Dosya

Basın tarihimizden 120 yasaklı söz: Grev, tahtakurusu, dinamit, cumhuriyet…

İkinci Abdülhamid'in yasaklattığı sözcüklerden başlıkta geçen dördü hakkında bir çizim üretmesini istediğimizde DALL-E modelinin yaptığı tasarım. Bu yapay zekâ modelinin henüz başarıyla oluşturamadığı yazıları biz el yordamıyla ekledik.

Türkiye’de son 150 yılda yasaklanan, haberlerde kullanıldığında gazetelerin kapatılmasına, gazetecilerin hapsedilmesine neden olan sözlerden 120’sini derledik. Bu kez basın tarihimizi, sansürlenen yasaklı kelimelerle hatırlıyoruz.

Türkiye’de sansür, akla önce İkinci Abdülhamid’i getirse de bu padişahla başlayıp bitmemiştir. İktidar sahipleri, ilk Türkçe özel gazete olan Tercüman-ı Ahval‘in kurulduğu 1860 yılından günümüze dek zaman zaman bazı sözcüklerden korkmuş, gazeteleri ve gazetecileri susturmaya çalışmıştır.

Sultan Abdülaziz devrindeki eğitim politikalarını eleştirince 2 hafta ceza alan Tercüman-ı Ahval, Türkiye’de kapatılan ilk gazete olarak basın tarihimize geçmişti. Abdülaziz’in ardından tahta çıkan İkinci Abdülhamid’in 1878-1908 arasında ülkeyi demir bir yumrukla yönettiği İstibdat (Despotluk) Devri’nde ise bu tür olaylar sıradanlaştı, sansür kurumsallaştı.

İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de yer yer yoğunlaşacak sansür ve cezalandırmalar, çoğunlukla bir fikrin seslendirilmesine karşı uygulanıyordu. Bununla birlikte zaman zaman belirli bir sözcüğün veya sözün kullanılması da yaptırımlara neden oldu. Yasaklı sözcükler ve sözler açısından sansür tarihimizi şöyle özetleyebiliriz:

İkinci Abdülhamid dönemi (1876-1909): Hürriyet, burun, istibdat… 

Hıfzı Topuz‘un 1973’te yazdığı ‘100 Soruda Türk Basın Tarihi’ne göre, Abdülhamid’in sansür memurlarının elinde yazılı bir kural kitabı olmasa da örneğin şu 40 kelimenin kullanılması yasaklanmıştı:

  • Grev, suikast, ihtilâl, anarși, sosyalizm, dinamo, dinamit, infilâk, kargaşalık, hâl (hükümdarın tahttan indirilmesi), kıtal (vuruşma), Kanun-i Esasi (anayasa), hürriyet, vatan, müsavat (eșitlik), Bosna, Hersek, Makedonya, Girit, Kıbrıs, Yıldız (Abdülhamid’in kaldığı Yıldız Sarayı’nı çağrıştırdığı için), büyük burun (Abdülhamid’in burnunu çağrıştırdığı için), kardeş, Murat (Abdülhamid’in rakibi sayılan kardeşi, veliaht sultan Murat’ı andırdığı için), istibdat, beynelmilel (uluslararas1), veliaht, cumhuriyet, mebuslar, Ayan azası (Abdülhamid’in dağıttığı Osmanlı Ayan Meclisi’nin üyeleri), bomba, Mithat Pașa, Kemal Bey (özgürlükçü fikirleri savunan Namık Kemal), inkılâp, tahtakurusu (yanlışlıkla “tahtı kurusun” diye okunabileceği için), “O = AH” (kimyayla ilgili yazılarda geçen bir formül olsa da “Sıfır eşittir Abdülhamid” olarak da algılanabileceği için), hasta (Avrupa’nın Osmanlı’ya taktığı “hasta adam” lakabını çağrıştırdığından) vd.

Topuz’un verdiği listenin sonundaki v.d. (ve diğerleri) ifadesinin de gösterdiği gibi sansürlenen ifadeler bu sözlerle sınırlı değildi. Liste uzayıp gidiyor, sansürlenecek sözlerin tam listesini aslında kimse, hatta sansürcüler bile bilmiyordu.

Ahmet Rasim 19. yüzyıl sonunun ünlü sansür memuru Hıfzı Bey ile arasında geçen bir konuşmayı anlatırken üstteki listede olmayan 6 sözü daha anıyor. Diyalog şöyle:

— Biz yazdığımız yazılarda zâtıâlinizin çizeceğinizi bildiğimiz kelimeleri kullanmıyoruz. Biliyoruz ki vatan, millet, hürriyet, ihtilâl, cinnet, mecnun, yıldız, intihar, zehir vs. birçok kelimeler yazılmaz. Fakat sansürden gelen provalarda her seferinde başka başka kelimeler, cümleler görüyoruz ki çizmișsiniz. Bazen yarım sütunu, bir sütunu kaldırıyorsunuz. Bunların ne gibi şeyler ve ne türlü fikirler ve manalar olduğunu lütfedip söyleseniz de boş yere yazmasak ve sizi de yormasak.

— Onu ben de bilmem. Yalnız size şu kadarını söyleyeyim ki siz anlayınız: Siz hangi yazınızı en çok beğenerek yazarsanız, “Oh, ne güzel oldu” derseniz, benim onu çizeceğimi biliniz…

Yasaklı söz listesi uzuyor: Parlamento, cumhur, demokrat…

Ali Seyid’in “Resimli Kamus-i Osmanî” adlı Osmanlıca sözlüğünde, Abdülhamid devrinde yasaklanan sözlerin yer aldığı 2 sayfalık bir liste de buluyoruz. François Georgeon’un “Yasak Kelimeler: 20. yüzyılın başındaki Osmanlı sansürüyle ilgili bir belge üzerine” başlıklı yazısında yer verilen bu metinde, 8’i daha önce verdiğimiz listelerde de yer alan 61 söz var:

  • Arsenik, aksülümen (zehirli bir kimyasal), anarşi, ihtilal (devrim), irtica (gericilik), irtiyab (şüphe), spiritizm (ruh çağırma), istibdat (despotluk), infilak (patlama), inkıraz (çöküş), inkılap (devrim), obstrüksiyon (engelleme), oportünist, oligarşi, ballı baba, bomba, parlamentarizm, parlamento, panelenizm, pantürkizm, pancermanizm, psikoloji, tevekkül (sızlanma), tenkil (baskı), cemiyet (dernek), cumhur (halk), cumhuriyet, hürriyet, hürriyet-i vicdaniye (vicdan özgürlüğü), hatt-ı sünbüli (güzel yazı tipi), hafiye (gizli polis), hâl (tahttan indirme), humbara (bomba), darwinizm, demokrat, demokrasi, disiplin, diktatör, dinamit, radikal, randevu, zehir, sansör (sansürcü), sansür, sosyalizm, şura-yı devlet (Danıştay), şura-yı ümmet (millet konseyi), isyan, avam (halk), klik, klerikal (ruhbanla ilgili), muhafazakâr, diz arkası, Meclis-i Ayan, Meclis-i Umumi, mutlakiyet, muhtıra, nihilist, veto, te’evvüh (sızlanmak) ve ah etmek

Georgeon bu yasaklı sözleri 3 grupta toplar. İlk gruptakiler, Abdülhamid ve çevresi hakkında olumsuz anlamda kullanılabilecek “istibdat” ve “irtica” gibi sözcükler. Bunların neden sansürlendiği kolayca anlaşılıyor.

İkinci gruptakiler, birçoğu Osmanlıca’ya o yıllarda yeni giren, “parlamentarizm” ve “panelenizm” gibi, “-izm” ile biten ve Abdülhamid’in siyasetine ve ideolojisine aykırılık oluşturan sözler. Bunların da neden sansürlendiğini anlamak zor değil.

Üçüncü gruptakiler ise yer yer ilk iki gruptakilere dokunsa bile bunların neden sansürlendiğini anlamak için dönemin şartlarını veya ifadelerin bağlamını bilmek gerekiyor. Örneğin “Aslan yırtıcı hayvanların padişahıdır” cümlesi sansürlenmişti, çünkü sansür organı “padişah” sözcüğünün bu bağlamda kullanılmasından rahatsız olmuştu. Osmanlıca’ya yeni giren “randevu” ise “buluşma sözü” anlamına geliyordu ve insanların denetimsizce toplanarak komplo kurmasından endişe eden vesveseli sultan bu ifadeyi hoş karşılamazdı.

Abdülhamid de tahtını sansürle koruyamadı

Abdülhamid döneminde küçük yazım yanlışlarının da gazetelerin kapanmasına neden olduğuna Journo’da daha önce değinmiştik. Bunların birçoğu Arap harfleriyle Osmanlıca yazarken yapılan ‘tashih’lerdi.

Örneğin Abdülhamid’in tahta çıkışının yıldönümünü “leyle-i mes’ude” (mutlu gece) yerine “leyle-i mesude” (karanlık gece) diye niteleyen İkdam gazetesine soruşturma açılmıştı. O yıllarda Sabah gazetesi de bir dizgi hatası yapmış ve “şevketlü Abdülhamid” yerine “şu kötü Abdülhamid” yazınca kapatılmaktan kurtulamamıştı.

Sonuçta Abdülhamid’in sansürü ilelebet sürmedi. “İsyan” sözcüğünün yasaklanması, Jön Türk Devrimi’ni engellemedi. Daha önce gazetelerde “hürriyet” yazılamasa bile 1908’de özgürlük ilan edildi. İkinci Meşrutiyet’in (parlamenter monarşi) ilanını izleyen bir buçuk ayda 200’den fazla kişi gazete kurdu.

İttihat ve Terakki dönemi (1908-1918): Yangın haberine bile sansür

Özgürlükçü devrimin rüzgârıyla iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’nin liderleri, kısa süre sonra Abdülhamid devrini aratmayacak bir baskı rejimi kurdu. İlk gazeteci cinayetlerinin işlenmesinin ardından, 1913’teki darbeyle İttihat ve Terakki iktidarı artık tam anlamıyla bir diktatörlüğe dönüştü.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na girmek üzere genel seferberlik ilan ettiği günler resmî sansür için de düğmeye basıldı. Savaş dönemindeki sansür, belirli sözcüklerden ziyade; siyasi gelişmeler, ekonomik veriler, hatta kazalar ve yangınlar gibi haber konularını hedef alıyordu.

Doç. Dr. Hüseyin Kalemli, 2 Ağustos 1914’te Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıyı aktarıyor:

  • Gerek Dersaadet’te gerekse vilayetlerde yayımlanmakta olan her dildeki günlük veya haftalık gazeteler ile belirli günlerde çıkan her türlü mecmua ve süreli yayınların bugünden itibaren gerek ordu gerekse donanma ile ilgili yapılacak tertibat ve harekât hakkında, ordu ve donanmada memuriyetlere tayin olunacak zabitlerin görevleri hakkında tek bir harf yazmaları yasaktır. Memleket ve milletin selameti adına olan bu durumun aksine hareket edenlerin gazeteleri bir daha hiçbir isim ile yayımlanmamak üzere kapatılacak, sahipleri memleket ve milletine ihanet etmiş kabul edilerek haklarında ona göre cezai işlem yapılacaktır. İlgili kişilere şimdiden durumu açıklayan bu tebligatın yapılması gerekmektedir.
  • [Bu eksende hazırlanıp 7 Ağustos 1914’te yürürlüğe giren] talimatnameye göre, ordu ve donanmaya ait bütün haberler ve askerlikle ilgili her türlü husus kayıtsız şartsız sansür edilecekti. Ülkenin iç ve dış siyasetine, mali ve ticari durumuna, Osmanlı tüccar gemilerinin hareketlerine, ordunun ve ülkenin sıhhî durumuna ait havadisler, içeride ve dışarıda yanlış anlaşılmalara yol açabilecek bütün söylentiler sansür edilecekti. Bunlara tren ve vapur kazaları ve yangın haberleri de dâhildi.

Talimat Birinci Dünya Savaşı sırasında defalarca uygulandı. Enver Paşa’nın emriyle birçok gazete kapatıldı veya sansürlendi. Örneğin Mustafa Kemal’in Çanakkale cephesindeki başarılarını öven yazılar yayımlayan gazeteler sansürün hedefi oldu.

İşgal yılları (1918-1923): Mustafa Kemal’i övmek yasak

İttihat ve Terakki sansürü, Osmanlı’nın 1918’de savaşı kaybedip teslim olmasıyla son buldu. Ancak bu kez başkent İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri tarafından yeni bir sansür düzeni kuruldu. İttihat ve Terakki liderleri yurtdışına kaçınca iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Partisi ile Sultan Vahdettin de işgalcilerle işbirliği yapıyordu.

İtilaf Devletleri’nin İstanbul’da kurduğu sansür kurulunda İngilizler ağırlıklı olmak üzere yabancı subaylar yer alıyordu. Bu yüzden bu kurul “İngiliz sansürü” diye anılıyordu. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu’da başlayan Kurtuluş Savaşı’nda başarılar geldikçe Sultan Vahdettin ve İstanbul hükûmetinin İngiliz sansürüyle işbirliği yoğunlaştı.

Padişah 5 Şubat 1919 tarihli kararnameyle Basın Yasası’nı zaten askıya almış, sansür kurulu denetiminden geçmeyen tüm yayınları yasadışı ilan etmiş, bu yasağı ihlal edenlerin sıkıyönetim mahkemelerince ağır hapis ve para cezalarıyla cezalandırılmasını öngörmüştü. 5 Ağustos 1920’de yayımladığı kararnameyle sansürü daha da şiddetlendiren Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı basında eleştirenleri ödüllendirirken ona destek verenleri cezalandırmayı sürdürdü.

Dolayısıyla işgal yıllarında da Abdülhamid gibi bir yasaklı sözcükler listesi yoktu. İttihat ve Terakki devrindeki gibi konu bazlı sansürlemeler yapılıyordu. Mustafa Kemal Paşa veya Kurtuluş Savaşı ile ilgili olumlu sözleri yayımlayanlar cezalandırılıyor, eleştirenler ise ödüllendiriliyordu.

Tek parti dönemi (1923-1945): “Baskın” sözü sürgün getirdi, Kürtçe yasağı başladı

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki kuruluşunun ardından, 1909 tarihli Matbuat Kanunu, 1931 yılına kadar yürürlükte kaldı. İlk 2 yılında basın özgürlüğünün yeniden yeşerdiği genç Cumhuriyet, 1925’teki Şeyh Said İsyanı ile krize girdi.

Şeyh Said’in mahkeme sırasında kendisini isyana basının ittiğini öne sürmesinin ardından çıkarılan Takrir-i Sükûn yasasıyla yeni bir sansür devri başladı. Ayşe Hür bir yazısında yargılamanın bir bölümünü anlatırken sansürcüleri harekete geçiren bir kelimeye de değiniyor:

  • İkinci fasıl yargılamanın baş kurbanı, isyan dolayısıyla kapatılan [Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası] merkezinde yapılan polis aramasını “baskın” diye adlandırmak “cüretinde bulunan” Hüseyin Cahit (Yalçın) idi. Hüseyin Cahit, sırf bu kelime yüzünden Çorum’a öbür boyu sürgün edilirken, solcu gazeteci Zekeriya (Sertel) Sinop’a, Cevat Şakir (Kabaağaç) ise Bodrum’a sürülmüştü…

Basında Kürtçe yasağı da bu dönemde başlamıştı. Sebattullah Tekin’in bir makalesine göre Bakanlar Kurulu’nun 1925’te hazırladığı “Şark Islahat Planı” Türkçe dışındaki dilleri yasaklarken resmi belgelerden Kürtçe yer isimlerini ve Kürdistan sözcüğünü çıkardı.

İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemi (1945-1980): İlk hedef sol

Atatürk’ün ölümünün ardından cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte gazeteci Zekeriya Sertel’in ifadesiyle bir “polis devleti” kurdu. Özellikle Sertel çiftinin yönettiği Tan gibi sol eğilimli gazetelerin ve dergilerin hedef alındığı bu dönem hakkında Zekeriya Sertel şunları söylüyor:

  • İnönü, cumhurbaşkanlığına geldikten sonra diktatörlüğü artırdı, ‘tek millet, tek parti, tek şef’ diye bir sistem kurdu. Millet o demekti, parti demek o demekti, bunun tek adı faşist diktatörlüğü idi, polis devleti idi. Amansız, insafsız bir polis devleti. Emniyet örgütü kuvvetlendirilmiş, genişletilmişti. Nefes almak olanaksızdı. Basın bile onun elinde ve onun emrindeydi. Resmen sansür yoktu. Ama, bakanlar ve Basın-Yayın Genel Müdürlüğü hemen her gün gazetelere direktifler verirdi. Bu direktiflere uymayanların gazeteleri kapanmak tehlikesindeydi.

Türkiye’nin 1945’te çok partili hayata geçmesinin ardından İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı Demokrat Parti’ye devretti. İlk döneminde özgürlükçü bir tavır takınan Demokrat Parti de 1950’lerin sonuna doğru iktidarını sağlamlaştırdıkça basını giderek ağırlaşan bir baskının altına almaya başladı. ABD basınında Başbakan Adnan Menderes’i eleştiren yazıları tercüme edip haberleştiren gazeteciler bile hapse atıldı.

12 Eylül dönemi (1980 sonrası): “Hayır” ve “mavi” yasaklandı

1960 darbesinin ardından gelen istikrarsızlık ve 1970’lerdeki anarşi yıllarını 12 Eylül 1980 askerî darbesi izledi. Cunta, Türkiye’de basın üstünde en ağır sansür ortamlarından birini kurdu. TBMM’nin 2012 yılında yayımladığı rapora göre bu dönemde yaklaşık 400 gazeteci toplam 3 bini yılı aşkın hapis cezasına çarptırıldı. Tonlarca gazete imha edildi. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.

12 Eylül dönemini yaşayan gazetecilere göre o dönemde sansüre dair resmî bir belge yoktu. Cunta yönetimi haber kuruluşlarını arayıp sansürlenmesi gerekenleri bildirirdi.  Darbecilerin hazırladığı 1980 Anayasası’nı referanduma sunduğu günlerde Cumhuriyet gazetesinde çalışan Faruk Bildirici, yasaklı sözcüklere dair bir anısını şöyle anlatıyor:

  • Anayasa referandumunda da tabii ki hayır demek, hayır propagandası yapmak yasaktı. Referandumda oy pusulaları mavi ve beyazdı. Beyaz evet, mavi hayır anlamına geliyordu. O nedenle hayır diyenler türlü yollarla maviyi öne çıkardılar. Hatta “Atatürk’ün gözleri mavi” ya da “Engin denizlere bak” gibi yazılar çıkmıştı. İsmail Gülgeç’in de mavili karikatürleri vardı. Mavili ve hayır’ı içeren karikatürler nedeniyle bir keresinde Cumhuriyet kapandı. Tercüman da kapandı galiba…

12 Eylül döneminde Cumhuriyet gazetesinde çalışan bir diğer gazeteci olan Yalçın Doğan ise darbecilerin siyasi yasak koyduğu Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş isimlerinin de sansürlendiğini ifade ediyor:

  • Biri arar, şu haber yasak, bu haber yasak falan ve günün birinde mesela şöyle bir şey olmuştu: Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in isimleri gazetelerde hiçbir biçimde geçmeyecekti. Bir gün aradı, “isimleri geçmeyecek” dedi. Günün birinde biz bir haber yaptık. Demirel emeklilik maaşını almak için bilmem ne bankasına gitti. Adam şimdi telefon ediyor, “kardeşim şimdi sana söylemedik mi ismi geçmeyecek?” Diyoruz ki, “adam işte maaşını almaya gitmiş…” O da, “geçmeyecek diyorum işte anlamıyor musunuz?”

1990’lardan bugüne: Tarihin tekerrürü

Darbenin sıkıyönetim mahkemeleri bir süre sonra kaldırılsa da aslında sadece isimleri değişti. 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası ile kurulan “DGM’ler” özellikle 1990’lar boyunca sözlerin ve sözcüklerin yargılandığı mahkemeler olmayı sürdürdü. Ozan Değer’in “Güneydoğu Davaları’ndan Örnekler” verdiği makalesinde bu dönemde mesela Kürdistan sözcüğünü yayımlayanların yine cezalandırıldığını görüyoruz.

DGM’ler 2004’e yılında kaldırılsa da Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde de sözcükler gazetecilerin hedef alınmasına ve yargılanmasına neden oldu. CHP’nin 2012 yılında yayımladığı Tutuklu Gazeteciler Raporu‘na göre “Sayın Öcalan” ifadesi nedeniyle bir gazeteciye 9 ay hapis cezası verildi. TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ da Öcalan hakkındaki sözleri nedeniyle geçen yıl tutuklandı.

Son yıllarda onlarca iddianamede, haberlerde geçen ifadeler (örneğin Amed sözcüğü) “suç delili” olarak yer aldı. Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanan yüzlerce kişiden biri olan gazeteci Sedef Kabaş hakkındaki delil ise bir atasözüydü.

Kaynaklar

Alişoğlu, B. (tarih yok). Tek Parti Döneminin Düşünsel Ortamı İçinde Sol Basının Yeri.

Çaylı, K. (2017). Tanzimant Dönemi İstanbul Basınında Sansür. Tanzimant Dönemi İstanbul Basınında Sansür . Sakarya Üniversitesi Açık Akademik Arşiv Sistemi.

Değer, O. (tarih yok). AIHS’ın 10.Maddesi Çerçevesinde Şiddet Unsuru ;çeren İfade:Güneydoğu Davalarından Örnekler.

Dündar, L. (tarih yok). 12 Eylül 1980 Darbesinin Basına Etkileri.

Georgeon, F. Sultan Abdülhamit. Yasak Kelimeler XX.Yüzyılın başındaki Osmanlı sansürüyle ilgili bir belge üzerine. içinde

Hür, A. 100 Yıllık Cumhuriyet Tarihinin Özeti:Sansür esas, özğürlük istisna. Kısa Dalga.

Kalemli, D. (tarih yok). Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devletinde Sansür Uygulaması.

Özdemir, H. (tarih yok). 12 Eylül 1980 Darbesi Döneminde Cumhuriyet,Hürriyet ve Tercüman Gazelerindeki Sansür/Oto sansürUygulamaları.

Tekin, S. (tarih yok). Kürt Milliyetçiliğinin Gelişimi ve Ulusun İnşası Politikk Şiddet.

Rojda Çiçek

1995 Şanlıurfa doğumlu. Atatürk Üniversitesi Lisans Gazetecilik mezunu ve Atatürk Üniversitesi Gazetecilik ana bilim dalında yüksek lisans yapıyor. Serbest gazeteci olarak çalışıyor.

Journo E-Bülten