Dosya

Arif Oruç: İlk “muhalif gazeteci”

Arif Oruç, 1913 yılında Tanin gazetesinde muhabirliğe başladığında 20 yaşındaydı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İstanbul’daki yabancı işgal güçlerinin sansürüyle mücadele etti. Ardından Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazıları ve haberleriyle tanındı. “Dünyanın Fukara-i Kasibesi, birleşiniz” sloganıyla mücadelesi giderek sol siyasete kaydı. Yönettiği Yarın gazetesinin tirajı, o gün için çok büyük bir miktar olan 80.000 adete ulaşacaktı.

Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından yaklaşık 30 yıl boyunca Arif Oruç, “muhalif gazeteci” kimliğini şahsında somutlaştırdı. İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde yolsuzluk, rüşvet ve sıtma salgını gibi netameli konuları yazınca defalarca hapse girdi. Demiryolu işçilerini greve çağırdığı yazısı ve bir hilafet kongresinin toplanacağı haberi gibi nedenlerle gazeteleri kapatıldı. 

Tam 74 yıl önce yaşamını yitiren Arif Oruç’un “çileli” hayatını hatırlıyoruz.

Arif Oruç, 1893 yılında babasının memuriyeti nedeniyle Elazığ’da dünyaya geldi. Babası, Elazığ Vilayet Matbaası Müdürü ve vilayet mektupçusu Ahmet Efendi’ydi. 

Arif Oruç, idâdî (lise) eğitiminin ardından gazeteciliğe henüz 20 yaşındayken, 1913 yılında Tanin gazetesinde muhabir olarak başladı. Tanin’i 1914 yılında iktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti satın alınca gazete, resmen partinin malı oldu. Arif Oruç, aynı yıl Tanin’den Tasvir-i Efkâr’a geçti. Bir süre de burada çalıştıktan sonra Sabah gazetesine geçiş yaptı ve Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da siyasî muhabir olarak çalışmaya başladı. Arif Oruç, aynı dönemde Osmanlı Devleti’nin Askeri Ataşesi sıfatıyla Sofya’da görev yapan Mustafa Kemal ile de tanıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı ile müttefik olan Bulgaristan’da yayın yapan Sofya merkezli Türk Sadası isimli gazetenin sermuharriri (başyazar) idi.

Arif Oruç, Bulgaristan’dan döndükten sonra eski gazetesi Tasvir-i Efkâr’a yeniden girdi.

Aynı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmış, başkenti İstanbul; İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerince işgal edilmişti. Basının ve hükûmetin merkezi olan Babıali de İngiliz askerlerinin fiili işgali altındaydı. Arif Oruç, böylesine güç bir dönemde Tasvir-i Efkâr gazetesinin ‘İstihbarat Heyeti Müdürlüğü’nü üstlenirken, işgal güçlerinin baskılarına göğüs germek durumunda kaldı. 

Bu dönemde Arif Oruç, her şeye karşın Anadolu’daki Milli Mücadele’yi desteklemekten geri durmadı. Yunan ordusunun İzmir’i işgal etmesinden kısa bir süre sonra Aydın’a giderek, Yunan işgaline karşı gerilla savaşı veren Aydınlı efeleri haberleştirdi.

Mütareke yıllarında ‘İslamî-Bolşevizm’e kayış

16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgal edilmesi, Arif Oruç gibi Milli Mücadele’yi destekleyen insanların İstanbul’da barınma koşullarını güçleştirdi. Pek çok gazeteci, siyasetçi, aydın, asker ve sivil bürokrat tutuklanarak kafileler halinde Malta’ya sürülüyordu. Tutuklananların içinde Tasvir-i Efkâr gazetesi sahibi Talha Ebüzziya da vardı. Arif Oruç, bu gelişmeler üzerine işgal altındaki İstanbul’dan ayrılarak Ankara’ya geçti.

Arif Oruç, Rusya’da 1917’de yapılan Ekim Devrimi’nin yarattığı atmosferden etkilenerek Bolşevizm’e sempati duymaya başladı. Kendisini “İslamî-Bolşevik” olarak tanıtan, ordu ve Büyük Millet Meclisi (BMM) içinde kendine belli ölçüde taraftar bulan Yeşil Ordu Cemiyetine üye olan Arif Oruç, 1920 yılının eylül ayında “Seyyare-i Yeni Dünya” adıyla bir gazete yayımlamaya başladı. Gazetenin adı, Bakü merkezli yayımlanan komünist görüşteki Yeni Dünya gazetesi ile Çerkes Ethem komutasındaki Kuvayi Seyyare’nin isimlerinin eklektik bir birleşimiydi. 

Bu gazete, Karl Marx’ın “Dünyanın bütün işçileri, birleşiniz” sözünden esinlenerek “Dünyanın Fukara-i Kasibesi, birleşiniz” sözüyle çıkıyordu. Merkezi Eskişehir’de bulunan gazete bir süre sonra Ankara’ya taşındı ve gazetenin başına Arif Oruç’un yerine Denizli Mebusu Hakkı Behiç (Bayiç) Bey geçti.

Arif Oruç ilk kez sanık sandalyesinde

1920’nin sonlarında yaşanan bir dizi gelişme, hem Seyyare-i Yeni Dünya’nın sonunu getirmiş, hem de Arif Oruç’u sanık sandalyesine oturtmuştu. 

1920’nin aralık ayında BMM Hükûmeti, düzenli orduya geçiş kararı alarak Kuvayi Milliye güçlerini tasfiyeye girişti. Çoğu Kuvayi Milliye birliği düzenli orduya geçişi kabul ederken, Çerkes Ethem komutasındaki Kuvayi Seyyare birlikleri direndi. Bu gelişme üzerine Çerkes Ethem güçlerine yönelik olarak tenkil (bastırma) harekâtı başladı. 

Aynı günlerde Çerkes Ethem ile ilişkili olduğu gerekçesiyle Yeşil Ordu Cemiyeti kapatıldı. Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) lideri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı, Trabzon’un Sürmene ilçesi açıklarında hâlâ tam olarak aydınlatılamamış bir siyasî cinayete kurban gitti. 21 Mart 1921’de ise BMM’de Bolşevizm’e sempati duyan Halk Zümresi’nden Tokat milletvekili Nazım Resmor (Öztelli), Bursa milletvekili Şeyh Servet (Akdağ) ve Afyon milletvekili Mehmet Şükrü Bey’in (Koç) dokunulmazlıkları kaldırıldı.

Bu gelişmeler, Bolşevizm’e sempati besleyen ve bunu gizlemeyen Arif Oruç’un aleyhineydi. Arif Oruç’un demiryolu işçilerini greve çağırdığı bir yazısı nedeniyle kapatılan gazetenin rotatiflerine el konuldu ve bu baskı makineleri BMM hükûmetinin yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye’ye devredildi. 1921 yılının ocak ayında tutuklanan Arif Oruç, dört ay hapiste kaldıktan sonra Mayıs 1921’de tahliye edildi.

Tahliyesinden sonra gazeteciliğe ara verdi

BMM hükûmetinin 1921 yılı ortalarından itibaren tavır değiştirmesi ve Bolşevik faaliyetlere yeniden izin vermesi, içlerinde Bolşevik eski mebus ve İçişleri Bakanı Nazım Resmor’un da bulunduğu sosyalistlerin cezaevinden çıkmaları, Arif Oruç’a gazetesini yeniden yayımlaması için cesaret verdi. 

1921’in kasım ayında Seyyare-i Yeni Dünya’yı “Yeni Dünya” adıyla yeniden yayımlamaya başladı. Bu gazete, 1922 yılının ortalarına dek yayın yaşamını sürdürdü. Arif Oruç, Büyük Taarruz’dan önce BMM’nin denetimindeki Antalya’ya giderek Yeni İzmir gazetesini yayımlamaya başladı. Buradaki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı desteklemeye devam eden Arif Oruç, 1923 yılında İzmir’e giderek Yeni Turan gazetesini çıkardı.

Yeni Turan gazetesinin ömrü de tıpkı Yeni Dünya gibi kısa olmuştu. Halifeliğin kaldırılmasından sonra Yeni Turan’da yayımlanan bir haber, gazetenin sonunu getirdi. Büyük bir hilafet kongresinin toplanacağı haberi manşetten verilmişti. Gazete kapatılmış, sahibine de hapis ve para cezaları verilmişti.

Arif Oruç, 1926 yılında Reis-i Cumhur (Cumhurbaşkanı) Mustafa Kemal’e (Atatürk) İzmir’de yapılmak istenen ve son anda açığa çıkarılan suikast girişimiyle ilişkilendirilerek tutuklandı. Ankara’da görülen davada tutuklu yargılanan Arif Oruç, hakkındaki tüm suçlamalardan aklanarak serbest bırakıldı

Ancak, 1925’teki Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, pek çok muhalif gazeteci gibi Arif Oruç için de devasa bir engel olarak duruyordu. Nitekim, tahliyesinden sonra İstanbul’a yerleşen Arif Oruç, gazeteciliğe bir süre ara vermek zorunda olduğunu hissetti. Son Saat, Milliyet, Vakit ve Cumhuriyet gazetelerinde Ayhan mahlasıyla tarihî tefrikaları yayımlandı.

Arif Oruç, 1929 yılında Yarın gazetesini çıkararak gazetecilik mesleğine geri döndü. İlk sayısı 6 Aralık 1929’da yayımlanan gazete, iktidardaki İsmet (İnönü) Paşa hükûmetinin amansız bir muhalifiydi. Gazete, “kurucu ve kurtarıcı lider” olarak nitelendirdiği Mustafa Kemal’e karşı sert eleştirilerden kaçınırken, mızrağının sivri ucunu İsmet Paşa’ya yöneltiyordu. Gazete, Takrir-i Sükun Kanunu’nun kaldırılmasıyla oluşan ılımlı havada yayın yaşamına başlamış, bir süre bu ılımlı hava içerisinde yayınını sürdürmüştü. Ne var ki 1931 yılında çıkarılan Matbuat Kanunu, bu havayı ortadan kaldırıverdi. 

Arif Oruç’un Yarın gazetesi, partinin yayın organı gibi algılandı

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci muhalefet partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF), Mustafa Kemal’in onayıyla 17 Ağustos 1930’da kuruldu. Partinin genel başkanı, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı, eski başbakan Ali Fethi Bey’di (Okyar). Partinin kuruluşu, muhalif çevrelerde büyük bir coşku uyandırdı. 

SCF, liberal ekonomiyi ve düşünce özgürlüğünü savunan, merkez sağ çizgide bir partiydi. Komünist olarak bilinen Arif Oruç, buna rağmen tek parti iktidarına karşı esaslı bir seçenek olarak gördüğü SCF’yi gazetesi ile birlikte destekledi. Liberal bir parti olan SCF’ye desteğinin altında, Başbakan İsmet Paşa’ya karşı duyduğu hoşnutsuzluk yatıyordu. 

Türkiye, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın yoğun etkisi altındaydı. Kimi yetkililer hakkında çıkan yolsuzluk söylentileri ve günden güne güçleşen yaşam koşulları, hükûmete karşı muhalefeti körüklüyor, bu muhalefetin başını da Yarın’daki yazılarıyla Arif Oruç çekiyordu. Takrir-i Sükun’un yürürlükten kaldırılmakla birlikte gazeteciler üzerindeki psikolojik etkisini sürdürdüğü bir ortamda hükûmeti son derece sert bir biçimde eleştiren Yarın’ın tirajı, 80.000 gibi o günkü Türkiye için muazzam bir sayıya ulaşmıştı. 

Yarın’da SCF haberlerine geniş yer verilirken, yolsuzluk ve rüşvet haberleri de kendine epeyce yer bulmuştu. Gazete, ekonomik bunalımın olumsuz biçimde etkilediği halkın sıkıntılarını da sayfalarına taşıyarak dikkat çekti. Muhalefet partisi SCF’nin bir yayın organına sahip olmaması, SCF’yi açıkça destekleyen Yarın’ın SCF’nin yayın organı gibi algılanmasına yol açacaktı. SCF yöneticilerinden Ahmet Ağaoğlu, ilerleyen yıllarda kaleme aldığı anılarında bu durumun partiyi olumsuz etkilediğinden söz edecekti.

“Heyecan uyandırıcı yayın” yaptığı için tutuklandı

1930 yılının sonlarında yaşanan bir dizi gelişme, Yarın’ın da sonunu getirdi. Gittikçe şiddetlenen siyasi gerilim, SCF’nin kendini feshetmesine yol açtı. Parti lideri Ali Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da partiyi feshetti. 23 Aralık 1930’ta ise bir grup köktendinci, İzmir’in Menemen ilçesinde şeriatçı bir ayaklanmaya girişerek Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile iki mahalle bekçisini katletti. 

SCF ve Menemen olayları, hükûmetin politikalarını sertleştirdi. 25 Temmuz 1931’de kabul edilen Matbuat Kanunu, muhalif basının aleyhine bir baskı ortamını beraberinde getiriyordu. Bu ortamda Yarın’ın ömrü de kısa oldu. Gazete 1931’de son sayısını çıkararak kapandı.

Yarın gazetesine, yayın hayatı boyunca birçok dava açıldı. Arif Oruç’un yanı sıra, gazetenin yazarlarından Şemsettin Ertuğrul ve Süleyman Tevfik de davalarla ve hapis cezalarıyla karşılaştı. İlk dava, 6 Nisan 1930’da Arif Oruç’un “heyecan uyandırıcı yayın yapması” gerekçesiyle tutuklanmasıyla sonuçlanmıştı.

7 Nisan 1930’da Şemsettin Ertuğrul, “Bizi men edemezsiniz!” başlıklı bir makale yazarak duruma tepkisini gösterdi. Bu yazısı nedeniyle ifadesi alınan Ertuğrul, 22 Nisan 1930’da tutuklandı ve 6 ay cezaevinde kaldıktan sonra 4 Ekim 1930’da beraat etti. Gazete, yeni bir sorumlu müdür atanarak faaliyetlerine devam etti. O dönemde hakkındaki dava sayısı 17’ye ulaştı. Ayrıca, “sıtma” hakkında kaleme alınan bir yazı nedeniyle Sağlık Bakanlığı, şirket yolsuzluklarına dair iddialar nedeniyle ise Maliye Bakanlığı tarafından sürekli davalar açılmaya devam etti.

Arif Oruç’un tutuklanması İngiliz gazetesinde

Tutuklu olduğu süre zarfında Arif Oruç’un “***” mahlası ile yazılarına devam ettiği görülür. Yarın ile gelişmeler dış basının da gündemindedir. 6 Nisan 1930 tarihinde “Türk Gazeteci Tevkif Edildi” başlığıyla İngiltere’deki Times gazetesi, hükûmete karşı muhalif bir tavır almış olan Yarın gazetesinin sahip ve başmuharriri Arif Oruç’un “efkâr-ı umumiyeyi karıştırmak üzere hesap edilmiş makaleler neşretmekle itham edildiğini” aktarmıştır. 

7 Nisan 1930’da ise “Türkiye’de matbuat” başlıklı yazısında Times, sahibi tutuklanmasına rağmen yayına devam eden Yarın gazetesinin,  o dönemdeki Türkçe basına yansıyan çevirisiyle; “hükûmeti, hoşnudiyeti mucip olmiyacak surette tenkit etmeye” devam ettiğini bildirir. 18 Mayıs 1930 tarihinde serbest bırakılan Arif Oruç, “Millet meclisinin manevi şahsiyetini tahkir etmekten dolayı” Maliye Bakanı Şükrü (Saraçoğlu) Bey tarafından hakkında açılan dava için Ankara’ya hareket etmek zorunda kalmıştır. 19 Mayıs 1930’da Şemsettin Ertuğrul Bey ise 3 sene 10 gün ağır hapisle cezalandırmıştır. 

Önemli hukukî süreçlerden biri, İzmit Valisi Eşref Bey’e yönelik yayımlanan “Dayak Ziyafeti” isimli yazı ve karikatür nedeniyle Yarın gazetesi aleyhine açılan davadır. Bu yayın, 12 Kasım 1930 tarihinde yapılmış ve “genel ahlaka aykırılık” iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Dava sonucunda, gazetenin sahibi Arif Oruç’a 1 yıl 3 ay 15 günlük hapis cezası ve 312 liralık para cezası verilirken, ileri yaşı (65’in üzerinde) göz önünde bulundurularak “Baba” lakaplı sorumlu müdür Süleyman Tevfik Bey’e 7 ay 1 günlük hapis ve 222 liralık para cezası uygun görülmüştür. Bunun yanı sıra, Süleyman Tevfik Bey’in 3 Aralık 1930’da kaleme aldığı “Kel başa şimşir tarak” başlıklı yazısından dolayı Adalet bakanlığı, “Türklüğe hakaret” gerekçesiyle soruşturma talep etmiştir. Arif Oruç ise kefalet karşılığında 6 Mayıs 1931’de özgürlüğüne kavuşmuştur.

İktidara yakın gazetecilerle “Ali Kemal” polemiği ve saldırılar

Arif Oruç, 1931 yılının yaz aylarında Yunus Nadi, Falih Rıfkı ve Ali Naci beyler gibi hükûmete yakın isimlerle sert tartışmalara girdi. Oruç, bu isimleri hükûmetin güdümünde hareket ederek gerçekleri çarpıtmakla suçluyordu. 

Polemiğe girdiği bu isimler, gazeteci sıfatlarının yanında milletvekili sıfatını da taşıyordu. Cumhuriyet gazetesinin sahibi Yunus Nadi Muğla, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı ise Bolu milletvekili idi. Bu tartışmada gazeteler, İstanbul ve Ankara basını olarak bölünmüştü. İstanbul basınında muhalif, Ankara basınında ise iktidar yanlısı gazeteler vardı. Ankara basınındaki gazeteler, İstanbul basınını “Ali Kemal muhalefeti” yapmakla suçluyordu. Muhalefetin başını çeken Arif Oruç da, Mütareke yıllarında Kurtuluş Savaşı aleyhine yazdığı yazılarla tanınan, Büyük Taarruz’dan sonra İzmit’te linç edilerek öldürülen eski Peyam-ı Sabah sermuharriri ve Damat Ferit Paşa’nın İçişleri Bakanı Ali Kemal’e benzetiliyor, “Sonun Ali Kemal gibi olur” denilerek tehdit ediliyordu.

Yarın’a yönelik saldırılar, tehditlerle sınırlı kalmadı. Yarın yazarı Burhanettin Ali, 11 Nisan 1931’de 2 kişinin saldırısına uğradı. Arif Oruç ise 3 Ağustos 1931’de saldırıya maruz kaldı. Matbuat Kanunu’nun TBMM’deki görüşmeleri sırasında Urfa Mebusu Ali Saip Bey de Arif Oruç’u “hain ve dolandırıcı,” muhalif gazetecileri “Yahudi işbirlikçisi,” “Ermeni misyoneri,” “Rum yandaşı” gibi ifadelerle hedef alarak adeta bu saldırıları meşrulaştırıyordu.

Bu koşullar altında Arif Oruç, 11 Ağustos 1931 tarihli yazısında gazeteciliği bıraktığını duyurdu. 19 Ağustos’ta ise Yarın gazetesi yayınına son verdi.

Arif Oruç, Yarın kapanınca ne yaptı?

Yarın gazetesinin yayınına son vermesinin ardından Arif Oruç, her ne kadar gazeteciliği bıraktığını açıklasa da Eylül 1931’de Mücadele gazetesini yayımlamaya başladı. Gazetenin ilk sayısı, çıkar çıkmaz yasaklandı. İktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) faşizan görüşleriyle tanınan genel sekreteri Mehmet Recep Bey (Peker), parti örgütlerine gönderdiği yazıda Arif Oruç ve diğer Yarın çalışanlarının Mücadele’yi paravan olarak kullandıklarını, “milli varlık, milli birlik ve milli inzibat fikirlerini tahribe çalışan vasıtalar” olduklarını iddia etmiştir.

Mücadele’nin de yasaklanmasının ardından Arif Oruç, gazetecilik mesleğinden uzaklaşarak farklı işlerde çalışmaya başladı. Lokantacılık ve ayakkabıcılık gibi işlerde çalışan Arif Oruç, bu işlerde başarıya ulaşamayınca yeniden gazeteciliğe döndü.

Yeşil Ordu Cemiyeti’nin kapanmasından sonra siyasetten uzak kalan Arif Oruç, 1931 yılında “Layık Cumhuriyetçi İşçi ve Çiftçi Fırkası” adıyla yeni bir parti kurma girişiminde bulundu. Partinin beyannamesi, 22 Haziran 1931’de Yarın gazetesinde yayımlandı. Ancak, partinin kuruluşu için hükûmetten izin çıkmayınca bu girişim akamete uğradı.

Yasadışı biçimde Bulgaristan’a sürüldü

Arif Oruç, 1933 yılında “irticayı desteklemek” ile suçlanarak İstanbul’da gözaltına alınmış, hakkında hiçbir mahkeme kararı olmamasına rağmen Bulgaristan’a sürülmüştü. Eski gazetesi Yarın’ın yayınını Paris ve Sofya’da broşür, Bulgaristan’ın Şumnu kentinde ise gazete olarak sürdürdü. Gazetecilik faaliyetlerinin dışında, Şumnu Medresesi’nde müderrislik yapıyordu. Politik bir sürgün olarak muhalefetine Bulgaristan’da da devam ediyordu.

Türkiye’den sürüldükten sonra da Oruç’un faaliyetlerinin özel olarak izlendiği söylenebilir. Zira 18 Haziran 1933 tarihinde, “Reis-i Cumhur Mustafa Kemal” imzasıyla yayımlanan bir kararnameyle “Türk inkılâbı aleyhtarlarından Arif Oruç tarafından Paris’te bastırılan ‘Yarın kurtuluş neşriyatı’ adıyla hiçbir gazete, broşür, kitap vesairenin memlekete sokulmaması” emrediliyordu. 

Yapılanlar bununla da sınırlı kalmayacak, bir süre sonra Arif Oruç’un Bulgaristan’da kalması da sakıncalı görülecekti. 19 Mayıs 1934’te Bulgaristan’da gerçekleşen askeri darbenin ardından Arif Oruç, Türkiye’nin talebiyle Bulgaristan’dan sınırdışı edildi. Yeni durağı Yugoslavya’ydı ve burada üç yıl kalacak, ardından Türkiye’ye dönecekti.

Arif Oruç Türkiye’ye döndüğünde tutuklandı

Arif Oruç, 4 yıllık bir sürgün döneminin ardından 17 Ağustos 1937’de Türkiye’ye döndü. Sürgünden döner dönmez tutuklanan Arif Oruç, Bulgaristan’da kurulan “Yeni Türkiye Kurtuluş Cemiyeti” isimli örgütün faaliyetleri ve sürgün yıllarında Bulgaristan’da çıkarmaya devam ettiği Yarın gazetesinin Arapça broşürleri nedeniyle yargılanmaya başladı. Hakkında istenen ceza idamdı. Ancak kısa bir yargılamanın ardından beraat etti ve özgürlüğüne kavuştu.

Arif Oruç’un sonraki yaşamı, önceki yıllara göre daha sâkindi. Politik gazetecilikten uzaklaştı. Yine eskisi gibi tarihî tefrikalar yazmaya girişti. Son Posta ve Tasvir gazetelerinde “Ayhan” mahlasıyla tarihî ve edebî tefrikaları yayımlandı. 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de beliren demokratikleşme eğilimi, çok partili sisteme geçiş ve muhalefetin nefes almasına olanak tanıyan yeni atmosfer, “muhalif gazeteci” Arif Oruç‘a ilham verdi. 1946 yılının kasım ayına kadar tarih ve edebiyat alanında yazılar kaleme alan Oruç, bu tarihten sonra tekrar siyasi gazetecilik kariyerine geri döndü. Basın Kanunu’ndaki yumuşamanın ardından, bir zamanların etkili muhalif gazetesi Yarın’ı 1946’nın son aylarında yeniden okuyucuyla buluşturdu. Ancak gazete, çok partili dönemde de uzun soluklu bir yayın hayatı sürdüremedi.

Arif Oruç, 8 Eylül 1947’de İstanbul Valiliği’ne Milliyet adında yeni bir siyasi gazete çıkarmak için başvuruda bulundu, fakat talebi reddedildi. İlginç bir sürprizle, Milliyet gazetesi daha sonra Oruç’un eski rakibi Ali Naci Karacan tarafından kuruldu. Hayatının son döneminde, bir zamanlar kendisi hakkında “Vatan haini Arif Oruç” afişleri astıran Karacan ile buzları eriten Oruç, Milliyet’te tarihî yazılar yazmaya başladı. Son eseri olan “Fatih Sultan Mehmet” adlı tarihî tefrikası da aynı gazetede yayımlandı.

“Çile içinde yaşadı, çile ve nisyan içinde öldü”

Arif Oruç, gazeteciliğinin yanı sıra siyasi arenada da varlık gösterdi. Çok partili sisteme geçişle birlikte, 19 Eylül 1948’de Nedim Celal Çelebi, Nureddin Kırlı ve İbrahim Vefik Belendir ile birlikte Müstakil Sosyalist Parti’nin kurucu kadrosunda yer aldı. Ancak parti, henüz örgütlenme aşamasındayken Oruç’un beklenmedik vefatıyla dağılma sürecine girdi.

Hayatı boyunca davalar, sürgünler ve çeşitli saldırılarla mücadele eden Arif Oruç, 9 Ekim 1950’de İstanbul’da hayata gözlerini yumduğunda 57 yaşındaydı. İlginç bir şekilde, bir zamanlar amansız rakibi olan Milliyet gazetesi sahibi Ali Naci Karacan, ertesi gün gazetesinde Oruç için şu satırları kaleme aldı:

  • Arif Oruç, bu memleketin siyasî tarihi yazılırken unutulmayacaktır. Millî harekâta yalnız kalemiyle değil, silâhiyle katılan, cephelerde düşmana kurşun atan Arif Oruç, vatan vazifesini başardıktan sonra siyasî hayata atılmış, idare sistemindeki fena gidişi, tenkid etmiş, tutulan yolun kötü bir yol olduğunu korkmadan haykırmıştır. O zamanlar Başbakan olan İsmet İnönü’ye karşı açtığı mücadele, yaptığı hücumlar, onun siyasî hayatının en temiz ve güzel örneklerindendir. 
  • Arif Oruç, çok genç öldü. Hapishanelerin rutubetli ve zehirli havası, muhtelif ameliyatlar, hastalıklar onu harap etmişti. Hastalığına rağmen fikrî ve siyasî mücadelede yine demir gibiydi. Arif Oruç’un hamuru çile ile yoğrulmuştur. O çile çekmek için yaratılmıştır. Çile içinde doğdu, çile içinde yaşadı, çile ve nisyan içinde ölmüştür.
Kaynaklar

“Arif Oruç’un Hal Tercümesi”, Milliyet gazetesi, 11 Ekim 1950

“Arif Oruç Türkiye’ye geldi”, 19 Ağustos 1937, Akşam gazetesi 

“İki dava!”, 13 Mayıs 1930., Yarın gazetesi

“Matbuatın yolu”, 14 Mayıs 1931, Yarın gazetesi

“Efendiler ayıp!”, 30 Mayıs 1931, Yarın gazetesi

“Fırka Programını neşrediyoruz!”, 22 Haziran 1931, Yarın gazetesi

“Yarın- neşriyatını tatile karar verdi”, 19 Ağustos 1931, Yarın gazetesi

“Civanmert olmağı bilmelidirler!”, 4 Ağustos 1931,  Yarın gazetesi

“Rejimin kanını emenler”, Yarın gazetesi, 29 Haziran 1931

“Allaha ısmarladık”, Yarın gazetesi, 11 Ağustos 1931

“Arif Oruç (1893/94-1950) ve Yarın Gazetesi”, Atatürk Ansiklopedisi

Mesut Ballı, “Türkiye’de muhalefet basını: Yarın gazetesi” (Yüksek lisans tezi) Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı, 2008.

Sema Baykoz, “Arif Oruç’un hayatı ve eserleri üzerine bir inceleme” (Yüksek lisans tezi) Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 2019

“Matbuatın Mertliği”, Yarın gazetesi, 12 Nisan 1931

Kısmet Kesim Ovat, “Yarın Gazetesi Baş Muharriri Arif Oruç’un Fikir Hayatı” (Yüksek lisans tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, 2004.

“Bizi Men Edemezsiniz”, Yarın gazetesi, 7 Nisan 1930.

“Mahkum Oldu”, Yarın gazetesi, 1 Şubat 1931.

Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar I (1908-1925)”, 2. Basım, BDS yayımları, , 2000.

Mete Tunçay, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931)”, 3. Basım, Cem Yayınevi, 1992.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

Hasan Fehmi Bey: Öldürülen ilk gazeteci, şeyhülislamın yolsuzluklarını ifşa etmişti

Ali Naci Karacan: Araştırmacı gazeteciliğin öncüsüydü, medya patronu oldu

Deli Nizam: Kalemi sapan gibi kullanan gazeteci

Türkiye’de ilk gazete grevini 123 yıl önce dizgiciler başlatmıştı

Umut Ergüven

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nde 2012-2017 yılları arasında öğrenim gördü. Cumhuriyet gazetesi, Etkin Haber Ajansı ve yerel Taka gazetesinde muhabir olarak çalıştı.

Journo E-Bülten