sungur şunu ekliyor:

  • Orada çalışan Türkler var mı? Oraya giden Türk iş adamları var mı? Orada bir Türk komünitesi var mı? Onları araştırırdım. Çünkü kimi zaman onlardan destek almak, lojistik olarak çok rahatlatıcı olabiliyor. Elçilikleri de oraya gittiğine dair bilgilendirmek önemli. Çünkü senin orada yeri geldiğinde en kolay sığınacağın ya da en kolay destek alacağın merciler onlar olabiliyor.

Güvenlik ve eğitim: “Ben biliyorum yanılgısına düşmemek”

27 yıldır Orta Doğu’da çatışma ve savaş bölgelerinde bulunmuş gazeteci Elif Ural’a göre ise eğitim şart. “Her çatışmanın, her savaşın veya her gergin bölgenin kendi içinde çok seri değişen dinamikleri oluyor” diyen Ural, sahada yaşanan anî değişimlere dikkat çekiyor. Ural, savaş ya da çatışma bölgelerine gidecek olan gazetecilerin, o bölgelere gitmeden önce eğitim almaları gerektiğini savunuyor. Güvenlik önlemlerinin hayatî önem taşıdığına dikkat çekiyor. Gazetecilerin gidecekleri bölgelere kapsamlı bir araştırma yapmalarına rağmen bölgeye dair edinilen bilginin pratikte çok şeyin değiştiğini de sözlerine ekliyor. Ural, “Araziye kendin çıktığın zaman her şeyi kendin deneyimlemeden asla ‘onu biliyorum’ yanılgısına düşmemek gerekiyor” diyor.

10 yılı aşkın süredir Suriye’de gazetecilik yapan Hediye Levent ise Türkiye medyasında güvenlik eğitimlerinin eksikliğinden yakınıyor. Levent, “Yabancı basın kuruluşları sahaya gönderecekleri ekipleri kaçırılma dâhil çeşitli senaryolara göre eğitiyor” ifadelerini kullanıyor. Sahada bilinçli hareket etmek ve paniğe kapılmamak için profesyonel eğitimlerin gerekliliğini vurguluyor.

Bilgi doğrulama ve dezenformasyon

Sıcak çatışma bölgelerinde bilgi doğrulamanın zorluğu, gazeteciler için engel oluşturan unsurlar arasında. Hediye Levent, “Sıcak savaş aynı zamanda hem savaşan hem de çeşitli ülkelerin medyaları gibi savaşan taraflara destek verenlerin dezenformasyon savaşına dönüşüyor” diyerek, yerel kaynaklar üzerinden bilgiyi doğrulamanın önemine dikkat çekiyor. Bilgi doğrulatmanın çatışma bölgelerindeki zorluğunu tamamen ortadan kaldırmak zor olsa da yerel kaynaklar üzerinden teyidin mümkün olduğunu söylüyor.

Gazeteci Elif Ural ise doğru haberi vermede kaynak güvenilirliğinin çok önemli olduğunu kaydediyor. Ural, ilk duyulanı haberleştirmenin değil; bunu farklı yerlerden, iki taraftan da kontrol ederek dengeli habercilik yapmanın önemini vurguluyor. Özellikle son dönemde internetin ve sosyal medyanın bilgi kirliliğine çok müsait ortamlar olduğunu belirten Ural, “İnternete, sosyal medyaya, bir tane fotoğraf konulup altına bir sürü şey yazılabiliyor ama haberin arkası öyle olmak durumunda değil, bambaşka şeyler çıkabiliyor” diyor. Birkaç kere teyit edilmiş haberin önemini vurgulayarak “Önemli olan haberi önce vermek değildir, doğru vermektir” ifadesini kullanıyor.

“Üç kelime de bilsen, beş cümle de bilsen, önemli”

Savaş ve çatışma bölgelerinde karşı karşıya kalınan bir diğer sorun ise dil engeli. Gazeteciler gittikleri bölgelerde güvenilir tercüman, yapımcı ya da fixer’larla (mihmandar) çalışmak zorunda ancak tek kıstas “güvenilirlik” değil.

Elif Ural, yerel dil bilgisine sahip olmanın ve bölgenin kültürel dinamiklerine hâkim olmanın önemini vurguluyor. Ural, “Bir gazetecinin kendini geliştireceği en önemli [alan] dil öğrenmek. Çünkü üç kelime de bilsen, dört kelime de bilsen, beş cümle de bilsen, bir haber kaynağına yaklaştığında onun dilinde ‘selamünaleyküm’ dediğinde yüzünde bir gülümseme olur. Bu önemli” diyor.

Sol üstten saat yönünde: Nevin Şahin, Nevin Sungur ve Hediye Levent

Çatışma bölgelerinde bulunan gazetecilerin karşı karşıya kaldığı bir başka zorluk ise yerele gösterdiği uyum ve iletişim. Alışılmışın dışına çıkıldığında uyum sağlama sürecinin zorlukları her bölgede farklılık gösterse de doğru iletişimi kurmak önemli. Nevin Sungur’a göre söz konusu bölgelerde bir gazeteci, aynı zamanda “yabancı” olduğunu unutmamalı ve gittiği toplumun geleneklerini, göreneklerini yargılamadan, üstten bakmadan iletişim kurmalı. Kılık-kıyafet konusunda uyum sağlamalı.

Sungur bu durumu şu şekilde ifade ediyor: “O kadar hassas ortamlar olabiliyor ki bazen, tamamen onu okuyup, ona göre hareket etmen gerekiyor. Ama sanırım orada temel şeylerden bir tanesi yukarıdan bakarak iletişim kurmak değil. Yani onları anlayarak… Eşit koşulda, yargılamadan, üstten bakmadan bir ilişki kurmak zorundasın.”

 “Sen yokmuşsun gibi davransalar da bunu avantaja çevirebilirsin”

Kadınlar, bulunduğu bölgelerin coğrafî ve kültürel özelliklerine göre birçok ayrımcılıkla karşı karşıya kalabiliyor. Özellikle çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde ve Orta Doğu’da kadınlar neredeyse yok hükmünde sayılıyor. Savaş bölgesinde bulunmanın birden çok tehlikeli olayla karşılaşma ihtimali ise kadınlar için iki katına çıkabiliyor. Savaş bölgesinde kaçırılma, taciz gibi risklerin olduğunu vurgulayan Nevin Şahin, “Kendinizi korumakla bir kere mükellefsiniz. Gazetecilerle komün halinde gezmeye çalışmak, beraber hareket etmeye çalışmak zorunda. Ya da bir yere gidiyorsanız diğerinin mutlaka haberinin olması gerekiyor” diyor.

Sadece herkes için geçerli olan tehlikeli ihtimaller değil, kadın olarak sahada çalışmak da birçok ayrımcılığı beraberinde getirebiliyor. Nevin Sungur’a göre bu durum avantaja çevrilebilir. Kâle alınmamak, bölgeye gidilen erkek ekip arkadaşıyla muhatap olmak, yok sayılmak gibi kadınlara yönelik ayrımcılıklar özellikle muhafazakâr bölgelerde görülse de Sungur bunun avantaja çevrilebileceğini şöyle aktarıyor:

  • Erkek meslektaşlarının girmediği yerlere girebilirsin. Kadınların yanında daha rahat haber yapabilirsin. Çoğu zaman savaş bölgelerinde bu yaşanan şiddet ve vahşetten en fazla etkilenen kadınlar ve çocuklar oluyor zaten. Dolayısıyla onların haberlerini bir kadın olarak daha rahat yapabiliyorsun.

Elif Ural da bu bağlamda şunu vurguluyor: “Orta Doğu’da kadına öyle ya da böyle bir çekingenlik vardır. Bir erkekle direkt fiziksel bir şeye girebilirler ama kadına karşı daha temkinlilerdir.”

Psikolojik etkiler ve destek ihtiyacı

Çatışma bölgelerinde çalışmanın psikolojik etkileri de yadsınamaz bir gerçek. Afet ya da savaş bölgelerinde bulunan insanî yardım çalışanları, hekimler, gazeteciler ve güvenlik güçleri travma sonrası stres bozukluğundan en çok etkilenenler arasında.

Hediye Levent, “Savaş tecrübesinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz ve tamamen iyileşmek söz konusu değil” diyerek, sahada çalışmanın kalıcı etkilerini anlatıyor. Levent, sahaya giden gazetecilerin mutlaka profesyonel psikolojik destek almaları gerektiğini belirtiyor.

Nevin Şahin ise bölgeden döndükten sonraki sürecin önemini vurguluyor. Savaş bölgesinde tanıklık edilen anların sonradan daha gerçekçi, daha farklı bir bakış açısına neden olduğuna da dikkat çeken Şahin, bir süre sonra ise kabullenme sürecinin beraberinde geldiğini söylüyor. Şahin, “Kabullenme işte… İnsan zaten öyle bir varlık. Bir süre sonra diyor ki: Evet, bu oldu ve olmaya devam edecek. O zaman senin hayatına devam etmen gerekiyor…”

“Hiçbir haber insan hayatından daha önemli değil”

Çatışma bölgelerinden dönen gazetecilerin iki temel davranış biçimi şekillendirdiğine vurgu yapan Nevin Sungur ise artık ölümün ya da tanık olunan vahşetin bir şekilde tamamen iş odaklı hâle gelip, görmezden gelindiği… Sungur’a göre bu sağlıklı bir ruh hâli değil. İkincisi ise “objektiflik” kavramının etik anlamda kırılması. “Bunun sonu yok, orada gazetecinin nerede duracağını tarif eden kurallar, kitaplar, bir sürü şey var elbette ama sanırım en çetrefilli ve her şeyin iç içe geçtiği bir alan savaş muhabirliği ya da çatışma bölgelerinde yapılan gazetecilik” diyor Sungur.

Özetle, kadın gazeteciler, çatışma bölgelerinde büyük riskler ve zorluklarla karşılaşıyor. Güvenlik tedbirleri, doğru bilgiye ulaşma çabası, yerel dil ve kültürel uyum gibi konuların yanı sıra, psikolojik etkilerle de başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Bu zorlukların üstesinden gelmek için güvenlik eğitimleri, yerel bilgi ve destek, uygun ekipman ve hazırlık şart. Gazeteci Elif Ural’ın dediği gibi, “Öncelikle hiçbir haber insan hayatından daha önemli değildir.  Hiçbir haber senin hayatından daha önemli değildir. Kendi güvenliğini sağlamadan o hikâyeyi anlatmaya çalışmanın pek çok gazeteci meslektaşın hayatına mal olduğunu bizzat yaşadım.”

İLGİLİ: SAVAŞ MUHABİRLİĞİ KONULU İÇERİKLER

İsrail-Hamas savaşından muhabirin notları: Karşılıklı soykırım ithamları arasında

Gazeteci Uğur Yıldırım unutulmayan fotoğraflarını anlatıyor: Savaş muhabirleri barıştan yana taraf olmalı

Martha Gellhorn: Tarihin en büyük savaş muhabirlerinden biriydi, muktedirlere karşı sıradan insanları savundu

Savaşı masa başından izlemek: Dış haberciler için 7 püf noktası

Büyük Taarruz’u izleyen tek gazeteci olacaktı, “Yeni nişanlandım” diyerek Mustafa Kemal’in davetini reddetti

Deprem ve travma: Belirtileri neler, gazeteciler ne yapmalı?

Ceren İskit

2014'te dış haber muhabiri olarak Londra’da mesleğe başladı. Sendika.org, Euronews, Turkey recap, Kısa Dalga ve Gazete Solfasol'de haberleri yayımlandı. Gazetecilikte Kadın Koalisyonu’nda Araştırma Koordinatörü olarak kadın gazetecilerin hak savunuculuğunu üstlendi. Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi’nde lisans, Greenwich Üniversitesi Sinematografi ve Post Prodüksiyon bölümünde yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. Kurduğu YouTube kanalında İngilizce olarak Türkiye'nin gündemine dair söyleşiler yapıyor.

Journo E-Bülten