Türkiye’de medya 2010’lu yıllarda büyük bir dönüşüm yaşayarak neredeyse baştan yaratıldı. Hem yerel, hem de küresel dinamikler bu dönüşümü yönlendirdi. “Amiral gemisi” Hürriyet el değiştirdi. Habertürk, Vatan, Star ve Güneş gazeteleri kapandı. Bu arada yeni nesil gazetecilik girişimleri doğdu, milyonlarca insan haberleri ‘story’lerden takip etmeye, gündemi Whatsapp gruplarında tartışmaya, podcastlere daha fazla vakit ayırmaya başladı. Biz de 2020’ye girerken farklı kuruluşlardan sekiz gazeteciye, Türkiye’de medyanın son 10 yıldaki dönüşümü hakkında neler düşündüklerini sorduk.
Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz Türkiye’de medyanın 10 yıllık dönüşümünü şöyle özetliyor:
“Dönüşümün iki ayağı, iki önemli boyutu var. Birincisi, yeni teknolojilerin bütün dünyada yol açtığı medya dönüşümüdür. Esasen, ‘medium’ değişiyor. Bu; yazının icadı, matbaanın icadı gibi büyük dönüşümlerle emsal bir tarihsel vaka. Dünyanın her yerinde eski medyalar, dönüşümün getirdiği yenilikleri hem imkân olarak kullanıyor, hem de baş gösteren sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor. En önemli yanı; gazete, televizyon ve radyodan oluşan konvansiyonel medyanın gelir modellerinin yeni dönemde işlememesi. Buna çare aranıyor, henüz tam olarak bulan yok.”
“İkinci boyut, siyasal boyut, ki bu da aslında dünyanın diğer ülkeleriyle paralel gidiyor: Son 300 yıla hükmeden liberal demokrasi mantığı ve ona karşı verilen mücadeleler bambaşka yönlere sıçramış durumda. Şu anda bütün dünyada otoriter-totaliter diyebileceğimiz eğilimler egemen. Bu da dünyanın her yerinde medyaları siyasal baskı ve yönlendirme altında tutma eğiliminin güçlenmesi anlamına geliyor.”
‘Ana akım medyanın ölümü’
“Her ülkedeki medyalar bundan az ya da çok çekiyor, daha da çekecek gibi görünüyor. Siyasal dönüşümün yanı sıra, sermaye-medya ilişkilerinde de olumsuza doğru giden bir başka dönüşüm var, büyük ölçüde iç içe bu ama bazı yerlerde birbirinden ayrılabiliyor da. Örneğin demokratik ülkelerde medya konusunda daha pozitif olabilen küresel sermaye, başka yerlerde baskıcı rejimleri ya da mantıkları destekleyebiliyor.”
Topuz’a “10 yıl içerisinde kırılma noktası olarak gördüğünüz bir olay var mı” sorusunu sorduğumuzda ise şu cevabı aldık:
“Medya ve basın tarihine geçecek olan şey, bildiğimiz konvansiyonel liberal medya mantığının çöpe atılması. Bizim ülkemizde bu ‘ana akım’ medyanın tamamen ölümü ve medya organlarının çok yüksek oranda iktidar partisinin denetim ve yönetimi altına girmesi oldu.’’
Topuz’un işaret ettiği süreçte en kritik dönemeçler, 2010’ların sonunda alındı. Türkiye’nin en büyük medya grubunun bir parçası olan ve içerisinde “Türk basınının amiral gemisi” diye nitelenen Hürriyet gazetesini de barındıran Doğan Medya Grubu, 2018’de 1,2 milyar dolarlık bedel ile Demirören ailesine satıldı. Hürriyet o tarihten itibaren birçok olayla gündeme geldi. Bunların sonuncusu ise 2019’un ekim ayının son günlerinde yaşandı. Hürriyet yönetimi 45 çalışanını Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) üye oldukları için evlerine gönderdikleri tebligatlarla işten çıkardı. Bu isimler arasında yer alan Hürriyet’in Seyahat eki yayın yönetmeni Banu Tuna, aynı zamanda TGS İstanbul Şube Başkanı. Tuna, medyanın 10 yıllık dönüşümünde gelinen noktayla ilgili şunları söylüyor:
‘Kimsenin korktuğu yok’
“Kırılma noktaları hep siyasetle paralel. Haziran 2013’ten sonra medya üzerindeki baskının artışı bir kırılma noktası örneğin. Pek çok yayının kapatılmasına yol açan 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ve ardından başlayan Cumhuriyet Davası süreci de öyle. Mart 2018’de Doğan Medya’nın satışı elbette basın tarihine geçecek önemli bir diğer olay. Belki iyimser bulacaksınız ama ben bu işten çıkarmaların olumlu sonuçlara yol açacak bir sürecin başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Amiral gemisi metaforundan devam edeyim; neticede Demirören’e satıştan sonra hızla batmış bu gemiyi kurtarmanın yolu yoktu. Son yayın politikası nedeniyle arkasından ağlayacak kimse de yok. Evet 45 kişi işsiz kaldı ama herkes Hürriyet gibi bir zamanlar ana akımın lideri olan bir gazetede, 30 yıl evvel sendikasızlaştırılmış bir gazetede insanların örgütlendiğini, üstelik de yetki alacak kadar iyi örgütlendiğini bu işten çıkarmalar sayesinde öğrenmiş oldu. Artık bunun mümkün olduğunu biliyoruz. İşten çıkarılan bu 45 kişi dağılmadı, hâlâ bir arada hareket ediyor. Son haftalarda çok şey öğrendik. Hâlâ içeride çalışan arkadaşlarımızdan destek görüyoruz. Korkutacaklarını sandılar ama öyle olmadı, kimsenin korktuğu yok.”
“Bu Türkiye’ye özel koşulların dışında, küresel bir süreç. Tüm dünyada medya sektörü hem bu dönüşümü yavaşlatmanın, hem de ayak uydurmanın yollarını arıyor. Okuyucu bu dönüşümü yaptı çoktan. Ağırlıklı olarak 50 yaş üzeri için yapıyoruz kağıda basılı günlük gazeteleri. Gazetecilik pratiği açısından değişen bir şey yok aslında. Gazeteci yine haberinin peşine düşecek ama haberin yayımlandığı mecra farklı olacak. Tek mesele ekonomik sürdürülebilirlik. Hem gazetecinin ekonomik refahı sağlanmalı, hem de bu alternatif dediğiniz yayınlar için hayatta kalmanın ötesinde büyüyüp serpilecekleri bir model bulunmalı. Gazetecilerin karın tokluğuna çalıştığı, ancak hayatta kalmaya yetecek kadar kaynak yaratılabilen kurumlarla olmaz. Basılı gazetenin iki önemli gelir kaynağı vardı: Reklam ve satış. İnternet medyasında reklam gelirleri çok çok düşük, okuyucu da hala internet gazeteciliğine para vermeye yanaşmıyor. Batıda The Guardian gibi bağış yöntemini deneyen kurumlar var. Keşke hemen şurada bir formül önerebilsem ama hep birlikte arıyoruz. Acilen de bulmamız lazım.”
‘Medyada para yok serzenişi sahtekarlıktan başka bir şey değil’
Özellikle son 10 yılda Türkiye’de basın özgürlüğü ağır hasar aldı, onlarca gazeteci hâlâ hapiste, yüzlercesi otosansürün pençesinde, binlercesi işsiz… Kapanan onlarca gazete ve televizyon, engellenen binlerce internet sitesi haber çölleri yarattı. Bu da yetmezmiş gibi, “RTÜK sansürü” 2019’da dijital dünyaya sıçradı. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu’na göre bu zorluklar karşısında, geçtiğimiz 10 yılın getirdiği sorunlarla hâlâ yüzleşilebilmiş değil:
“Eleştirel tonda yayın yapan satışı sınırlı olanların tersine sermaye gazeteleri, sorgulayıcı yayıncılıkla alakaları zayıf olsa da, daima hayli tartışılır bir tarzla iktidar kaynaklı bütçeler sayesinde kurtarıldılar, varlıklarını sürdürdüler. Dolayısıyla ‘gazeteciliğimize bakın, bir de halkın ilgisizliğine bakın’ tarzda bir şikayet dile getirme hakları olduğunu zannetmiyorum. Doğan Yayın Grubu’nu kendi ideolojik cephesine katan iktidarın Demirörenler eliyle Milliyet ve Hürriyet gazetelerini nasıl yoksullaştırdıklarına hepimiz tanık olduk. Türkiye’de medya, habere olan toplumsal ihtiyaçlar nezdinde politik müdahale yoluyla ve zorbalıkla antidemokratik, sahte bir dönüşüme itildi. Medya piyasası, ne salt ekonomik krizlerin etkenleriyle yüzleşecek bir deneyim sahibiydi, ne de editoryal bağımsızlığı (yolsuzluklar, ekonomik sorunlar, güvenlik meseleleri, adalette çifte standart vs) üzerinden sözünü söyleyebildi.”
“Süreç sahte olunca, iktidar ve sermayenin desteğini çektiği bu medya çevresinin, popüler/tabloid yayıncılık dışında bir alanda varlığını sürdürme ihtimali oldukça zayıfladı. Yeni dijital habercilik mecraları özellikle 31 Mart Yerel Seçimleri sürecinde yurttaşı kendisine çekmeyi başardıysa da, -iktidarı uzatmanın yolunun eleştirel medyaya operasyon çekmekten geçtiği Türkiye’de-, iktidar ve yargıdan tetiklenecek otoriter hamlelerle kolaylıkla taciz edilebileceklerini öngörmek güç değil. İktidarın sermaye medyasını kendi ideolojik korosu olarak eşgüdümlü çalıştırabilmesinin tek şartı olan Doğan Grubu’nu iki hamlede (Milliyet 2012; Hürriyet, CNN Türk 2018) çözmesi, yurttaşın reaksiyon olarak kutuplaşmasının nedenlerinden birini oluşturdu. Okurlarını Sözcü gibi gazetelere kaptırarak bu poker oyununu kaybeden bu şımarık medya girişimcilerinin ‘medyada para yok’ serzenişleri sahtekarlıktan başka bir şey değil.”
Önderoğlu’na göre Doğan Grubu’nun el değiştirmesi dışında bir kritik gelişme daha yaşandı: “Son 10 yılda bir kırılma noktası Doğan Grubu’nun içinin boşaltılması olduysa bir diğeri de, satışları sınırlı olsa da, eleştirelliği tek şekilli medya düzleminde daha bir rahatsızlık veren Cumhuriyet, Sözcü, Evrensel, BirGün, Yurt gibi gazetelerin yanı sıra bir takım habercilik sitelerinin, otoriterliğin bir tepkisi olarak, yargı taciziyle meşgul edilmesi, çalışanlarının keyfi şekilde tutuklanması oldu. Bu muamele, Türkiye toplumunun medyanın kendisine ihanet ettiği veya gazeteciliğin kalmadığına kanaat getirmesine neden oldu; kutuplaştırıcı düşmansı siyasetin katalizörünü oluşturdu.”
‘Dönüşüm kaçınılmazdı, bu bir fırsat’
Bianet.org’un Genel Yayın Yönetmeni Demet Bilge Erkasap’a göre medyanın son 10 yıldaki dönüşümü kaçınılmaz bir süreçti:
“Bu 10 yıllık dönem normal koşullarda geçen bir 10 yıl olmadı. Türkiye’de değişim yaşanmayan alan kalmadı. Anayasa değişti, sistem değişti, yasalar değişti… Bir yıl içinde en az 10 kere kırılma noktası olarak tarihe geçebilecek olaylar yaşıyoruz neredeyse. Yani normal seyrinde giden bir 10 yıl olsaydı medyanın değişimi açısından ‘şu olay çok önemliydi’ diyebilirim. Bence yaşadığımız 10 yıldaki her değişim medyanın gidişatını doğrudan etkiledi ve bugünkü sonuca getirdi.”
“Ekonomik sıkıntılar, el değiştiren iktidar ve sermaye yapısı, baskılar, teknolojik gelişmeler derken medya kendini büyük bir değişimin içinde buldu. Bu kaçınılmazdı bir yandan da… Basılı gazeteler dijital dönüşüme uğradı. İlk feda edilen haber oldu ne yazık ki. Muhabir kadroları daraltıldı, özel haberler yerine rutin siyasi gelişmeler manşet oldu, haberciler sahadan çekildi, masa başında görüş gazeteciliğine yönlendirildi. Habere gitmekten vazgeçildi… Haber değeri olmayan metinler ‘tık’lanması için kışkırtan başlıklarla yayına sokuldu. Gerçeği yazanlar milyonlarca ‘tık’ alma kavgası içinde görünmez oldu. Ve sonunda rutin habere, ‘kopyala yapıştır‘a, yorumlara sıkışan bir yayıncılık kaldı geriye.
“Ama şimdi değişim olacağını düşünüyorum. Çünkü tüm yeni mecraların ya da var olanların iddiası daha fazla ‘haber’ vermek. O yüzden umutsuz değilim… Bağımsız internet sitelerinin sayısı arttı. YouTube’da haber kanalı sayısı artıyor. Podcast yayıncılığı görünür ve takip edilir hâle geldi. Ben bu gelişmeleri umut verici buluyorum. Türkiye medyasında bugüne kadar yapılan yanlışlardan kurtulmak için bir fırsat bu. Cinsiyet eşitliğine dayalı, çok kültürlü ve belki çok dilli haber merkezlerinin, yönetimlerin oluşturulması için de fırsat… Ve daha önemlisi habere dönmek için…”
‘Geleceğin medyası bugünden kodlanıyor’
Eskinin ana akım medyasının birçok deneyimli gazetecisi bugün dijitalde yayıncılığı sürdürüyor. Bir yandan da farklı mecralarda, farklı formatlarda, farklı bakış açılarına sahip çok sayıda genç gazetecilik girişimi var. Örneğin dijitalleşmeyle beraber yalan haber ve bilgi kirliliği sorununun artması, teyit ihtiyacını da büyüttü. Türkiye’deki haber doğrulama platformlarının öncülerinden biri olan Teyit.org’un Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Atakan Foça’ya medyanın 10 yıllık dönüşümüyle ilgili düşüncelerini sorduk. Doğruluk Payı ve Malumatfuruş gibi kuruluşlarla birlikte kendilerini “yeni tür yayıncılar” olarak gördüklerini söyleyen Foça, şu ifadeleri kullanıyor:
“Türkiye’nin içinde bulunduğu medya koşullarının pek çok kişi için çaresizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı yarattığı bir dönemde sorumluluk alan, heyecanlı ve bir şeyleri değiştirmek için durmadan çalışan genç gazetecileriz. Geleceğin medyasının bugünden kodlandığının farkındayız. Teyit ile yarattığımız etkinin burada kalmayacağı da açık. Bugüne dek tekrar edilen hatalardan kaçınmaya, yeni yöntemler bulmaya çalışıyoruz. Örneğin, yanlış bilgiyle ilgili çözüm üretmek isteyen kim olursa destek olacağımızı beyan ediyor ve Factory gibi programlar geliştirerek, farklı disiplinlerden insanları bu alanda çözümler üretmesi için teşvik ediyoruz. Bu anlamda evet, Teyit öncü bir kuruluş. Yoldaki çalı, çırpıyı temizleyen, bunu yaparken en büyük hasarı alan ancak ardından gelecekler için de temiz bir yol bırakmaya çalışan bir sosyal girişim.”
‘Kullanıcıların ve okurların talepleri de dönüşüyor’
“Bana kalırsa son 10 yılda tek bir deprem ya da tek bir kırılma noktası yok. İrili ufaklı binlerce aksiyon, karar, yaptırım ve hamle medyanın bu hale gelmesine sebep oldu. Biraz iddialı konuşup, öyle ya da böyle bu sona gelecekti denebilir. Gazetecilerin ve bağımsız medya kuruluşlarının iktidar karşısında yaşadığı kayıplar tabii ki iç burkuyor. Ne var ki, hangi iktidar döneminde Türkiye’de medya özgürdü diyebilirsiniz? Sürekli aynı şeyleri yaşayıp durmamak için çalışıp yeni yayıncılık yöntemleri geliştirmek zorundayız. Bundan sonra, son birkaç yılda yaşananlardan çıkardığımız derslerle ilerlemeliyiz. Gelecekte ikilikler, kavgalar ve çatışmalar üzerine kurulu bir gazeteciliğin, hangi iktidar, hangi gelir modeli olursa olsun tutunamayacağı kanaatindeyim.”
“Medyanın dönüşümünün tek başına kurumlar ve gazeteciler etrafında şekillenmediğinin, kullanıcı ve okurların taleplerinin dönüştüğünün de altını çizmek gerekiyor. İnternetteki yanlış bilgi sorunu bu kadar can yakıcı olmasa Teyit’in büyümesi ve yarım milyondan fazla Twitter takipçisi edinmesi mümkün olmayabilirdi. Yaptığımız işi kaliteli ve tarafsız yapmamızın da çok önemli bir payı var muhakkak. Tüm bunlar kullanıcıların yaşadığı sorunlara doğru çözümler geliştirdiğinizde yeşeren organizasyonlar.”
‘Güvenli alanlardan çıkıp sorumluluk alma zamanı’
“Medyanın dönüşümü hakkında olması gereken oluyor. Şaşırmıyorum, üzülmüyorum da. Bizim için yeni şeyler deneyebileceğimiz müthiş bir alan açılıyor. Oturup medyanın hâline ağlamaktansa, bu alanda yeni girişimler çoğaltmaya çalışan her bir insanı, kurumu takdir ediyorum. Gazeteciliğin eskimiş ve yıpranmış kurumlarından ayrılanlar, atılanlar, sürülenler için bizim gibi organizasyonlar anlaşılması güç, nereden çıktığı belli olmayan, hatta medya sektörünün içinde dahi sayılmayan yeni yetme yerler gibi algılanıyor. Bense aksine, kendi jenerasyonumda, yeni medya girişimleri kuran, etrafına genç gazetecilerden bir ağ ören, kimseyle polemiğe girmeden çalışıp didinen insanların dönüştürücü bir rüzgar yaratacağına inanıyorum. Gören gözler için bu rüzgar eskileri de sürüklüyor zaten.”
“Bu dönüşümü yakalamak isteyen gazetecilerin girişimcilik ve sosyal girişimcilikle yollarının kesişmesini dilerim. 4-5 yıl önce gazetecilerin dijital yöntemleri öğrenmedikleri takdirde sektör dışında kalacakları söylenip duruyordu. Nitekim öyle de oldu. Ana akım dışına düşünce YouTube’u ve geleceğini keşfeden insanlar ortaya çıktı. Türkiye’de medyanın geleceğinde rol almak isteyenler için güvenli alanlardan çıkıp sorumluluk alma zamanı… Ana akım medya, tüketicinin gazeteciliğe duyduğu güveni de kendisiyle birlikte uçurumdan aşağı sürükledi. Yeni jenerasyon gazeteciler için, eskinin hatalarından ders çıkarma ve itibarı tekrar ilmek ilmek örme zamanı. Umarım bu hevesteki insanlarla daha çok yolumuz kesişecek.”
‘Yurttaş haberciliği, sansürü aşma girişimi’
Bugün habercilikte yeni yaklaşım ve girişimlere, Türkiye’nin toplumsal ve coğrafi alanlarının farklı noktalarında rastlamak mümkün. 2013 yılındaki Gezi Parkı eylemleri sırasında kurulan Dokuz8 Haber Ağı’nın Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Biçici şunları söylüyor:
“Yurttaş haberciliği açısından baktığımızda tanım noktasında mutabakata varmak lazım. Dokuz8 Haber açısından tanım şu: Mesleki motivasyon dışında bir motivasyonla yapılan habercilik. Bu eşittir aktivizm demek değil. Aktivizmin ana motivasyon olması gibi bir ön şart yok. Hobi olarak ya da bambaşka motivasyonlarla da yurttaş haberciliği yapılabilir. Oradaki ana nokta şu: Meslek olarak gazeteci olmayanların yaptığı habercilik faaliyeti bu. Türkiye söz konusu olduğunda, sansüre karşı bir direniş biçimi olarak sansürü aşma çabası, haber alma hakkından yoksun kalan yurttaşların doğrudan doğruya bunu talep etmekle yetinmemesi ve haber yaparak sansürü aşmaya çabalamalarının bir ürünü. Bunun üzerinden ortaya çıkan ve yaygınlaşan bir dinamik.”
“Yurttaş haberciliği Gezi eylemleriyle birlikte kitlesel bir temele kavuştu. Bu Gezi ile başladığı anlamına gelmez, öncesi de var tabii ki. Türkiye’nin batısında, özellikle en eğitimli üst orta sınıfların teknolojiyle daha barışık genç nüfusun yurttaş haberciliğine yönelmesi, sosyal medyayı habere erişmek ve haber yapmak için temel bir araç hâline getirmesi Gezi ile birlikte oldu. Çünkü Gezi’de toplum sansür gerçeğiyle yüzleşti. Daha ilerici kesimlerin, aktivistlerin, sendikacıların, LGBTi+ aktivistlerinin, kadın hareketinin dinamiklerinin farkında olduğu sansür gerçeğiyle toplumun en geniş ölçekte yüzleşmesi Gezi ile birlikte oldu. Dolayısıyla Gezi’de bu duruma karşı bir tepki üzerinden yurttaş haberciliği ciddi bir sıçrama yaşadı. Onlarca girişim bu süreçte ortaya çıktı. Bunların içerisinde Dokuz8 Haber en öne çıkan girişim oldu. Aradan geçen 5,5-6 yıldan sonra da Gezi’den doğan ve ayakta kalan tek platform oldu. Bu aynı zamanda Gezi’yi doğru anlamasıyla, yurttaş haberciliğinin sunduğu olanakları da sınırları da doğru anlamasıyla ilgili bir şey. Ama Dokuz8 Haber yurttaş haberciliği yapan bir site değil. Dokuz8 Haber yurttaş haberciliği tabanlı bir haber ağı inşa etmekle birlikte, gazeteciliğin birikimiyle yurttaş haberciliğinin dinamizmini buluşturan ve bu buluşmanın adresi konumunda bulunan yeni bir platform.”
‘Sosyal medyanın kitleselleşmesi kırılma noktasıydı’
“Son 10 yıla baktığımızda sadece medya tarihi açısından değil, daha henüz sonuçları tümüyle ortaya çıkmamış olan, son altı yılda her ne yaşadıysak mutlaka ilintili olan temel kırılma Gezi eylemleridir. ‘Gezi bitti’ diyenler oluyor, hatta Dokuz8 Haber’i de buradan tartışabiliriz, Gezi’nin ürünü olarak ortaya çıktı. Gezi devam etmiyorsa Dokuz8 nasıl devam ediyor? Gezi devam ediyor. Gezi 2013’ten 2015’e kadar parklardı, forumlardı; o eksende ortaya çıkan dinamiklerdi. Sonrasında büyük bir gericilik dönemi yaşadık, 2015’in ilk yarısında başlayıp 2018 yılında hız kesen, ama 31 Mart 2019’a kadar etkisini daha da güçlü sürdüren bir siyasal gericilik dönemi yaşadık. Ve bu, Gezi ile birlikte ortaya çıkan toplumsal dinamiklere karşı büyük bir baskıydı. Onu tasfiye etmeye, geriletmeye yönelik bir çabaydı. Başarılı oldu mu? Olmadı. Başarılı olmadığı için 31 Mart’ta, muhalefet açısından söylüyorum, büyük bir seçim zaferi ortaya çıktı.”
Biçici’ye göre Türkiye’nin kendine özgü dinamiklerinin yanı sıra, medyanın küresel dönüşümü de son 10 yıla damga vurdu. Facebook 2008’de kurulsa da, sosyal medyanın kitleselleşmesi 2010’dan itibaren yaşandı. İnsanlar daha önce medyayla “edilgen” bir tüketici ilişkisi kurarken, sosyal medya ile beraber içerik üreticisi hâline geldiler. Biçici şöyle devam ediyor:
“Teknolojik dönüşüm sürecinin bir parçası olarak düşünürsen, bu bir kırılma. Sosyal medyanın ve sosyal ağların yaygınlaşması, önce etkilemeye sonra giderek biçimlendirmeye başlaması… Tabii bunun sonuçlarının ortaya çıkması yeni yeni oluyor denilebilir. Burada iki boyutu birbirinden ayırmak lazım. Teknolojik dönüşüm, bundan kaynaklı dijitalleşme, bunun ortaya çıkardığı yeni araçlar ve bu eksende bir paradigma değişimi var. Ama Türkiye özeline baktığımızda buna zaman zaman hızlandıran, zaman zaman da önüne engel olan bir politik konjonktür var. Aynı zamanda basın ve ifade özgürlüğüne yönelik en yoğun baskıların olduğu bir 10 yılı yaşıyoruz diyebiliriz. Dolayısıyla bu ikisini birlikte ele aldığımızda daha sağlıklı bir analiz yapmamız mümkün. Evet bir dönüşüm var tamamlanmış değil hala oluşmakta olan bir süreçten bahsediyoruz. O yüzden noktalı virgüllerle konuşmak daha mantıklı bu süreçte.”
‘Dünyada dahi temelleri yeni atılan bir alan’
Sosyal medyanın yükselişiyle beraber, sosyal medya odaklı habercilik girişimlerinin de sayısı arttı. Özellikle Instagram hikâyeleri üzerinden yayın yapan GZT’nin Genel Yayın Yönetmeni Doğukan Gezer, GZT’nin doğuşunu şu sözlerle anlatıyor:
“Dijital medya markalarında genel yanılgının geleneksel kodlarla üretilen içeriklerin teknolojinin sağladığı faydalar ile yayımlanmasında olduğunu düşünüyorum. GZT olarak farkımız, her sosyal medya platformunu anlama ve içerik kodlarına uygun yayıncılık yapma gayesinde olmamız. Instagram bu noktada öne çıkan yanımız oldu; markamızın içeriklerini pazarlayabilecek iyi bir vitrin olarak konumlandı. Instagram’da haber yapma fikri de bu noktada önemliydi. ‘Haberin yeni medyası’ olarak belirlediğimiz hedefe Instagram üzerinden ilerlememiz, hem içerik üreticisi olarak editörler için, hem de yeni medya takipçilerinin haber alma ihtiyacını karşılamak için önemli.”
“Zorlukları oldukça fazla; çünkü dünyada dahi henüz temelleri yeni yeni atılan bir alandayız. Teknik olarak Instagram’ın verdiği sınırların içerisinde kalmak durumunda kalıyorsunuz; bu noktada içerikler de o kalıba giriyor. Kare post atmak, dik story ve IGTV paylaşmak gibi gibi teknik sınırlar da her zaman göz önünde oluyor. Okuyucu deneyimini kısa sürede edindiğimiz tecrübe ile beslemeye çalışıyoruz. Takipçilerin Instagram’da daha çok eğlence için bulunduğunun farkındayız; ancak ekrana baktığı bu kısıtlı alana haberciliğimizi de sığdırmak istiyoruz. Haber tüketme kültürünün bu yönde oluşması için sorumluluk hissediyoruz. Ayrıca etkileşim için önemli olan diğer teknik şartlar da her zaman önceliğimiz. Bir yılı aşkın süredir her post paylaşma saatimiz planlı, story sayılarımız belli, videolarımızın süre aralığı hassas. Bu teknik durumlar da perde arkasında etkileşim başta olmak üzere birçok durumu da etkiliyor.”
“İçeriklerimizin interaktif boyutuna da uzun uğraşlar sonucu yanıt verebilir hale geldik. Sayfaya gelen her yorum, her mesaj bizim için doğrudan incelenmesi gereken bir metin. Burada takipçilerimizle özel ve keyifli ‘DM’ sohbetlerimiz oluyor. Takipçilerimizin yönlendirmeleriyle içerik hazırlayabiliyoruz, her hafta ‘GZT’ye sor’ bölümünde editör kadrosu olarak merak edilen her şeyi açıklığa kavuşturmaya çalışıyoruz.”
‘Markaların yerini kişiler alıyor’
Gezer medyanın 10 yıllık dönüşümünü ise şöyle yorumluyor:
“Bu dönüşümü medya markalarından öte, çağın getirdiği bir durum olarak görüyorum. Sadece medya alanında değil, her alanda bu dönüşümü görüyoruz. Yemek akımlarından izleme alışkanlıklarımıza kadar birçok değişim yaşıyoruz. Medyada da bu yeni mecra markaları doğmaya başladı. Bu dönüşüm tüketicinin sosyal medyaya yönelmesiyle ve bunda diretmesiyle başladı. Takipçiler artık haber için farklı bir platforma girmek istemiyorlar; hatta sosyal medya uygulamaları başka bir uygulamadan görüntü izlenmesine dahi tam olarak izin vermiyor ve kendi altyapısı içinde yayınlatıyor.”
“GZT’nin bu dönüşümde öncü olmak istediği bir farklılığı burada paylaşabilirim: Haberin sosyal medyası olmak. Bu noktada sosyal medya platformlarına bağımlı olmaktan çıkmak ve kendi uygulamamız üzerinden yeni medya yayıncılığı yapmak istiyoruz. Şuan uygulama hazırlık aşamasında; uzun ölçümler sonucu belirli maddeleri önceleyerek hazırladık. Burada okuyucu deneyiminden yola çıkarak haberciliği devam ettirme gayretinde olacağız.”
Son 10 yıl medya alanında olağanüstü gelişmelere tanıklık etmesi açısından bir hayli önemli. Benim dikkatimi çeken içerik üreticisi ve ekran yüzleri olarak markaların yerine kişilerin geçmiş olması. Bir kişini YouTube kanalı üzerinden yaptığı içeriklerle büyük bir televizyon kanalından daha büyük izlenmeye ulaşabiliyor örneğin. Bu dünyada da, Türkiye’de de birlikte oldu. Yine GZT özelinde bu konuya da bakacak olursam haberin sosyal medyası olarak tek bir yüz üzerinden değil, ayakları daha yere basan bir yayıncılık üzerinden ilerlemek istiyoruz. Birçok yeni yüzü ekrana çıkarıyor; içeriklerimize interaktif bir şekilde yeni medya yayıncılık kodlarıyla devam ediyoruz. 2020 de bu noktada GZT için ciddi bir farkındalık yılı olacaktır.”
Yeni mecralar: Podcast
Son 10 yılın en çok konuşulan yeni yayıncılık mecralarından biri podcast oldu. Medyapod ağı editörü ve aynı zamanda Medyapod çatısı altında “Selobant” programını hazırlayan Uraz Kaspar, Türkiye’de “hikâye haberciliğinin” yeni yeni keşfedildiğini, son 10 yılda birbirine benzer içeriklerden sıkılan insanların özgün içeriklere yönlendiğini vurguluyor. “Dolayısıyla farklı formatlarda izleyicinin gözüne ve kulağına hitap edebilmek çok önemli” diyen Kaspar, şunları söylüyor:
“Medya şu anda her şeyi deniyor. Neyi deneyelim? Neyi tüketelim? Yeni ne varsa buna birazcık bulaşıyorlar, ama çok da fazla içine girmiyorlar. Çok yüzeysel yapıyorlar bunu. Çok işin gerçekten kodlarına ve ritüellerine uygun bir şekilde hareket etmiyorlar. Yapmış olmak için yapıyorlar. Podcast açısından bahsedersem, mesela podcast haberciliği yapıyorlar. Şu anda çok yeni bir mecra Türkiye’de podcast haberciliği ama dünyaya baktığımız zaman, özellikle Amerika ve İngiltere’ye baktığımızda, oradaki yayınlarla buradaki yayınları karşılaştırırsak arada dağlar kadar fark var. Podcastin geçmişi 20 seneye yaklaşıyor, Türkiye’de ise ancak bir senedir ciddi bir şeyler yapılıyor. Daha kat edilmesi gereken çok yol var. Buradaki en önemli şey şu sürdürülebilir olmak. Yani insanlar bir yayına başlıyor, o yayına başladıktan 3-5 ay sonra istedikleri rakamları elde edemeyip vazgeçiyorlar. Herkes başlıyor ve vazgeçiyor. Ortalık bir ara YouTube kanalları çöplüğüne dönmüştü, yakın bir zaman içerisinde de podcast çöplüğüne dönecek. O yüzden burada birazcık yatırım yapan doğru podcasterleri, doğru içerik üreticilerini bulan ve doğru yatırımlarla doğru mecralara ulaşan yayıncılar kazanacak diye düşünüyorum.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – 2010’LU YILLARA DAMGA VURAN 8 TEKNOLOJİ SKANDALI