Görüş

İpek Yezdani yazdı: Türkiye’de medya nasıl kurtulur?

Birçok gazeteci şunları unutmuş gibi: Gazeteciler hükûmet çalışanı değildir. Gazeteciler devlet memuru değildir. Gazeteciler aktivist değildir, tetikçi hiç değildir. Gazetecinin işi sadece gerçekleri yansıtmaktır.

Her ne kadar başlığın “Asiye nasıl kurtulur?” kıvamında olması bazılarına abartılı gelecek olsa da Türkiye’de basının şu anki hâl-i pür-melâlini anlatması bakımından bir metafor olarak çok uygun. En azından duygusal açıdan bakarsak; basının şu anda içinde bulunduğu durumun, yazar Vasıf Öngören’in 70’li yıllarda kaleme aldığı oyundaki “Asiye” karakterinin içinde bulunduğu durum kadar hüzünlü olduğunu söyleyebiliriz. Maalesef epik tiyatro anlayışındaki çözümsüzlük, şimdi de Türk basınının durumu için söz konusu. 

İster sektörde olsun ister sektör dışında, son yıllarda gazetecilerin dilinden düşmeyen bir cümle var: “Ne yazık ki medya bitti.” Ne zaman söz gazetecilikten, sansürden, gazeteciliğin kalitesinden, iş imkânlarından, alınan maaşlardan vs. açılsa; bütün sohbetler aynı hazin cümleyle son buluyor: “Maalesef basın bitti artık.”

Peki demokratik ülkelerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak görülen, yürütmeye yönelik temel denge ve kontrol mekanizmalarından biri olan medyanın bitmesi normal mi, ya da kabul edilebilir bir durum mu? 

Hayır, normal değil. Bir ülkede demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlevini yürütebilmesi ve gerektiğinde kamuoyu baskısı oluşturulabilmesi için özgür ve bağımsız bir basın o sistemin olmazsa olmazı. Peki şu anda siyasi konjonktür buna izin vermiyor diye arkamıza yaslanıp “Tamam o zaman ya, ne yapalım kaderimizde bu da varmış” mı diyeceğiz? Hayır, medyayı nasıl kurtaracağımızın yollarına bakacağız. Umudumuzu yitirmeden olması ve yapılması gerekenleri not edip, geleceğe ışık tutacağız. 

Medyanın içinde bulunduğu aşırı politize ve partizan durumdan kurtulması ve gazetecilerin haberciliğin gerçek dinamiklerine dönebilmesi için önemli beş madde bulunuyor: 

1. Basın özgürlüğü

MFÖ’nün “Bodrum Bodrum” şarkısındaki “Nasıl anlatsam, nereden başlasam…” dizeleri en çok bu madde için uygun. Basın ve ifade özgürlüğü, sağlıklı bir demokrasinin olmazsa olmazı. Ne yazık ki Türkiye, basın ve ifade özgürlüğünde dünyada en alt sıralarda bulunuyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 2020 yılı için hazırladığı rapora göre Türkiye, 180 ülkenin yer aldığı basın özgürlüğü listesinde Türkiye 154’üncü sırada. 

Sansür, otosansür, baskı, müdahale, bunlar zaten almış başını gitmiş. Bir dönem “Ne var ki, Türkiye’de basın zaten hiçbir zaman özgür değildi” diyenler bile Türkiye’nin tutuklu gazeteci sayısında Çin’i geçmesinden dolayı şaşkın. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun (IFJ) son raporunda, dünyada en fazla tutuklu gazeteci bulunan ülkenin, 67 tutuklu gazeteciyle Türkiye olduğu açıklandı.

90’larda Susurluk kazası gibi devletin mafyayla iç içe geçtiği büyük bir skandalı rahatça ifşa eden Türk basını, bugün burnunun dibinde olanları bile görmeyecek, duymayacak hâle geldi. “Yok canım, öyle demek istememiştir” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin bile sansürlendiğini duydu bu kulaklar. Dolayısıyla önümüzdeki dönemlerde basın özgürlüğünün yeniden -ve eskisinden daha iyi bir şekilde- inşa edilmesi; Türkiye demokrasisi için olduğu kadar, kamu yararı için de elzem bir hâle geldi.  

2. Medya sahipliği

Belki de Türk basınının şu andaki en büyük sorunu bu.  Ana akım medyanın neredeyse yüzde 90’ının inşaat, enerji, ulaşım gibi alanlarda da yatırımı olan ve diğer sektörlerdeki işlerinden dolayı şu veya bu sebeple hükûmetle çok yakın ilişkisi olan isimlere geçmiş olması nedeniyle medyanın da bir nevi hükümetin kontrolü altına girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla buralarda objektif, adil ve dengeli bir habercilikten söz etmek mümkün değil. Türk basınındaki en iyi analistlerden biri olan gazeteci Kadri Gürsel’in önemini vurguladığı “ana akım” maalesef artık kalmadı. 

Medyanın kurtulması için öncelikle basının ve gazetecilerin kamu güvenini yeniden kazanması gerekiyor. Mevcut sahiplik yapısıyla bu çok zor. Bunun için öncelikle medya sahiplerinin başka işlerle uğraşmaması şart. Bazı gelişmiş Batı ülkelerinde bu konuda yasalar bile var. Bizde niye olmasın?

Ana akımda yer almayan diğer basın-yayın organlarına gelecek olursak, geriye kalan bağımsız medyada çalışan gazeteciler, genelde çok kısıtlı bütçelerle ve çok kısıtlı imkânlarla, fedakarlıklarla gazetecilik yapmaya çalışıyorlar. Ancak bu tarafta da temel sorun şu: Gazetecilikle aktivizmin karıştırılması. Gazetecilik kamu yararına yapılan bir meslektir, ancak aktivizm değildir. Gazetecinin görevi, en doğru ve yalın hâliyle gerçekleri yansıtmaktır. Bu gerçekler sizin inanç ve ideolojinize aykırı olsa bile. 

Gazetecilerin olduğu kadar toplumun da çoğu zaman unuttuğu bir başka gerçek var: Gazetecilik; kendi kuralları, etik anlayışı, mekanizmaları olan bir meslek dalı. Nasıl ki doktorlar, mühendisler, taksiciler, perakendeciler çalışmak ve para kazanmak zorundaysa, gazeteciler de çalışmak ve para kazanmak zorunda. Bunu da aktivizmle değil, ancak profesyonel anlamda gazetecilik mesleğini icra ederek yapabilirler. 

3. Örgütlenme hakkı

İşte Türk basınının ve gazetecilerin en büyük sorunlarından biri daha: Örgütsüzlük. Her ne kadar sendikal hak Türkiye’de anayasal bir hak olsa da, pratikte medya sahipleri ve yöneticiler “sendika” kelimesini duydukları anda hayalet görmüş gibi korkuyorlar. Oysa Avrupa’da birçok ülkede sendikasız gazeteci çalıştırmak yasaktır. Öyle ki İngiltere gibi bazı ülkelerde basın çalışanları, resmi basın kartlarını bile Gazeteciler Sendikası’ndan alırlar. 

Sendika neden önemlidir? Gazetecilerin hak ettikleri maaşı alabilmesi, hak ettikleri sosyal haklara ve özlük haklarına sahip olabilmesi, bir gazetecinin işten atılmasının bir patronun iki dudağı arasında olmaması için. Gazetecilerin, hükûmetin hoşlanmadığı bir haber yaptı diye ya da “ha” deyince sudan sebeplerden dolayı işten atılmayacaklarını bilmeleri, bir ülkedeki basın özgürlüğünün temel taşlarından biridir. 

Ancak Türkiye’de gazetecilerin örgütlenme hakkı çoktan ellerinden alındı. Ve yeniden örgütlenmeye çalışan son grup da kendilerini tazminatsız bir şekilde kapının önünde buldu. (Bakınız; 2019’da ben dâhil Hürriyet’ten tazminatlarına el konularak atılan 45 gazeteci)  Bu, şu anlama geliyor: “Ben sizi köle gibi çalıştırırım ve istediğim zaman da işten atarım.” Öyle ki, Demirörenlerin 45 gazeteciyi yasal tazminatlarına el koyarak işten atması, Avrupa Birliği’nin ekim ayında açıklanan Türkiye ile ilgili 2020 İlerleme Raporu’na bile girdi.

Aslına bakarsanız bu zihniyet, gazetecileri; Vietnam’da, Kamboçya’da, günde 1 doların altında çalışmak zorunda bırakılan, hiçbir sigortaları olmayan ve en ufak bir itirazda kendini kapının önünde bulan ucuz işgücü olarak görüyor. 

Üçüncü dünya ülkelerine ait bu köhne zihniyetin acilen değişmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde bu büyük sorunun mutlaka halledilmesi, gazetecilerin örgütlenme hakkının yeniden kazanılması, buna engel olmaya çalışan medya patronlarına da ceza kesilmesi gibi önlemlerin alınması şart.  

4. Kaliteli içerik

Gazetecilik nosyonuna sahip, kaliteli gazetecilik yapmak ve okuru/izleyiciyi doğru ve gerçek bilgiyle bilgilendirmek, işini etik kurallara uygun yapmak vs. dertleri olan gazetecilerin çoğu ana akım medyadan şu veya bu sebeple uzaklaştırıldı. Ya işten atıldılar, ya da kendileri mevcut koşullara dayanamayıp tazminatını alıp ayrıldı, emekli oldu, vb. Hükûmete yakın medyada hâlâ az sayıda gerçek gazeteci var. Ancak onların da deyim yerindeyse “anasından emdiği süt burnundan getiriliyor.” Ya az paraya çok iş yaptırılıyor, ya ülke yanarken başka tarafa bakmak için saçmasapan haberler yaptırılıyor, ya manipülatif başlıklar attırılıyor, ya da bunca yıldır gazetecilikte doğru bildiği her şeyi unutması ve “yeni Türkiye’ye göre” davranması isteniyor. 

Kaliteli içerik üretilemediği için medyada yeni kadrolar da yetişemiyor, çünkü ana akım medyada genç gazetecilerin mesleği öğrenebilecekleri kıdemli meslek büyükleri kalmadı. (ya da sayıları bir elin parmaklarını geçmez diyelim)

Motivasyonu ister hükûmete yaranmak ya da hükûmetin tepkisini üzerine çekmek olsun, isterse de polemik yaratmak veya meslektaşlarına sataşmalarla gündeme gelmek, medya sektöründeki suni gündemler, kaliteli içerik üretiminin çoktan önüne geçmiş durumda. 

5. Temel dinamiklere dönme

Gazeteciliğin temel dinamiklerinden bahsederken; gazeteciliğin diğer alanlarında olduğu gibi öncelikle konuşmamız gereken ilke, “objektiflik” ilkesidir. Objektiflik konsepti, liberal gazetecilikte profesyonel etiğin en eski ve en meşru anahtarıdır. Siyasal iletişim profesörü Brian McNair, objektifliği, “Söylenen şeyin; verilen bilginin geçerli ve inanılır olduğuna inanmamızı sağlayan bir kalite kontrol mekanizması” olarak tanımlıyor. 

Gerçekten de herhangi bir kriz ya da olayla ilgili gerçekler tam olarak bilinmese bile, gazetecilikte objektiflik, güven unsurunun oluşturulması için elzemdir. Günümüzde; Anglosakson gazetecilik anlayışında objektiflik ya da en azından objektif olma çabası, gazetecilik mesleğinin normali, olmazsa olmazı kabul ediliyor. Ancak bugün Türkiye’de yapılan gazetecilik türünde şu veya bu sebepten dolayı objektiflik ilkesinden tamamen uzaklaşıldığını görüyoruz. 

Gazeteciliğin temel ilkelerinden olan “Gerçeklerin yorumlardan ayrılması, tartışmanın dengeli bir şekilde verilmesi, elde edilen bilgilerin güvenilir ikinci bir kaynak tarafından doğrulanması, gazetecilerin kendi ideolojik görüşlerini ya da herhangi bir siyasi partinin ya da siyasi grubun ideolojik görüşünü haberlerine yansıtmaktan kaçınması, vs.” tarzı kurallar çoktan unutulmuş ve bir tarafa atılmış görünüyor. 

Birçok gazeteci şunları da unutmuş gibi: Gazeteciler hükûmet çalışanı değildir. Gazeteciler devlet memuru değildir. Gazeteciler aktivist değildir, tetikçi hiç değildir. Gazetecinin işi, sadece gerçekleri yansıtmaktır. Sadece “ne oldu” sorusunun yanıtını aramak değildir, “nasıl oldu” sorusunun yanıtına dair de okurun ve izleyicinin kafasındaki soru işaretleri gidermeye çalışmak, kamuoyunu en sağlıklı şekilde bilgilendirmektir. Aksi gazetecilik değil, basın bülteni yazıcılığıdır. 

Bu yazı ilk olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin Ocak 2021’de yayımladığı “Özgür Basın” dergisinde yer aldı. Tüm yazılara Özgür Basın sayfasından erişebilirsiniz.

İpek Yezdani

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü mezunu. İngiliz Hükümeti’nin verdiği Chevening Bursu’nu kazanarak London City University’de uluslararası gazetecilik yüksek lisansı yaptı. Gazeteciliğe Cumhuriyet'te muhabir olarak başladı. Associated Press, BBC, Milliyet, TRT Türk, HDN ve Hürriyet'te çalıştı. IŞİD tarafından kaçırılıp köleleştirilen Ezidi kadınlarla yaptığı röportajlarla TGC Gazetecilik Başarı Ödülü’ne layık görüldü.

Journo E-Bülten