Görüş

Kamuoyunun mahkemesi: Sosyal medya yargılaması, adaletin hem başladığı hem bittiği yer

17 yaşındaki Duygu Delen, Gaziantep’te bir apartmanın 4. katından önceki gün şüpheli şekilde düşerek can vermişti. Dairede yaşayan Mehmet Kaplan, "cinsel istismar ve kasten öldürme" suçlamalarıyla tutuklanmıştı. Kaplan’ın olay günü tartıştığı Duygu Delen’e "birkaç kez vurduğunu" ifadesinde söylediği, ancak cinayet suçlamasını reddettiği medyaya yansımıştı.
Duygu Delen’in ölümüyle birlikte #DuyguİçinAdalet etiketi sosyal medyada gündem oldu. Tıpkı #PınarGültekinİçinAdalet, #ŞuleÇetİçinAdalet, #ÖzgecanAslanİçinAdalet etiketleri gibi… Peki, erkek şiddetine karşı sosyal medya tepkisi adalet getiriyor mu? Günümüzde kamusal alanının bir parçası olan sosyal medya platformları, geçmişte geleneksel haber kuruluşlarına atfedilen ‘yargılama ve cezalandırma gücü’nün yeni bir versiyonunu mu sunuyor? Kadıncinayetleri.org sitesini kuran ve “Sosyal Medya Yargılaması: Ayşegül Terzi Olayı” başlıklı yüksek lisans tezi geçen yıl yayımlanan gazeteci Ceyda Ulukaya, Journo için yazdı.

Habermas’ın kahve salonlarından kitle medyasına uzanışını tarif ettiği kamusal alanın dönüş̧ümü, bugünün dünyasında birbiriyle bağlantılı, dinamik ve çeşitli mikro kamusal alanların bir aradalığına işaret eden karmaşık bir medya ortamına denk geliyor. 2000’li yılların ilk yarısından itibaren hayatımıza giren ve hızla yaygınlık kazanan sosyal medya platformları da bu parçalı kamusal alanın etkili araçlarından biri.

İletişimin, bilgi alışverişinin yanı sıra bağış toplama, ürün pazarlama, kişi/kurumları şikâyet gibi çok çeşitli amaçlarla kullanılan bu mecralar, son yıllarda özellikle belli alanlardaki adalet arayışında da bir tür eşik işlevi görüyor. Bunun yakın zamanlı en belirgin örneklerinden biri, Pınar Gültekin cinayeti üzerine yaygın bir şekilde paylaşılan #pinargultekinicinadalet etiketli sosyal medya paylaşımları oldu. Cinayeti gündemin üst sıralarına taşıyan bu paylaşımların, yetkililerin müdahil olduğu ve katil zanlısının hızla tutuklanmasıyla sonuçlanan sürece katkı sağladığına şüphe yok.

Daha önce de kayıtlara intihar olarak geçmek üzereyken sosyal medya aracılığıyla oluşan kamuoyunun da etkisiyle mahkemeye taşınan Şule Çet davasını hatırlayalım. Yaklaşık bir yıl süren davanın, faillerin ceza almasıyla sonuçlanmasını birçok kullanıcı sosyal medyayla ilişkilendirmişti:

Şule Çet, Emine Bulut, Pınar Gültekin… Twitter’da hemen her gün, trend topic listesine dahil olan kadına şiddet haberine, şiddet mağdurlarının doğrudan resmi makamlara çağrısını içeren paylaşımlara ya da şiddet olayı tanıkları tarafından çekilen videolara rastlıyoruz. Bu olayların bir kısmı, gerçekten de yetkili mercilerin harekete geçmesiyle sonuçlanıyor ve kullanıcılar haklı olarak “Sosyal medya olmasa adaleti nerede arayacağız?” diye soruyor.

Medya yargılaması ne anlama geliyor?

Bu süreci anlamaya çalışırken Greer ve McLaughlin tarafından geliştirilen “medya yargılaması” kavramından faydalanmak mümkün. Bahsi geçen araştırmacılar medya yargılamasını, kişi veya kurumların medya aracılığıyla sağlanan ‘kamuoyu mahkemesi’nde yargılandığı popülist bir adalet biçimi olarak tanımlıyor.

Onlara göre özellikle tabloid ve dijital gazetecilik pratikleriyle birlikte geliştirilen bu kavram, çok güçlü ve negatif toplumsal reaksiyon yaratarak kültürel ya da siyasi gündemi yeniden belirleyebilmesinden güç alıyor. Yasalara ve ahlaki değerlere ya da kendi sorumluluklarına karşı hareket eden kamu figürlerini ya da kurumlarını ifşa etmek; suça ilişkin süren soruşturmanın sonucunu etkilemek, ceza adaleti sisteminden kurtulduğu düşünülenleri yeniden yargılamak gibi farklı ve çok boyutlu amaçları bulunabiliyor.

Bu anlamda medya yargılamasının; adaleti, talep edildiği mahkemelerden alıp medya aracılığıyla temsil edilen yurttaşlara vermesi dolayısıyla demokratik bir potansiyel taşıdığı ifade edilse de madalyonun bir de diğer yüzü var: Ceza adaletine ilişkin kararların belirlenmesi sürecinde kamuoyu belirleyici bir rol oynamalı mı?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KADINA ŞİDDET DAVALARI NASIL HABERLEŞTİRİLMELİ?

Bu soru, birçok hukukçuyu bugün dahi iki karşıt kampa ayıracak denli güncel, ama bir o kadar eski bir tartışmanın merkezinde yer alıyor.

Ceza politikalarının sertleştirilmesi, çoğunlukla halkın talebinin bu yönde olduğu argümanına dayandırılsa da halkın yargı süreçleri ve ceza adaleti sistemine dair bilgisinin sınırlılığı bugüne dek birçok araştırmanın konusu oldu. Ayrıca halkın belli bir konuda doğru bilgilendirilmemesi ya da bir gruba karşı düşmanca duygular beslemesi durumunda korku ya da endişelerinin ceza politikalarına yön vermesinin de hiç adil bir tablo sunmayacağı açık.

Cezai popülizm (penal populism) nedir?

Bu görüşü destekleyecek şekilde, halkın yargılama süreçleri konusunda derinlikli bilgi sahibi olmadığı, hatta bilgisinin medyayla sınırlı olduğunu gösteren birçok araştırma da mevcut. Buna, medyanın doğası gereği suç haberlerine olan özel ilgisi ve yaygın biçimde yer vermesi nedeniyle suçla ilgili daha abartılı bir tablo çizdiği, böylece ceza adaleti sisteminin başarısız olarak algılanmasına yol açtığı eleştirisini de eklemek gerek.

Bunun sonucu olarak, toplum genelinde infial uyandıran olaylar karşısında kamuoyunun “cezanın sertleştirilmesi” yönünde görüş bildirmesi kolaylaşabilecek, bu durum da politikacıların verili gerçekliğe dayalı önleyici politikalar üretmek yerine kamuoyunun daha sert cezalar talep ettiğine yönelik varsayımı tatmine yönelmesiyle sonuçlanacaktır. Tam da bu noktada Türkiye’de çeşitli vesilelerle gündeme gelen idam tartışmalarını akla getirmekte fayda var.

Araştırmacıların “cezai popülizm” (penal populism) olarak tanımladığı bu durumun, sosyal medya çağında daha belirgin bir görünüm aldığı söylenebilir. Bu anlamda, doğrudan tartışmaya katılımı mümkün kılan sosyal medya platformları aracılığıyla kullanıcıların, daha önce medya kurumları aracılığıyla ve gazeteciler eliyle yönetilen medya yargılamasının yeni bir versiyonunu üretebilme kapasitesinden bahsedebilir miyiz?

Batı medyası nasıl yargılıyor? Sarah Payne ve Madeleine McCann örnekleri

Medya yargılaması, şüphesiz her suç olayında devreye giren bir mekanizma değil. Suç olayları, doğası gereği haber değeri taşımakla birlikte toplum genelinde infial yaratabilmesi aslında belli bileşenlerin bir araya gelmesiyle mümkün oluyor. 2000 yılında İngiltere’de bir pedofil tarafından kaçırılıp öldürülen sekiz yaşındaki Sarah Payne olayı üzerine bu ülkede başlatılan medya kampanyası sonucu “Sarah Yasası” olarak bilinen ve ailelere, çocuklarıyla irtibatı olan kişilerin pedofili kaydı olup olmadığını öğrenme hakkı tanıyan düzenlemenin yürürlüğe girmesi medya yargılamasına bir örnek kabul ediliyor.

Yine 2007’de İngiliz bir ailenin Portekiz tatili sırasında kaybolan üç yaşındaki kızı Madeleine McCann vakasının küresel çapta bir kampanyaya nasıl konu olduğunun incelendiği çalışma da, medya yargılamasının bileşenlerini ortaya koyması bakımından önemli bir örnek. Bu bileşenlerin en başında ise korkunç koşullarda öldürülmüş bir ideal mağdur, şüpheli ya da suçu ispatlanmış ve şeytanileştirilebilecek bir katil ile resmi kurumların problemi çözmedeki başarısızlığına dair kanıt geliyor.

Medyada bir ‘mağduriyet hiyerarşisi’ var

Medyanın suç mağdurlarına ilgisinin, mağdurun “ideal” bir portre sunması hâlinde en yüksek seviyeye ulaştığına dikkat çeken Nils Christie, ideal mağduru (ideal victim) şöyle tanımlıyor: “Suça maruz kaldığında bütünüyle ve meşru mağdur statüsünün anında teslim edildiği kişi ya da kişiler kategorisi.” Örneğin Özgecan Aslan’ın tam da bu tanıma uyduğunu düşünebiliriz. Greer de ideal mağduru, savunmasız, masum, korunmasız, sempati ve şefkate layık kişiler olarak tarif ediyor.

Yaşlı kadınlar ya da küçük çocuklar, tipik ideal mağdurlardır. Buna karşın, genç erkekler, evsizler, uyuşturucu problemi olanlar ve o toplumdaki marjinal grupların meşru mağdur statüsüne ulaşmaları çok daha zordur. Bu anlamda medyaya ve resmi söyleme yansıyan ve yine onlar tarafından güçlendirilen bir mağduriyet hiyerarşisinden söz edilebilir. Bir uçta, ideal mağdur statüsüne kavuşanın kolektif bir yas yaratabildiği, ceza adaleti politikalarında anlamlı değişikliklere yön verebildiği örnek dururken, diğer uçta asla meşru mağdur statüsüne erişemeyen, hatta daha kötüsü “hak etmeyen mağdur” olarak görülen, hatta farkına bile varılmayan örnekleri bulmak zor değil. Tam da Özgecan Aslan’dan kısa süre sonra öldürülen trans kadın Hande Kader örneğinde olduğu gibi…

Ayşegül Terzi olayı

Bu bağlamda haber medyasının sahip olduğu cezalandırma gücü olarak medya yargılamasının, adaletin popülist bir versiyonunu üretme işlevinden bahsedilebilir. Bununla birlikte, özellikle ceza adaleti sisteminin işlemediği durumlarda; şöhreti zedeleme, kariyeri yok etme, kurumların güvenilirliğini sorgulama ve yargı süreçlerini etkileme gücüyle hızlı bir şekilde etkisini gösteren paralel bir adalet mekanizması olma işlevini de göz ardı etmemekte fayda var.

Peki işler sosyal medyada nasıl yürüyor? Bu soruya yanıt aramak üzere, 2016 yılında yaşanan ve medyada “Şortlu hemşireye tekme” diye anılan Ayşegül Terzi olayıyla ilgili tweetleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki yüksek lisans tezim için incelediğim çalışmayı özetleyeceğim.

İstanbul’da bir otobüste, Ayşegül Terzi’ye şort giydiği için tekme atan Abdullah Çakıroğlu’nun serbest bırakılması üzerine patlak veren ve yaklaşık iki aylık süreçte üç gözaltı, iki tutuklama ve iki tahliye kararıyla sonuçlanan olay, Twitter’da yoğun biçimde tartışılan gündem maddelerinden biri olmuş ve bugün sosyal medya yargılaması olarak tartıştığımız kavramın bir tür prototipini sunmuştu.

Çalışma kapsamında, olayın basına yansımasından Çakıroğlu’nun tutuksuz yargılanması kararıyla sonuçlanan ilk evresini kapsayan dönemde #AyşegülTerzi etiketiyle paylaşılan tweetlerin yüzde 10’luk bir örneklemi analiz edildi ve medya yargılamasıyla benzeşen/ayrışan özelliklerine dikkat çekildi. Detaya girmeksizin, sonuçları kısaca aktarmaya çalışacağım.

En çok tweet, ‘adaletsizliğin ifşası’ için atılıyor

Önce nicelikten bahsedelim: Analiz kapsamında 2307 tekil kullanıcı tarafından paylaşılan 7245 tweet incelendi, bunların yaklaşık 2/3’sinin retweetlerden oluştuğu görüldü. Retweetlerden ayrıştırıldığında ise toplam 2713 tekil tweet tespit edildi. Bu tweetler, medya yargılaması tanımına uygun olarak kullanıcıların ifşa etme (Faili ifşa/ Adaletsizliği ifşa), soruşturma sonucunu etkileme ve yeniden yargılama motivasyonlarına göre analiz edildi. Buna göre, kullanıcı tepkilerinin en fazla yoğunlaştığı kategori adaletsizliğin ifşası oldu. Hem tekil olarak Çakıroğlu’nun tahliyesini sağlayan yargı kararına, hem de tahliye kararının bir parçası olduğu adalet sistemine eleştirilerin yoğun biçimde ifade edildiği bu iletiler, toplam iletilerin yaklaşık yarısını (yüzde 47) oluşturuyor.

“Özgecan’ın Münevver’in hesabını verememişken sizin adaletiniz daha yenilerine fırsat vermekten başka bir şey değildir. #AyşegülTerzi”

Faili ifşa, ikinci motivasyon

İkinci sırada, kullanıcıların mağdur ve faili konumlandırarak bir pozisyon benimsediği faili ifşa kategorisi geliyor. Çakıroğlu’nun “yobaz, sapık, canavar, barbar” gibi ifadelerle tanımlanarak suçlu olduğuna işaret edilen, Terzi’nin ise özellikle tahliye kararı üzerine ağladığını gösteren fotoğrafla mağduriyetine vurgu yapılan bu iletiler de toplam iletilerin yüzde 22’sini oluşturuyor.

“Şu pisliği nasıl bıraktınız ya yüzü ben sapığım diye bağrıyor #AyşegülTerzi”

Soruşturmaya etki ve yeniden yargılama

Soruşturma sonucunu etkileme kategorisinde değerlendirilen iletilerde ise kullanıcıların yargı kurumlarına yönelik çağrısı ve açık biçimde failin tutuklanması ve cezalandırılması talebi yer alıyor.

Yeniden yargılama kategorisinde de kullanıcıların bireysel ceza ve savunma önerileri ağırlıkta: Çakıroğlu’nun linç, hadım, hatta idam edilmesi, türbanlı kadına tekme atmak olarak tarif edilen misilleme eylemleri, kadınların savunma amaçlı silahlanması gibi… Niceliksel olarak sınırlı bir orana sahip olsa da bu iletiler, kullanıcıların suçluyu ilan edip cezasını kestiği, hatta kimi durumlarda cezasını infaz etmek üzere bizzat gönüllü olduğu yargılama ötesi bir rol üstlendiğini göstermesi bakımından oldukça önemli.

“Artık şiddete,tacize uğrayan bayanların o piçleri öldürmesi meşrudur.Devlet açıkça “Adaletinizi kendiniz sağlayın” demektedir #AyşegülTerzi”

#AdaleTwitter etiketi

Bu çerçevede, sosyal medya yargılaması olarak nitelenen tartışmanın yargı kurumları üzerinde ne ölçüde baskı oluşturduğunu ve tutuklama kararına etkisini ölçmek çalışmanın kapsamı dışında olmakla birlikte kullanıcıların Çakıroğlu’nun tutuklanmasını “#AdaleTwitter” gibi etiketlerle açıklaması ya da tepkilerini dile getirme yoluyla verdikleri mücadeleye dayandırmasını gözden kaçırmamakta fayda var:

“Twitere göre işlem yapan tek ülkeyiz galiba #AyşegülTerzi’ye tekme atan manyağın serbest bırakılmasına savcı itiraz etmiş.. #AdaleTwitter ☺️”

Zayıflayan geleneksel medya kurumlarının ‘yargı’ gücü, Twitter’da bireylere geçiyor

Bu anlamda Twitter’ın, geleneksel medyanın hem gelişen teknolojiler karşısında güç kaybettiği, hem de politik nedenlerle güvenilirliğini yitirdiği bir toplumsal bağlamda kullanıcılar tarafından tam da medya yargılamasının işlevine uygun şekilde kullanıldığı söylenebilir.

Medya yargılamasında, medya kurumları eliyle yürütülen bir yargılama söz konusuyken, sosyal medya yargılamasında bu gücü tek tek kullanıcıların ele alması, yargılamanın bir tarafı ve parçası haline geldikleri bir aşamaya da işaret ediyor. Bu yönüyle sosyal medya yargılamasının, hukukun işleyişine dair eleştiri ve talepte bulunma ayrıcalığını, medya kurumlarının elinden alıp sıradan bireylere aktarması söz konusu.

Medya yargılamasından farklı olarak katılımcı bir formda gerçekleşmesi dolayısıyla adaletin de katılımcı bir versiyonunu üretme potansiyeli taşıdığı söylenebilir. Diğer deyişle, Ayşegül Terzi olayından hareketle sosyal medya yargılamasının adaletin sağlanması sürecinde toplumun katılım gösterebileceği bir alan açma potansiyeline sahip olduğunu düşünebiliriz.

Olumlu potansiyelinin yanı sıra riskleri de var

Bununla birlikte, kullanıcıların söz konusu işlev doğrultusunda Twitter’ı yoğun biçimde kullanımıyla, medyanın mağdurların ideal bir portre sunduğu vakalara orantısız ilgi göstermesi arasında paralellik kurmak da mümkün. Bu bakımdan, medya yargılamasına getirilen “adaletin popülist bir versiyonunu sunma” eleştirisinin sosyal medya için de geçerlilik kazandığını akılda tutmakta fayda var.

Ayrıca medya yargılaması kavramının, kurum olarak medyanın uygulama alanından çıkıp tek tek kullanıcıların aktör olduğu sosyal medyanın uygulama alanına kaymasının taşıdığı bazı risklerden de bahsetmek gerekiyor. İncelenen iletiler, her ne kadar adalet talebi etrafında da olsa, sosyal medya gibi enformel bir alanda açığa çıkan dilin ağırlıklı olarak öfke ve nefreti dışa vurmaya dayanan, kişi veya gruplara hakaret içeren bir yapıda olduğunu gösteriyor.

Bu yönüyle sosyal medya yargılamasının, bilgiye erişimi olan insanların rasyonel bir tartışma yürüttüğü kamusal alan fikrinden sıklıkla uzaklaşıp duyguların hakim olduğu bir yargılama faaliyeti görünümü aldığını söyleyebiliriz.

“şerefsiz köpek Allah belani versin senin nasıl bir toplum olduk!?! #AysegulTerzi”

Son olarak, Ayşegül Terzi vakası çerçevesinde ele alınan sosyal medya yargılamasının, hukuk ve toplum arasındaki ilişkiye dair ayrıca incelenmeye değer bir alan sunduğuna işaret etmekte fayda var. Türkiye gibi toplumun hukukla ilişkisinin sınırlı olduğu bir örnekte, adalet kurumlarının yerleşik pratiklerini ve iktidarın uygulamalarını eleştirebilmenin ve böylece kamusal alana katılımın sağlamanın yolu, sosyal medya yargılaması içinde en yaygın şekilde dile getirilen adalet talebi aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu katılım, her ne kadar trol hesaplar aracılığıyla manipülasyona açık olduğu bilinen bir mecrada olsa da, kamuoyu ve ceza yargılaması süreçleri arasındaki ilişkiyi çok daha detaylı biçimde incelemeye ihtiyaç olduğunu bize bir kez daha gösteriyor.

Kaynakça
  • Chris Greer ve Eugene McLaughlin, “Media justice: Madeleine McCann, intermediatization and ‘trial by media’ in the British press”, Theoretical Criminology, 16/4, 2012
  • Chris Greer ve Eugene McLaughlin, “News Power, Crime and Media Justice”, The Oxford Handbook of Criminology, A. Liebling, L. McAra ve S. Manura (Ed.), Oxford University Press, Oxford, 2017
  • Julian V. Roberts, “Public opinion, crime and criminal justice”, Crime and Justice, 16, 1992
  • Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, T. Bora, M. Sancar (Çev.), İletişim Yayınları, İstanbul, 2017.
  • Jurgen Habermas, “Kamusal Alan”, Kamusal Alan, M. Özbek (Ed.), Hil, İstanbul, 2015
  • Michael Salter, Justice and Revenge in Online Counter-Publics: Emerging Responses to Sexual Violence in the age of Social Media. Crime Media Culture, 9(3), 2013, s. 225-242.
  • Nils Christie, “The Ideal Victim”, From Crime Policy and Victim Policy, Ezzat A. Fattah (Ed.), Palgrave Macmillian, London, 1986
  • Nancy Fraser, “Kamusal Alanı Yeniden Düşünmek: Gerçekte Var Olan Demokrasinin Eleştirisine Bir Katkı”, Kamusal Alan, M. Özbek (Ed.), Hil, İstanbul, 2015
  • Sanja Milivojevic, Alyce McGovern, “The Death of Jill Meagher: Crime and Punishment on Social Media”, International Journal for Crime, Justice and Social Democracy, 2014.
  • Seda Kalem, Galma Jahic ve İdil Elveriş, Adalet Barometresi: Vatandaşların Mahkemeler Hakkındaki Görüşleri ve Değerlendirmeleri, Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008
  • Stanley Cohen, Folk Devils and Moral Panics, Routledge, Oxon, 2011.
  • Yvonne Jewkes,  “Theorizing Media and Crime”, Media & Crime, London, Sage, 2015
  • Zizi Papacharissi, “The Virtual Sphere”, New Media & Society, 4(1), 2002

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ADLİ HABERLERDE FİKRİ TAKİP NASIL YAPILMALI?

 

 

 

 

Ceyda Ulukaya

Galatasaray Üniversitesi İletişim/Gazetecilik bölümünde lisans, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı. Zete, Hürriyet, bianet'te editörlük yaptı. Hrant Dink Vakfı'nın "Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi" projesinde analist olarak çalıştı. Türkiye'de medyaya yansıyan kadın cinayetlerini haritalama çalışması olan kadincinayetleri.org'un kurucusu. Milliyet gazetesinde muhabirliğe devam ediyor.

Journo E-Bülten