Hallerimiz

Babıali nedir, nerede ve ne zaman kuruldu?

Bâb-ı Âli diye de yazılan Babıali (Yüce Kapı), 18. yüzyılın sonundan itibaren, Osmanlı Devleti'nin sadaret (başbakanlık) sarayı için kullanıldı. Görsel, bugün valiliğe evsahipliği yapan Osmanlı başbakanlık konağı önündeki tarihi kapının sonradan renklendirilmiş bir sürümü. Burası "Babıali" diye anılmadan önce “Paşa Kapısı” ve “Bâb-ı Âsafi” diye bilinirdi.

Babıali, “yüce kapı” anlamına geliyor. O dönemin başkenti İstanbul’da Osmanlı hükûmet binalarının bulunduğu semte verilen bu ad, 19. yüzyılda çevrede yoğunlaşan gazeteler nedeniyle haberciler dâhil basılı yayıncılık topluluğu için kullanılmaya başlamıştı. Babıali tarihine, TRT’deki “İletişim Arkeolojisi” programının birinci bölümünde değinilmişti. Prof. Dr. İsmail Arda Odabaşı’nın bu programda verdiği bilgileri özetleyerek Babıali’nin ne zaman, nasıl kurulduğunu ve nerede bulunduğunu hatırlayalım.

Babıali Yokuşu, İstanbul’un Boğaz kıyısındaki Sirkeci semtinden Cağaloğlu’na tırmanıp bazı gazetecilerin kabirlerinin de yer aldığı Sultan Mahmud Türbesi’ne kadar devam eder.

Babıali’nin Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki önemi, 18. yüzyılın sonlarında sadrazamların yetki ve sorumluluklarının artmasıyla pekişmişti. Sadaretin, yani idarenin merkezi olan başbakanlığın Topkapı Sarayı’na yakın olması istenmişti.

Bilinen ilk resmi sadrazamlık binası 1756 yılında Sultan III. Osman tarafından yaptırıldı. Uzun yıllar boyunca koca imparatorluk bu binadan yönetildi. Arapça’da “bâb” kapı, “âlî” ise yüce demektir. İşte bu yüce kapı, Osmanlı Devleti’nin fiilen yönetildiği bir merkez olarak tarihin önemli olaylarına ev sahipliği yaptı.

Osmanlı döneminin sadaret dairesi, Cumhuriyet’in kurulmasıyla Vilayet Konağı olarak kullanılmaya başladı. Türkiye’nin bugününe zemin olan olaylarının merkezi Babıali olunca matbuatın temelleri de burada inşaa edildi. Türkiye’deki ilk gazetelerin, dergilerin, yayınevlerinin ve matbaaların tohumları burada atıldı. 1870’li yıllarda yayınevleri ve kitabevleri giderek arttı. Babıali Türkiye’de gazetecilik ve yayıncılığın kalbi olur.

Cumhuriyet’in ilanından sonra devletin merkezi Ankara’ya kaysa da Babıali, İstanbul’daki matbuat merkezi unvanını yıllarca korudu. İsmi resmiyette Ankara Caddesi olarak değiştirildi. Yine de Babıali tabirinin tahtına oturmayı başaramadı bu yeni isim.

20. yüzyılın sonlarına kadar basının fizikî merkezi olan bu yüce kapı, matbuatın “medyaya” dönüşmesiyle İstanbul’daki görevini İkitelli bölgesine devredip gazetecilere veda etti. Yaklaşık iki asırlık basın tarihimizin başlangıcına ve en şaşalı dönemlerine ev sahipliği yapmış olan bu yokuş eski günlerdeki canlılığını yitirse de pek çok önemli olaya tanıklığının saygınlığıyla insanı büyülemeye devam ediyor. 

Babıali nasıl kuruldu?

Matbuat kelimesi, matbu kelimesinin çoğuludur. Matbu da basılı demektir. Basmak anlamına gelen “tab” kelimesinden geliyor. Matbuat denilince merkezinde matba olan basılı olan her şeyi anlıyoruz. Ama sadece bu kadar dar bir anlamda değil, yani yalnız matbu ürünler değil , aynı zamanda burada çalışan insanlar, kadrolar, mekân, buradaki üretim ilişkileri vs. bunların toplamını anlıyoruz.

Matbuatın biraz daha dar bir anlamı da var, o da basın. Babıali aslında eski Türk devletlerinden beri yüce kapı demek. Yani siyasi iktidarı, sarayı ifade eden bir kelime. Osmanlı’da da özellikle 18.-19. yüzyıllarda, modernleşme sürecinde modern bir bürokrasinin ortaya çıkmasıyla birlikte Babıali bölgesi Osmanlı sadrazamlarının oturduğu sadaret makamını ifade ediyor. Devlet daireleri de bu bölgede yerleşiyorlar.

19. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren basınla ilgili kurumların oluşmaya başladığını görüyoruz. Şehirde bir matbuat bölgesi ortaya çıkıyor. 1870’lerden itibaren bunun ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. 1870’lerin başında Ahmet Mithat Efendi kendi matbaasını Tahtakale’de olan evinde kuruyor. Mesela İbrahim Müteferrika da matbaasını Fatih’teki evinde kurarak başlıyor.

Daha sonrasında Ahmet Mithat Efendi evine sığamayınca Babıali Caddesi’ne çıkıyor. Bildiğimiz kadarıyla matbuatın orada öbeklenmesi, Ahmet Mithat Efendi’nin oraya taşınmasıyla başlıyor. Hatta kendisini uyarıyorlar, “Orası devlet kurumlarının olduğu bir yer, çok fazla göze batarsın” diye. Ahmet Mithat Efendi sürgün hatıralarında anlatır bunu, “Ben kulak asmadım” der ve Babıali Caddesi’nde bir oda kiralayarak matbaa faaliyetlerine başlar.

İlk gazeteciler neden Babıali’yi seçti?

Buna dair farklı görüşler var. Bunlardan biri, siyasi iktidarın, yani hükûmetin bunu tercih ettiği yönündedir. Özellikle 1860’lardan itibaren eski tâbirle “efkârı umumiye” denilen, bugün kamuoyu dediğimiz şey ortaya çıkıyor. Bunun ortaya çıkışında da matbu malzemeler, süreli yayınlar, gazeteler, dergiler çok etkin bir rol oynuyor. İşte bir görüş bu; hükûmetin burayı daha kolay kontrol edebileceği, denetim altında tutabileceği için buranın tercih edildiği düşünülüyor.

Bir diğer görüş özellikle haberin merkezi olması. Postane de orada, Sirkeci Garı da orada. Sirkeci Garı özellikle Avrupa ile bağ kurulan nokta, yani Batı’dan gelenler oradan geliyor. Dolayısıyla  Batı’ya açılan bir kapı konumunda. Postane de o dönemde “Posta Telgraf Nezareti” ve sonrasında telefon da eklenecek tabii. Dolayısıyla haberleşme açısından önemli, ulaşım açısından önemli, devlet dairelerine yakınlık açısından önemli. Çünkü haber alma ve haber verme kabiliyetleri bugünkü gibi değil. Dolayısıyla şehrin merkezinde olmak ve siyasi kurumlara yakın olmak haber alma verme açısından daha isabetli. Bu bilinçli bir tercih olmayabilir doğal bir gelişimdir bana göre. Babıali Caddesinde bu nedenlerle bir öbeklenme oluyor.

Bir de şunu unutmamak lazım burası aynı zamanda şehrin çarşılarına yakın, yani müşteri de bulabileceğiniz bir nokta. Kitap alıcısı, gazete dergi alıcısı, kartpostal gibi, afiş gibi, bunları yaptırabileceğiniz yerler burada bulunuyor. Yani sektörel yakınlıktan da bahsetmek lazım. Bir yerde matbaa varsa yakınlarda kâğıt da olması gerek. Ayrıca eğitim kurumlarına yakınlık da önemli çünkü yayıncılık sektörünün eğitimle çok yakın bir ilişkisi var. Osmanlı’da da matbuat alanın, kitapçılığın gelişmesi yeni açılan okullara ders kitaplarını tedarik etmekle çok yakından ilişkili. Bu sebeplerden dolayı matbuat açısından belki de şehrin en ideal bölgesiydi Babıali Caddesi.

Babıali Caddesi’nde neler vardı?

Matbuat dediğimiz şey bir içerik üretimi. O dönemde Osmanlı’da okuma yazma oranı düşük. Okuma ile yazma da aynı değil, yazma oranı çok daha düşük. Aslında kitlesel okuryazarlık dediğimiz şey bütün dünyada 19. yüzyılda oluşur. Avrupa’da biraz daha erken başladı bu tabii ki. Ama o dönemde kitlesel okuryazarlık yok. Daha eski çağlarda bizde ulema dediğimiz kesim, yani din adamları, Avrupa’da da ruhban sınıfı, yani seçkinler, elit kesimler okuma yazma bilir. Yani kitlesel okuryazarlık dünyada çok geç ortaya çıkmış bir şey, o da 19. yüzyılda başlıyor. Çok yeni de bir şey bu yüzden. 

Osmanlı’da ıslahatlarla , yenileşme çabalarıyla beraber 19. yüzyılda yeni bir bürokrasi ortaya çıkıyor. Buradaki kalemlerde çalışan kâtipler, devlet memurları, aynı zamanda o dönemin içerik üreticileridir. Gazetecilik, dergicilik yapan, şiir yazan, edebi türler üreten insanlardır aynı zamanda. Matbuatın başlangıcında henüz sistem olgunlaşmamış olduğu için bu insanlar geçimlerini memuriyetle kazanıyorlar. Tamamen yazarak para kazanabilmek için biraz daha zamanın ilerlemesi gerekiyor, 19. yüzyılın son çeyreğine doğru bu mümkün olabiliyor. O yüzden başlangıçta matbaacılar ağırlıklı olarak devlet memurlarıydı.

Babıali‘de matbaacılar, gazete idarehaneleri, dergiciler, kitapçılar vardı. Bu bölgede eskiden el yazması satan dükkânlar Babıali’nin kurulmasının ardından matbu yayın satan modern kitapçılara dönüştü. Babıali’de ayrıca müstensihler vardı. Bunlar el yazması eserleri kopyalayan kişilerdi. Sahaflar eski tür kitapçılar aslında. Bunların bir kısmı dönüşüme uğrayarak modern kitapçıya dönüşecek, bir kısmı o dönüşümü gerçekleştiremeyecek, ama tabii matbu kitap yaygınlaşmaya başlayınca onlar da matbu kitap satacaklar. Kitapçıların dışında bir de nâşirler var, yani yayıncılar. Bunlardan bazıları hem yayıncılık yapıyor, hem de kitapçılık. Bunların dışında kâğıtçılar da burada . Kitabın ciltlemesini yapan mücellitler, ciltçiler de burada.

Yayıncılıkla ilgili modern birçok kavram Babıali’nin kurulduğu yıllarda ortaya çıktı. Örneğin el yazması döneminde intihal ve telif hakkı gibi kavramlar yoktu. Ahmet Rasim, “kalem ehlini” listelendirdiği bir yazısında, başkasının yazısını kendisinin gibi gösterenleri, “uydurmasyoncuları” ve sansasyoncuları eleştiriyor. Kendisi yarım asır boyunca durup dinlenmeden yazmış biridir. Babıali Caddesi ile de özdeşleşmiş birisidir. Tabii biraz mübalağa da yapıyor, sarkastik ve eleştirel bir yaklaşımı da var. Ama bugün olduğu gibi uydurmasyoncular, yalan haber yazanlar, haber aşıranlar, basın yayını şantaj amaçlı kullananlar, zamanın tâbiriyle “şahsiyat yapanlar,” yani basını kişisel çıkarları için kullananlar o dönemde de vardı.

Hazırlayan: Semanur Beşevli

İLGİLİ – KAYBOLAN BABIALİ’NİN ARDINDAN:

Baba Tahir: Yalan habercilerin, gizli reklamcıların, saray jurnalcilerinin ve medyamızdaki ihale takipçilerinin atası

Deli Nizam: Kalemi sapan gibi kullanan gazeteci

Hasan Fehmi Bey: Öldürülen ilk gazeteci, şeyhülislamın yolsuzluklarını ifşa etmişti

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten