Mustafa Kemal Atatürk’ü, aramızdan ayrılışının 85. yıldönümünde, son gazete yazılarıyla anıyoruz. Atatürk, 22-26 Ocak 1937 tarihlerinde Kurun gazetesinin başyazılarını 5 gün üst üste gizlice yazmıştı. Muhabirler, Hatay hakkındaki bu yazılarda okuduklarına inanamıyorlardı. Daha önce iktidarı destekleyen bir gazete, şimdi sanki muhalefetin sesiyle konuşuyordu. “Hükûmete hitap ediyoruz, vaziyet nedir” diye soruyordu bir başyazıda Atatürk, “Asım Us” imzasını kullanarak…
Cenevre’de müzakere edilen sorunun çözülmesi için hem Başbakan İnönü’nün hem de Fransa’nın üstündeki kamuoyu baskısını bu yazılarla artıran Cumhurbaşkanı Atatürk’ün canı pahasına Türkiye’ye verdiği son hediye Hatay oldu. Fransa’nın Suriye’deki sömürge yönetiminden 2 Eylül 1938’de ayrılan Hatay bağımsızlığını ilan etti. Sağlık durumu ağırlaşan Atatürk 3 gün sonra vasiyetini yazdı. Atatürk’ün 10 Kasım’daki ölümünden 7 ay sonra Hatay, meclis kararıyla Türkiye’ye katılacaktı.
Mustafa Kemal’in lise yıllarından Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’e kadar çıkardığı 5 gazetenin öyküsünü, Journo’da 29 Ekim’de anlatmıştık. Atatürk son gazete yazılarını ise 1937’nin ocak ayında ismini gizleyerek yayımladı. Bu yazıların konusu Hatay’dı.
Misak-ı Milli sınırları içinde yer almasına rağmen Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde Türkiye’ye bağlanamayan Hatay için, burayı Suriye’deki sömürgesinin parçası olarak yöneten Fransa ile o günlerde görüşmeler yürütülüyordu. Ancak Birleşmiş Milletler’in atası olan Milletler Cemiyeti’nin arabuluculuğunda Cenevre’de süren müzakereler çok yavaş ilerliyordu.
Cumhurbaşkanı Atatürk, İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken Almanya tehdidiyle karşı karşıya olan Fransa’nın Hatay için Türkiye ile savaşmayacağını biliyordu. Fakat İnönü Hükûmeti’nin bu gerçeği göremediğini, Hatay görüşmelerinde fazla çekingen davrandığını düşünüyordu.
Atatürk’e göre, nüfusunun çoğunluğu Türk olan Hatay eğer şimdi Türkiye’ye bağlanamazsa hiç bağlanamayabilirdi. Zira dönemin gazete manşetlerinde Fransız manda yönetiminin; Türk, Kürt ve Çerkes yerli toplulukların karşı çıkmasına rağmen Suriye’nin iç bölgelerindeki Arap aşiretleri bu bölgeye taşıyarak Hatay’ın demografisini değiştirmeye başladığı bildiriliyordu.
“Şahsî davam” dediği bu konunun uluslararası bir meseleye dönüşüp neredeyse çıkmaza girmesinden memnun olmayan Atatürk, hem Başbakan İsmet İnönü’nün hükûmetini uyarmaya hem de Türkiye’nin Hatay konusundaki kararlılığını dünyaya anlatmaya karar verdi.
Diplomasi işe yaramazsa cumhurbaşkanlığından istifa edip Hatay’a giderek savaşacaktı
“Fransa hakkımızı teslim etmezse ne yaparız” diye soran Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şu cevabı verecek kadar ciddiydi Atatürk:
- Böyle bir durumda devlet reisliğinden istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun her zaman imkânı ve çok emin yolları vardır. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan kaçıp bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle, meseleyi yerinde ve içten hâlletmeye çalışacağım. İsterse Türkiye Hükûmeti, beni ve arkadaşlarımı âsi ilan eder ve hakkımızda kovuşturma yapar.
Atatürk bu kararlılığı göstermek için Kurun (1934’ten önceki adı Vakit) gazetesini seçti. Gazetenin sahibi ve başyazarı Asım Us’a dikte ettiği ve onun imzasıyla yayımlattığı başyazılar, 22-26 Ocak 1937 arasında üst üste çıktı.
Kamuoyunda heyecan yaratan bu yazıları gizlice Atatürk’ün yazdığından hükûmetin bile haberi yoktu. Beşinci ve son başyazının yayımlandığı tarihin ertesi günü, yani 27 Ocak 1937’de Türkiye ve Fransa uzlaştı. Hatay önce içişlerinde bağımsız oldu, ardından Türkiye’ye katıldı.
Atatürk’ün “gizli başyazar” olduğu bu yazılardan kesitler ve o günlerde yaşananlar, 23 Ocak 2023’te Yeniçağ gazetesinde yayımlanan Yaşar Gürsoy imzalı yazıda şöyle aktarılıyor:
* * *
Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nin kış tatili sırasında İstanbul’daydı. Hatay konusu Türkiye ile Fransa arasında şiddetli tartışmalarla sürüyordu.
21 Ocak Perşembe günüydü.
Kurun gazetesi başyazarı Asım Us, o gün başmakalesini yazmamış, fakat telefon ederek yazı işleri müdürü Niyazi Ahmet Banoğlu’na, “Geç de olsa mutlaka başmakaleyi getireceğim, yer ayırınız” demişti. Oysa Asım Bey o sırada Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. Atatürk kendisini çağırmış, söylediklerini yazmasını rica etmişti.
Asım Us’un gazetedeki köşesini Atatürk devraldı
Sofraya geçildiğinde Atatürk, Hatay konusuyla ilgili bir gazetede yazı yazmak istediğini kendisine söyledi. Asım Bey eski adı Vakit olan Kurun gazetesinin başyazarıydı. Duyduklarına çok sevindi. Teşekkür etti ve hemen yanında bulunan kâğıt-kalemi çıkararak söylenenleri not almaya başladı.
Yazı bitti, Atatürk o yazıyı Asım Bey’in kendi imzasıyla Kurun gazetesinde yayımlamasını rica etti.
Belirli saatlerde matbaaya gelen, belirli saatlerde masası başına oturan ve belirli saatte başmakalesini bitirip masanın üstüne koyan Asım Us, ilk defa alışkanlığını bozuyordu.
Gerçekten oldukça geç saatte geldi. Garip bir telaş ve heyecanı vardı. Makaleyi masanın üstüne koymadı, Niyazi Bey’in eline tutuşturdu ve “Birinci sayfadan iyi göster, büyük harflerle başlık koy, düzeltisine çok dikkat etsinler, hatta kendin oku” diye tembihledi.
Telaşlıydı. “Sakın kaybolmasın, hemen dizdir” dedi. Niyazi Bey’in tuhafına gitmişti. Zira Asım Bey’in, alçakgönüllülükte benzeri az bir kişiliği vardı. Hatta bazen yazılarının altına imzasını bile koymazdı.
“Fransa’nın dostlarına hitab ediyoruz!”
Olup bitenlerden hükûmetin haberi yoktu. Yazı ertesi gün yayımlandı:
- Acaba Fransız devlet adamlarının bu işi böyle çıkmaza sokmaktan amaçları ne olabilir? Doğrusunu söylemek gerekirse biz bunu anlıyoruz. Anladığımızın yorumu da şudur: … Fransa’nın başına her nasılsa baş diye üşüşmüş olan bu efendiler, yönetmekte oldukları büyük Fransız ulusunun nasıl yönetileceğini bilmedikleri gibi, Hatay sorunuyla ulusal ilgi güden yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını savunma ve gereğinde onların elde edilmesi için göstereceği fiili enerjiyi de değerlendirmekten uzak bulunmaktadır.
- Onun için biz artık Fransız devlet adamlarına seslenmeye gerek görmüyoruz. Bundan sonra Fransızlar’ın kendi çıkarları adına dostları ve müttefikleri olan devletlerin gerçeği yakından görerek durumun gereğine göre hareket etmelerini istiyoruz.
Yazı adeta Türk hükûmetinin nasıl davranması gerektiğinin özetiydi.
Ertesi gün bu kez [Asım Us’un] kardeşi Hakkı Tarık Us, Dolmabahçe Sarayı’ndaydı. Atatürk yazdırmak istediklerini not ettirdi ve basılmasını rica etti. Hakkı Bey, Saray’dan gazeteye telefon ederek bir görevlinin yazıyı alıp gazeteye götürmesini söyledi.
Hikmet Münir merakla Saray’a koştu, yazıyı aldı, döndüğü zaman heyecan içindeydi. “Atatürk’ün sofrasından geliyorum” diye haykırdı. “Başmakalesini de huzurunda okudum” diye ekledi. Niyazi Bey hayretle sordu:
— Kimin başmakalesini?
— Kimin olacak, Atatürk’ün…
“Özgürlük ve bağımsızlık için çırpınan Hatay Türkleri…”
Kurun gazetesinin başmakalesi 23 Ocak 1937 günü şöyle idi:
- İsmi, yüzyılların anıları arasına karışan Kedorseğ’in [“Quai d’Orsay” diye bilinen Fransa Dışişleri Bakanlığı] yeşil masasında oturanlar; insan hakları bildirisini yayımlayan büyük Fransız devrimcilerinin düşünce, özgürlük sevgisi ve ahlâk mirasçıları mıdır, yoksa Fransa’dan kovulan papazları yalnızca küçük çıkarlar için ilerleme yolunda yükselen ülkelerde korumaya yeltenen ve onların zararlı, yıkıcı etkinliklerini savunmaya çalışan bağnazlar mıdır?
- Özgürlük ve bağımsızlık için çırpınan Hatay Türkleri’ne ücretli Fransız askerlerinin yaptıkları zulümleri okurken, bu ve bunun gibi daha birçok soru hatırıma hücum etti. Bir tarafta Fransızlar’ın dış siyaseti, diğer tarafta uzak görüşlülük ve suples, açık fikirlilik ve ilerleme, ulusların onuru… Ne çelişki. Kedorseğ’e bir isim vermek gerekirse, “Aymazlık ve inadı ile, hayalperestlik ve cakacılığı ile Fransız ulusunun yaşamsal çıkarlarını ayaklar altına alan kurum” adı uygun olur.
- Zavallı Fransa, bugün kendisine pek eğilimli bir dostunu daha kaybetmek üzeredir. “Akılsızlığından dolayı ulusuna hıyanet” koleksiyonu zenginleşecek diye Kedorseğ hakkıyla sevinebilir.
Türkiye’deki muhabirler okuduklarına inanamıyorlardı, yazı bomba etkisi yarattı.
Ardından Atatürk üçüncü yazısını yazıp yayımlattı:
- Türkiye Cumhuriyeti, şeref ve haysiyetini, hak ve çıkarını korumanın yolunu bilir.
- Türkiye Cumhuriyeti’ne eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bir uzantısı gözü ile bakılarak ona karşı dejenere bir politika izlendiğini ve hâlâ bu sevdada yaşayan diplomatların siyasette egemen olduklarını görürsek bunun yalnız yersiz değil, aynı zamanda tehlikeli bir tutum olduğunu söylemekten de kendimizi alamayız.
Atatürk bu kez kılıçla değil, kalemiyle savaşıyordu. Hedefinde bu kez kendi ülkesinin hükûmet yetkilileri vardı. Niyeti onları da kendi gibi düşünmeye sevk etmekti.
25 Ocak 1937 günü Kurun gazetesinin birinci sayfasını baştanbaşa Atatürk’ün yazısı kapladı:
“Bir gazete hükûmetten neden hesap soramasın, dördüncü kuvvet değil midir”
- Başbakan İsmet İnönü on beş gün evvel CHP Meclis Grubu’nda Hatay sorunu üzerinde konuşurken şöyle demişti: “On beş gün bekleyiniz.”
- Biz bu sözü, Cumhuriyet Hükûmeti girişimlerinin ümit verici bir hedefe erişmesi amacı ile makûl yollarda sessizlik, sabır ve ciddiyet ile çalışmasına engel olabilecek, genel bir Türk coşkusunu geçici olarak durdurmak için bir devlet emri olarak karşıladık.
- Türk ulusu güvendiği büyüklerinin ve devletinin her emrini yüksek güvenle karşılar, nitekim on beş gün bitmiş, on altıncı güne girmiş bulunuyoruz, yine bekliyoruz. Neyi?
- On beş gün bekleyin dediniz, bekledik. On altıncı gündeyiz. Durum nedir? Ne oluyor, ne olacak? Türk milletini yeniden aydınlatınız.
Rakip gazeteciler soluğu Kurun gazetesinde Niyazi Bey’in yanında aldı. Her biri, “Ne o” diyorlardı, “Asım Us muhalefete mi geçti? Hükûmete meydan okuyor.”
Niyazi Bey keyifliydi. “Tabii geçer” dedi, “Bir gazete hükûmetten neden hesap soramasın, dördüncü kuvvet değil midir?”
Karaciğer hastalığını ilk kez o günlerde öğrendi
Yazılar sürüyordu, sözler kılıç gibiydi. Bir yandan Fransa’ya ültimatom veriliyor, bir yandan Türk hükûmet yetkililerinin nasıl tavır takınması gerektiği vurgulanıyordu.
Üstelik Atatürk acı içindeydi. İki hafta önce en sevdiği arkadaşı can yoldaşı Nuri Conker’i kaybetmiş, bir hafta kadar öncesinde ise siroza yakalandığını öğrenmişti.
Kalemi adeta keskin bir mızrağa dönüşmüştü. 26 Ocak 1937 günü Kurun gazetesini okuyan yurttaşlar bir anda Kurtuluş Mücadelesi verdiği günlerine dönüverdi:
- Dün “Türkiye Aldatılamaz” başlığı altında yazdığımız yazılar ulusça okunmuştur. Bugün orada söz ettiğimiz sayılı günlerin on yedincisini yaşıyoruz…
- Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim sananların, işte asıl onların kendileri için giderilmesi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına kuşku duyulmamalıdır.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin, çok haklı olduğu Hatay davasını ortaya atarken bunun bütün sonuçlarını düşünmemiş olduğunu kim iddia edebilir? Dava uluslararası olmuştur. Davasında haklı olan Türkiye’dir. Artık dinlenilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. Türk’ün sözü, Türk’ün haklı ve yerinde sözü Türk’ün kendisidir. Ona uymamak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin düşünmedikleri sonla karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir. İşte bizim bu defa da söyleyebildiğimiz bundan ibarettir.
Kalem her zaman olduğu gibi kılıçtan daha güçlü bir silahtı.
27 Ocak 1937 günü Milletler Cemiyeti’nde uzlaşma sağlandı. Buna göre Hatay, içişlerinde tam bir bağımsızlığa sahip oldu. Türkçe resmi dil olarak kabul edildi. Diğer dillerin kullanılmasının şartları Cemiyet Meclisi tarafından tespit edilecekti. Hatay Sancağı’nın ordusu olmayacaktı.
Ve zafer, Atatürk önderliğindeki Türkiye’nin
Anlaşmaya göre İskenderun ve Antakya, Suriye ile gümrük birliği hâlinde olan bir statü ve bir Anayasa ile idare edilen ayrı bir varlık teşkil edecekti. Sancağın dışişleri, bazı şartlar altında Suriye Hükûmeti tarafından idare edilecekti.
Statünün ve Anayasa’nın uygulanması meclis tarafından tayin edilen ve sancakta ikâmet eden bir Fransız vatandaşı tarafından temin edilecekti. Sancakta mecburî askerlik usulü uygulanmayacak ve bu bölge tahkim edilmeyecekti. Sancağın ülke bütünlüğü yapılacak bir anlaşma gereğince Türkiye ve Fransa tarafından teminat altına alınacak, Anayasa hazırlamak üzere bir uzmanlar komitesi kurulacaktı. Zafer Atatürk önderliğindeki Türkiye’nindi…
İLGİLİ:
10 Kasım manşetleri: Hem Türkiye hem dünya basını yas tutmuştu
Atatürk’ün okuduğu kitaplar: İşaretleyip not aldığı 195 eseri inceledik