Kritik

Gazeteciliğin yüz karaları: ABD medyasındaki savaş yalanlarına 2 örnek

Savaş tamtamları çaldığında gazeteciler tempo tutmak yerine yetkililerin iddialarını daha da dikkatle teyit etmeli. ABD’nin iki saygın gazetesi ise yakın tarihteki iki Irak savaşı öncesinde bu konuda kötü bir sınav vermişti. İlk savaşı 1990’da Los Angeles Times, ikinci savaşı ise 2002’de New York Times, sonradan yalan olduğu ortaya çıkan haberlerle meşrulaştırmaya çalışmıştı. Gazetecilik için önemli metinleri ilk kez Türkçe yayımladığımız Journo’nun “Temeller” yazı dizisinde bu kez dünya basın tarihine utanç verici örnekler olarak geçen bu iki haberi tam metinleriyle hatırlıyoruz.

Körfez Savaşı diye de bilinen Birinci Irak Savaşı, 1990 ağustosunda Saddam Hüseyin’in zengin petrol yataklarına sahip Kuveyt’i işgâl etmesiyle başladı. Sonraki birkaç ay boyunca Irak sınırına asker yığan ABD, bir yandan aralarında Türkiye’nin de olduğu 41 ülkeyi Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde bir ‘koalisyon’a katılmaya ikna etmeye çalışıyordu. 1991 başında Bağdat’ı havadan bombalayan ABD ordusu, hemen ardından kara harekâtıyla Kuveyt’teki Irak işgâlini sonlandıracaktı.

Washington’ın dünya kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı 1990 sonbaharında, Irak operasyonunu meşrulaştırma girişimlerinin parçası olan haber ve yorumlar ABD medyasında yer aldı. 17 Eylül 1990’da Los Angeles Times’da Kim Murphy imzasıyla yayımlanan “Kuveytli mülteciler artan paniği anlatıyor” (Refugees From Kuwait Tell of Growing Panic) başlıklı haberde asılsız bilgilere yer verildiği ancak savaştan sonra ortaya çıkacaktı.

Bu haberde en çok ses getiren kısım, “Kuveyt’i işgal eden Irak askerlerinin hastanelere girdiği, yeni doğan bebekleri kuvözlerden çıkarıp yere yığarak ölüme terk ettiği” iddiasıydı. Bir sonraki ay ABD Kongresi önünde çocuk bir “tanık” tarafından da tekrarlanan bu asılsız iddia aslında, sürgündeki Kuveyt hükûmetinin ABD ordusunun desteğini almaya çalışan halkla ilişkiler (PR) operasyonunun parçasıydı.

Suudi Arabistan’ın Hafci kentinden geçilen Los Angeles Times haberinin tam metni şöyleydi:

Kuveytli mülteciler artan paniği anlatıyor

Kuveyt’in başkentinde artan panik havasının ortasında binlerce Kuveytli yeni açılan bir sınır kapısına akın ederken tıkabasa yüklü Mercedes-Benz, BMW ve Chevrolet’lerden oluşan bir konvoy pazar günü sınırı geçip Suudi Arabistan’a girdi.

Tahminen 5.000 ya da daha fazla Kuveytli mülteci, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Kuveytliler’i anavatanlarından çıkarmak ve zor durumdaki Körfez şeyhliğinde Irak’a sağlam bir dayanak kurmak için yeni bir çabası gibi görünen bu olay nedeniyle haftasonu ülkelerini terketti.

Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’daki diplomatik kaynaklara göre, Kuveyt’in sürgündeki hükûmeti, artan göç ve buna neden olan terör atmosferi karşısında alarma geçerek krizi kontrol altına almak için BM onaylı askeri müdahale çağrısında bulunmayı düşünüyor.

Kuveyt’ten kaçan bölge sakinleri, Irak askerlerinin son birkaç gün içinde Irak devlet başkanının resmini sergilemeyi reddeden 21 Kuveytli’yi vurduğunu, bir Irak askerine yetersiz tedavi uyguladığı iddiasıyla 12 doktoru öldürdüğünü ve birkaç Kuveytli genci evlerinde ailelerinin gözleri önünde öldürdüğünü söylüyor.

Kuveytliler ile yakın temasta olan Batılı bir diplomat, “Bu, bazılarının soykırım olarak adlandırdığı türden bir şey ve eğer insanlar bunu böyle yorumlamak isterlerse, bir tür askerî müdahaleye neden olabilir” dedi. Yetkili, “Duyduğumuz bazı şeyler doğruysa askerî müdahale benim için hiç de akıldışı değil” diye ekledi.

Sürgündeki Kuveyt hükûmeti resmî açıklamasında bu konuda net ifadeler kullanmasa da, göç hareketini Kuveytliler’i ülkeden çıkarmak ve yerlerine Iraklılar’ı yerleştirmek için tasarlanmış “yeni bir siyasi oyun” olarak nitelendirdi. Hükûmet, “Amaç Kuveyt halkının tamamını Kuveyt’ten çıkarmaktır” dedi.

Yetkililer ayrıca Irak’ın mülteci akınını Suudi Arabistan’a terörist yerleştirmek için kullanabileceğinden de korkuyor ki bu senaryo pazar günü mültecilerin sınırda saatlerce kuyrukta beklemelerine neden oldu. Suudi yetkililer Kuveytliler’in otomobillerini, bagajları ve alt takımları da dâhil olmak üzere dikkatle aradı ve kişisel belgelerini inceledi.

Neredeyse tüm Kuveytliler’in pasaport ve diğer kimlik belgelerine sınıra yakın kontrol noktalarında Irak askerleri tarafından el konulduğundan, sınırın Suudi tarafında  mültecilerle görüşmek ve onları dinleyip aileleri, işleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı sorular sorarak gerçek Kuveytli olup olmadıklarını belirlemek üzere bir komite kuruldu.

Suudi yetkililer son birkaç haftadır Irak’ın Kuveyt’te, Kuveyt pasaportu taşıyan geniş bir Iraklı çekirdek grup oluşturmaya çalıştığından ve bu senaryonun, askerleri nihaî olarak geri çekilse bile Saddam Hüseyin’in bu ülkede Irak yanlısı bir hükûmet kurmasına yol açabileceğinden endişeliler.

Bir Suudi yetkili haftasonu başlayan göçten önce verdiği bir röportajda, “6 ay sonra Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten çıkarabilirsiniz ama Kuveyt’i geri alamazsınız” dedi. “Bundan 6 ay sonra (Kuveyt Emiri) ülkeye geri gelebilir ve Kuveytliler ‘Hayır, onu istemiyoruz’ diyebilir. Ve bunu söyleyen Kuveytliler’in çoğu aslında Iraklı olur ve tahmin edin kime oy verirler?”

Diplomatlar ve hükûmet yetkilileri, Iraklılar’ın hâlihazırda 120.000 Kuveytli mülteciyi krallığın dört bir yanındaki otellerde, apartmanlarda ve geçici konutlarda barındırmaya çalışan Suudi Arabistan için de sorun yaratmaya çalışıyor olabileceğini söyledi. Irak askerleri sınırdaki trafiği yavaşlatmadan önce diğer milletlerden 80.000’den fazla mülteci de krallığa kaçtı.

Pazar günü sınırdan akın eden mülteciler Kuveyt orta sınıfının geniş bir kesimini temsil ediyor. Tüccarlar, şirket yöneticileri, yönetim danışmanları ve mühendisler; çoğu doldurulmuş bavullar, biberonlar, çocuk bezi kutuları ve başlarını arka camlardan dışarı sarkıtmış çocuklarla dolu lüks arabalarla seyahat ediyorlardı.

“Hoş geldiniz Amerika, hoş geldiniz Kuveyt’e yardım etmek için gelen dünyadaki herkes…. Allah’tan bize yardım etmelerini diliyoruz” diyordu kendisini sadece Cabir olarak tanıtan bir adam, Suudi Arabistan’da arabasından inerken. “Orada hiçbir şeyim kalmadı. Her şeyim gitti. Suudi Arabistan’a gelip silahı tutmam daha iyi. Orada bir hayvan olarak ölmektense bu daha iyi.”

Kardeşiyle birlikte ülkesinden kaçan Meryem Şeryan, Irak askerlerinin yiyecek çalmak için evlere girdiğini ve mahallesinde Kuveytli üç genç çocuğu vurduğunu söyledi. “Bu korkunç bir şey. İnsan inanamıyor” dedi gözyaşlarına boğularak. “Onlar hayvan, asker değil.”

Neredeyse tüm Kuveytliler pasaportlarına el konulduğunu söyledi, ancak bazıları Iraklı askerlerin onları ayrılmaya teşvik ediyor gibi göründüğünü belirtti. “Sınırda Kuveyt’ten çıkıp çıkamayacaklarını soranlara Iraklı askerler ‘Evet, çıkabilirsiniz. Ailenizi ülkeden çıkarmanızı tercih ederiz’ diyorlar. Tüm ailelerin ülkeden çıkmasını istiyorlar” diyor bir mülteci.

Kuveyt Havayolları çalışanı Hamad El Ceriba, “Bence her yeri Irak’a çevirmek istiyorlar” dedi. “Tüm Kuveytliler’i çıkarıp yerlerine Iraklılar’ı yerleştirmek ve dünyaya ‘Şimdi Kuveyt’in nasıl mutlu olduğunu görün’ demek istiyorlar.”

Suudi yetkililer cumartesi gecesine kadar 1.800 Kuveytli’nin sınırı geçtiğini söylerken Riyad’daki diplomatik kaynaklar haftasonu boyunca 5.000 ila 8.000 kadar kişinin sınırı geçtiğini belirtti. Sınırın ne kadar süre açık kalacağı bilinmiyor. Mültecilerin bir kısmı Hafci’de arabalarının yanında kamp kurdu, ancak çoğunun Dahran ya da Riyad’a doğru yola çıktığı görüldü.

Batılı yetkililer Kuveyt’teki vahşet haberlerini araştırmaya devam ettiklerini ve birçoğunun iyi belgelenmiş ve doğru kabul edilebilecek görgü tanığı ifadeleriyle desteklenmiş göründüğünü söyledi.

Bir vakada mülteciler, prematüre bebeklerin kuvözlerine Irak askerleri tarafından el konulduğunu ve içindeki bebeklerin yere yığılarak ölüme terk edildiğini bildirdi. Bir başka olayda ise bazı mülteciler ve Kuveytli direniş liderleri, Irak askerlerinin cuma gecesi Kuveytli erkeklerin geleneksel bir toplantısına girerek Hüseyin’in posterini asmayı reddeden 21 kişiyi vurarak öldürdüğünü bildirdi.

Batılı, Suudi ve Kuveytli hükûmet yetkilileri, Hafci’deki mültecilerle yapılan görüşmelerle doğrulanan bilgiler edindiklerini, Irak askerlerinin 5 genç Kuveytli erkeği gözaltına aldıklarını, ellerini bağladıklarını ve daha sonra ailelerinin kapılarının önüne götürdüklerini söylediler. “Ebeveynleri cevap verdiğinde askerler ‘Bu senin oğlun mu’ diye sordular. Sonra onu oracıkta vurup cesedini kapının eşiğine bıraktılar” dedi bir yetkili.

Pazar günü sınırda, krizi çözmeye yönelik diplomatik çabalara ilişkin bir hayalkırıklığı havası vardı. Bazı mülteciler ailelerini sağsalim Suudi Arabistan’a uğurladıktan sonra direnişe katılmak üzere geri döndüklerini anlattı.

Kendisini sadece Abdullah olarak tanıtan bir adam, ailesi onu giriş belgelerinin incelendiği masaya doğru çekerken bağırmaya başladı. Gazetecilere “Yardımınıza ihtiyacımız var” diye bağırdı. “Lütfen! Amerika ve Avrupa’nın yardımı olmadan Kuveyt gidecek. Araplar bize yardım etmeyecek. Asla. Asla, asla, asla. Lütfen.”

* * *

Los Angeles Times savaş gündemiyle o dönemde üretilen asılsız haberleri yayan tek gazete değildi. ABD’nin Kuveyt’teki büyükelçisi, 1990 eylülünde Kuveytli devlet yetkililerine dayanarak Iraklı askerlerin “kuvözleri çaldığını” tekrarlamış, Washington Post gibi birçok medya kuruluşu da bu iddiayı teyit etmeden okurlarına aktarmıştı.

“Özgür Kuveyt’i Destekleyen Vatandaşlar” (Citizens for a Free Kuwait) adlı lobi örgütünün yaydığı bu asılsız iddia sonunda bizzat ABD Başkanı George Bush tarafından dahi tekrarlandı. Kuveytli lobiciler, bu yalan haberi yayarken büyük paralar ödedikleri ABD’deki PR şirketi Hill & Knowlton’dan taktikler almıştı. Şirket, özellikle “kuvöz hikâyesinin” ABD kamuoyunu ikna etmekte çok etkili olduğunu Kuveytliler’e raporlamış ve Saddam’ın “insanlık suçlarına” dair iddialar böylece daha da artmıştı.

Ancak savaştan sonra dünya medyası Kuveyt’e gidip iddiaları araştırabildi. Haber kanalı ABC News, işgâlden kaçan Kuveytli doktor ve hemşirelerin hastaneleri terk etmesi nedeniyle bazı prematüre bebeklerin hayatını kaybettiğini, ancak Iraklı askerlerin kuvözleri çalıp bebekleri öldürdüğünün “neredeyse kesinlikle asılsız bir iddia” olduğunu bildirdi.

Daha önceki bir raporunda bu asılsız iddiaya yer veren Uluslararası Af Örgütü de bir özür yayımlayıp bu olayda Bush Yönetimi’nin “uluslararası insan hakları hareketini fırsatçı bir manipülasyon” ile kendi çıkarlarına alet ettiğini belirtti.

Kamuoyunun basın yoluyla savaş için yönlendirilmesine örnek gösterilen bu olay, o dönemde ABD Kongresi’nde soyadını açıklamadan konuşup iddiayı aktaran 15 yaşındaki Kuveytli kıza atfen “Neyyire’nin tanık ifadesi” diye tarihe geçti. Yetişkinler tarafından bir yalana alet edilen bu çocuğun, ABD’deki Kuveyt büyükelçisi Saud Nâsır El Saud El Sabah’ın kızı olduğu da sonradan ortaya çıkacaktı.

En üstteki fotoğrafta, Birinci Irak Savaşı sırasında ABD Başkanı olan George H. W. Bush (solda) ile İkinci Irak Savaşı sırasında ABD Başkanı olan oğlu George W. Bush görülüyor. 2003 sonunda ABD ordusunca yakalanıp Iraklı yetkililere verilen Saddam Hüseyin, 1982’de Duceyl’de 148 Iraklı Şii’nin katledilmesinde insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle yargılandığı davada ölüm cezasına çarptırılmış ve 2006’da asılarak idam edilmişti. Yaklaşık 300 bin Iraklı’nın ölümünden veya kaybolmasından sorumlu tutulan Hüseyin’in bu fotoğrafı, son duruşmalardan birinde çekildi. Atom bombası programıyla ilgili iddialar asılsız olsa da, Saddam Hüseyin rejimi 1980’lerde bu ülkeyle savaşı sırasında İran ordusuna karşı ve ayrıca Iraklı Kürt sivilleri katletmek için kimyasal silahlara başvurmuş, bir yandan biyolojik silahların da çöldeki tatbikatlarda denemesini yapmıştı.

ABD medyası, 1990-1991’deki Birinci Irak Savaşı’nda yetkililere kayıtsız şartsız güvenip iddiaları teyit etmeden aktarma hatasını, orduları 10 yılı aşkın bir süre sonra aynı ülkeyi işgâle hazırlanırken bir kez daha yaptı. Bu kez Amerikalı gazetecilerin kabahatinin daha da büyük olduğu söylenebilir.

İlk savaşın ardından Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, kitle imha silahı elde etmeye çalışmayacağı sözünü dünyaya vermiş, tüm cephaneliklerini BM denetimine açmış ve yaklaşık 10 yıl boyunca bölgede tansiyon düşmüştü. Ancak 11 Eylül 2001’de El Kaide’nin ABD’de düzenlediği terör saldırıları, Washington’da yeniden savaş tamtamları çalmasına neden oldu. Örgütün ana üssü Afganistan gibi görünse de, ABD ilk olarak, daha önce kolayca yendiği, Irak’ın zengin petrol yataklarını kontrol eden “tanıdık” düşmanı Saddam’a gözlerini çevirdi.

ABD medyasında Saddam Hüseyin’i suçlayan haber ve yorumlar yine arka arkaya çıkmaya başladı. En kritik haberlerden biri, “ABD, Hüseyin’in atom bombası parçaları için arayışını yoğunlaştırdığını söylüyor” (US Says Hussein Intensifies Quest for A-Bomb Parts) başlığıyla New York Times’da 8 Eylül 2002’de yayımlandı. Gazetenin birinci sayfasından duyurulan Michael R. Gordon ve Judith Miller imzalı bu yazı, ABD yetkililerinin teyitsiz iddialarına dayanarak Kuzey Koreliler’ın ve Ruslar’ın yardımıyla Saddam’ın atom bombası yapmaya çalıştığını öne sürüyordu.

New York Times, bu haber başta olmak üzere, İkinci Irak Savaşı öncesinde yayımladığı bir dizi haberin yanlış bilgi içerdiğini 2004 yılında özür dileyerek kabul edecekti. Gazeteye göre Irak’tan kaçan Saddam muhaliflerine ve ABD yetkililerine güvenip kitle imha silahlarıyla ilgili iddiaları gerekli teyit süreçlerinden geçirmeden yayımlamak hataydı. Ancak bu arada ABD ordusu, 2011 yılına kadar ayrılmamak üzere Irak’a girmiş, birçoğu sivil binlerce ölüme neden olmuş, Saddam’ı da yakalayıp idam sehpasına göndermişti bile… ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 2003’te BM toplantılarında da ısrarla gündemde tuttuğu ‘kitle imha silahları’nın izi ise Irak’ta bulunamayacaktı.

“Dumanı tüten silah” ifadesiyle Saddam Hüseyin’in atom bombası yaparken “suçüstü yakalandığı” şeklindeki yanlış bilgiyi yayarak uluslararası kamuoyunu da etkileyen Gordon ve Miller imzalı New York Times haberinin tam metniyle, Journo’nun Temeller yazı dizisinin bu bölümünü de bitirelim:

ABD, Hüseyin’in atom bombası parçaları için arayışını yoğunlaştırdığını söylüyor

Bush yönetimi yetkilileri bugün yaptıkları açıklamada, Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarından vazgeçmeyi kabul etmesinden 10 yıldan fazla bir süre sonra Irak’ın nükleer silah arayışını hızlandırdığını ve atom bombası yapmak için dünya çapında bir malzeme avına çıktığını söyledi.

Son 14 ay içinde Irak, Amerikalı yetkililerin uranyum zenginleştirmek için santrifüjlerin parçaları olarak tasarlandığına inandıkları binlerce özel üretim alüminyum tüp satın almaya çalıştı. Amerikalı yetkililer alüminyum tüplerin sevkiyatını ayarlamak için yapılan birkaç girişimin engellendiğini ya da durdurulduğunu söyledi ancak istihbaratın hassasiyetini gerekçe göstererek tüplerin nereden geldiğini ya da nasıl durdurulduğunu söylemekten kaçındı.

Yetkililer, alüminyum tüplerin çapı, kalınlığı ve diğer teknik özelliklerinin Amerikalı istihbarat uzmanlarını Irak’ın nükleer programı için kullanıldığına ikna ettiğini ve malzemenin sevkiyatına yönelik son girişimin geçtiğimiz aylarda gerçekleştiğini söyledi.

Satın alma girişimleri, Irak’ın nükleer silah edinme konusundaki ilgisinin arttığına dair tek işaret değil. Amerikan istihbaratına göre Devlet Başkanı Hüseyin son aylarda Irak’ın en iyi nükleer bilimcilerle defalarca bir araya geldi ve Batı’ya karşı yürüttüğü kampanyanın bir parçası olarak onların çabalarını övdü.

Bir zamanlar nükleer silah kuruluşunda çalışmış olan Iraklı sığınmacılar Amerikalı yetkililere nükleer silah edinmenin yine Irak’ın öncelikleri arasında olduğunu söylediler. Amerikan istihbarat teşkilatları da nükleer sahalardaki inşaatları izliyor.

Irak’ın bir bomba üretmek üzere olduğuna dair herhangi bir belirti bulunmamakla birlikte, ülkenin nükleer silah peşinde koşması Bush yönetimindeki sertlik yanlıları tarafından, Bay Hüseyin nükleer silahlar edinmeden ve böylece petrol zengini Basra Körfezi’ndeki stratejik dengeyi değiştirmeden önce ABD’nin hemen harekete geçmesi gerektiği argümanını öne sürmek için gerekçe olarak gösteriliyor. İngiltere Başbakanı Tony Blair bugün Başkan Bush’la görüşerek ülkesinin Irak’a karşı harekete geçilmesine verdiği desteği bir kez daha teyit etti. [Journo’nun notu: Bu yazının, New York Times’ın birinci sayfasında yer alan kısmı burada bitiyor. Yazı, 23. sayfada alttaki ifadelerle devam ediyor.]

Washington’un tek endişesi Irak’ın nükleer programı değil. Iraklı bir sığınmacı Bay Hüseyin’in yeni tür kimyasal silahlar geliştirme çabalarını da artırdığını söyledi. Iraklı bir muhalif lider de Amerikalı yetkililere İran istihbaratından gelen ve Bay Hüseyin’in bölgedeki komutanlara ABD’nin saldırması hâlinde ortaya çıkabilecek Şii Müslüman direnişini bastırmak için kimyasal ve biyolojik silah kullanma yetkisi verdiğini gösteren bir belge sundu.

Amerikalı yetkililer tarafından incelenmekte olan belge, İran merkezli bir grup olan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nden Abdülaziz el-Hekim tarafından, diğer Iraklı muhalif liderlerle birlikte Washington’a yaptığı son ziyaret sırasında verildi.

Ancak yönetimin iddialarının büyük bölümü Irak’ın nükleer silah geliştirme çabaları ve bu çabaların hızına ilişkin değerlendirmeler etrafında dönüyor. Ortaya çıkan tartışmada, yönetimin sertlik yanlıları nükleer silahlara sahip olmanın Irak’ın bölgedeki nüfuzunu artıracağını savunuyor.

Yönetim yetkilileri ayrıca nükleer silah edinmenin Hüseyin’i cesaretlendirebileceğini ve kimyasal ya da biyolojik silah kullanma olasılığını artırabileceğini ileri sürüyor. Yetkililer, Bay Hüseyin’in 1991’deki Körfez Savaşı sırasında ABD’nin yıkıcı bir misilleme darbesinden korktuğu için kimyasal ve biyolojik silahları kullanmaktan kaçındığını ve şimdi nükleer silahlara sahip olması hâlinde Amerikalılar’ın kendisine saldırmaya cesaret edemeyeceği sonucuna varabileceğini iddia ediyor.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi, “Tacın içindeki mücevher nükleer” dedi. ”Nükleer kapasiteye ne kadar yaklaşırsa, kimyasal ya da biyolojik silah kullanma tehdidi de o kadar inandırıcı olur. Nükleer silahlar onun açık kartıdır.”

Yetkili, Bay Hüseyin’i devirmek için olası bir askerî harekâta atıfta bulunarak, “Soru, ‘neden şimdi’ değil” diye ekledi. “Asıl soru, beklemenin neden daha iyi olduğu… Saddam Hüseyin nükleer silaha ne kadar yaklaşırsa, onunla başa çıkmak da o kadar zorlaşacaktır.”

Savaşın Eşiğinde

Sertlik yanlıları, Bağdat’ın Körfez Savaşı’ndaki yenilgisinden önce Amerikan istihbaratının Irak’ın nükleer programının hızını ve ölçeğini hafife almasından endişe duyuyor. Geçmişteki bu hatanın bilincinde olarak Washington’ın, analistler Bay Hüseyin’in nükleer silah elde ettiğine dair kesin kanıtlar bulana kadar beklemeye cesaret edemeyeceğini savunuyorlar. Onlara göre ‘dumanı tüten silah‘ın ilk işareti bir mantar bulutu olabilir.

Sertlik yanlıları Irak’ın programıyla ilgili istihbaratın çoğu zaman yetersiz olduğundan şikâyet etseler de, önümüzdeki haftalarda iddialarını kanıtlamak için istihbaratın bir kısmının gizliliğini kaldırmayı planlıyorlar. Yönetim bu hafta Kongre üyelerine Irak’ın kitle imha silahları geliştirme programları hakkında brifing verdi, ancak yetkililerin ele geçirilen sevkiyatlar hakkında ne ölçüde konuştuğu bilinmiyor. İngiltere ile özel istihbarat paylaşımı ilişkisi göz önüne alındığında, Bay Blair satın alma girişimleriyle ilgili bilgileri birkaç hafta içinde açıklamayı planlıyor.

Yönetimi eleştirenler, son 10 yılın Bay Hüseyin’in BM yaptırımları, dikkatle tasarlanmış denetimler ve Irak’ın gözlemcileri kabul etmemesi hâlinde hedefe yönelik hava saldırıları kombinasyonuyla kontrol altına alınabileceğini gösterdiğini ileri sürüyorlar. Eleştirmenler, Irak’ın nükleer programını ilerletmek için büyük ölçüde dış yardıma bağımlı kaldığını ekliyor. Onlara göre Washington’ın diplomaside şansını denemek için zamanı var ve Hüseyin’i denetçileri kabul etmeye zorlamak için BM’nin desteğini almalı. Bütünüyle ele alındığında, eleştirmenler istihbaratın askerî harekât için acele edilmemesi gerektiğini gösterdiğinde ısrar ediyorlar.

Bir yönetim yetkilisi, Merkezî İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA), Irak’ın bomba için gerekli yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumu kendisinin üretmesi hâlinde nükleer silah yapmasının 5 ila 7 yıl alacağını söylediğini belirtti. Amerikalı istihbarat yetkilileri, Irak’ın bomba için gerekli nükleer malzemeyi karaborsadan temin etmesi hâlindeyse 1 yıl ya da daha kısa bir süre içinde bir atom bombası yapabileceğine inanıyor. Ancak Irak’ın böyle bir kaynağı elde ettiğine dair hiçbir işaret olmadığını da söylüyorlar.

Yine de, Bay Hüseyin’in nükleer hırslarını sürdürme konusundaki inatçı ısrarı ve Irak’tan kaçanların röportajlarda Bağdat’ın kimyasal ve biyolojik cephaneliklerini geliştirme ve genişletme çabası olarak tanımladıkları şey, Irak ve ABD’yi savaşın eşiğine getirdi.

Başkan Bush sertlik yanlılarının endişelerini paylaşıyor gibi görünüyor ve yetkililer Irak sorununu kendi gözetiminde çözmeye kararlı olduğunu söylüyor. Askerî harekât planlarını hazırlayan yönetim, Irak’ın konvansiyonel güçleri hâlâ BM yaptırımlarının ve Körfez Savaşı’nın etkilerini yaşarken, Irak’ın nükleer cephaneliği yokken ve 11 Eylül saldırılarının şoku birçok Amerikalı’yı önleyici askerî harekât fikrine açık hâle getirmişken harekete geçmeye hazırlanıyor.

Irak’ın kitle imha silahlarına ilişkin güncel bir tablo çizmek kolay değil. BM silah denetçileri neredeyse 4 yıldır Irak’ı ziyaret etmedi ve Amerikan istihbaratının Irak’ın programı hakkında bildiklerinde önemli boşluklar var.

Sonuç olarak Bush yönetimi, bir yetkilinin, Irak’ın santrifüj yapmak için özel borular satın almaya çalıştığına dair istihbarat da dâhil olmak üzere “rahatsız edici yeni raporlar mozaiği” olarak adlandırdığı şeyi, Irak’ın askerî hırsları hakkındaki korkunç uyarılarının altını çizmek için kullanmayı umuyor.

20 Yıllık Bomba Üretme Çabası

Irak’ın nükleer hırslarının uzun bir geçmişi var. Irak ilk olarak Fransa’dan bir nükleer reaktör satın alıp atom bombası için gerekli plütonyumu elde etmeye çalıştı. Bu çaba İsrail’in 1981’de tesisi bombalamasıyla sekteye uğradı.

Irak’ın bir sonraki adımı, bomba için yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum geliştirmek üzere gizli bir program başlatmak oldu. Amerikalı yetkililer Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın nükleer silah programının her kilit yönü için mükerrer programlara sahip olduğunu ve yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmek için en az 2 yöntem izlediğini keşfetti.

O zaman Bağdat’ın kendi ürettiği nükleer malzemeden bir nükleer bomba yapmasına sadece birkaç yıl kaldığı sonucuna varmışlardı. Uzmanlar bu silahın Irak’ın füzelerine yerleştirilemeyecek kadar büyük olacağı sonucuna varmış olsalar da, bu silah Körfez bölgesindeki stratejik denklemi önemli ölçüde değiştirebilirdi.

Körfez Savaşı’ndan sonra yapılan ateşkes düzenlemeleri uyarınca Irak, kitle imha silahlarını sökme ve BM silah denetçilerini kabul etme sözü verdi. Yine de Amerikalı yetkililer ve BM yetkilileri, Irak’ın nükleer programını canlı tutmaya çalıştığına, örneğin nükleer bilim adamlarından oluşan ekiplerini bir arada tuttuğuna inanıyor.

Irak’ın BM müfettişleriyle tam bir işbirliği yapmayı reddetmesi üzerine hayalkırıklığına uğrayan Clinton yönetimi, Irak’a saldırmaya karar vermesi hâlinde Bush’un en muhtemel ortağı olacak olan İngiltere’nin de katılımıyla 1998’in sonlarında bir dizi hava saldırısı düzenlemeye karar verdi. BM denetçileri saldırılardan kısa bir süre önce geri çekildi ve Washington’ı Irak’ın programının durumu hakkında bilgi sahibi olmaktan mahrum bırakarak bir daha geri dönmediler.

ABD yönetiminin eski uzmanları Irak’ın şu anda nükleer silah üretmenin eşiğinde olmadığını, ancak atom bombası tasarımları ve mühendisliği konusunda zaman içinde bir uzmanlık geliştirdiğini söylüyor.

Başkan Clinton döneminde ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev yapan ve Londra merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü için Irak’ın kitle imha silahları üretme programıyla ilgili yeni bir çalışmayı yöneten Gary Samore, “Irak zenginleştirme programını yeniden canlandırdıysa, fisyon maddesi üretmek için üretim ölçeğinde bir tesisi tamamlaması muhtemelen birkaç yıl alacaktır ve bu süreçte Irak önemli miktarda yabancı ekipman ve uzmanlığa ihtiyaç duyabilir” dedi.

Samore, “Ancak bu konuda çalışmaya devam ederlerse, eninde sonunda oraya ulaşmaları muhtemeldir” diye ekledi. ”Körfez Savaşı’ndan önce devasa bir zenginleştirme projesini başarıyla gizleyebilmiş olmaları, aldatma sanatında oldukça iyi oldukları konusunda size biraz endişe vermelidir. Eğer Irak bir şekilde yabancı bir kaynaktan fisyon maddesi elde edebilmiş olsaydı, çok daha kısa sürede nükleer silah üretebilirdi.”

Bush yönetimi yetkilileri, binlerce adet yüksek mukavemetli alüminyum tüp arayışının, Bay Hüseyin’in Irak’ın nükleer silah programını yenilemeye ve hızlandırmaya çalıştığının birkaç işaretinden biri olduğunu söylüyor.

Yetkililer alüminyum tüplerin, yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmenin bir yolu olan santrifüjlerdeki rotorlar için muhafaza olarak tasarlandığını söylüyor. Washington Times temmuz ayında Irak’ın santrifüjler için paslanmaz çelik aradığını bildirmişti. Yetkililer, aranan malzemenin özel alüminyum tüpler olduğunu ve Irak’ın 14 ay boyunca bunu elde etmeye çalıştığını söylüyor.

Santrifüj, gaz hâlindeki uranyumu yüksek hızlarda döndürerek hafif ve ağır izotopları ayırıyor. Alüminyum muhafazanın içine monte edilen rotorlar, santrifüj makinesinin dönen kısmını oluşturuyor. 1991 yılında Irak, yılda 10 kilogram yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmek üzere tasarlanmış 1.000 adet makineden oluşan bir santrifüj tesisi kurmayı planladı. Irak’ın tasarımı göz önüne alındığında bu miktar bir atom bombasının yarısını üretmek için yeterliydi.

Özel alüminyum tüplerin yanı sıra üst düzey bir yönetim yetkilisi Irak’ın santrifüjlerde kullanılabilecek diğer ekipman, epoksi ve reçineleri satın almak için de çaba sarf ettiğini söyledi. Irak’ın satın almaya çalıştığı ürünlerin santrifüj kullanımı için özel olarak tasarlanıp tasarlanmadığı ya da başka uygulamaları olup olmadığı kilit bir konu.

Uzmanlar alüminyum tüplerin boyutları ve kesin özelliklerinin kullanım amacına dair net bir gösterge sağlayacağını söylüyor. Irak daha önceki çalışmalarında santrifüjler için Avrupa tasarımlarını kullanmıştı. Amerikalı uzmanlar bu tür santrifüjlerin yapımı için ne tür tüplere ihtiyaç duyulduğunu biliyorlar. Üst düzey yönetim yetkilileri Irak’ın satın almak istediği tüplerin boyutlarının, özelliklerinin ve sayılarının bunların nükleer program için tasarlandığını gösterdiğinde ısrar ediyor.

Tehdidin aciliyetine şüpheyle yaklaşanlar, Irak’ın tedarik çabalarının Bağdat’ın dış yardıma ne kadar bağımlı olduğunu ve nükleer silah geliştirmeye çalışırken karşılaştığı zorlukları gösterdiğini söylüyor. Ancak ABD yönetimindeki sertlik yanlıları, satın alma girişimlerinin Hüseyin’in nükleer silah edinme konusundaki ısrarlı kararlılığını teyit ettiğini ve ihracat kontrollerinin bu çabayı yavaşlatabileceğini fakat durduramayacağını söylüyor.

Kimyasal Silah Başlıkları

ABD’nin bir işgâle başlaması hâlinde kimyasal silahlar savaş alanında büyük bir endişe kaynağı olabilir. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ı denetlemekle görevlendirilen ve artık feshedilmiş olan BM Özel Komisyonu’na (UNSCOM) göre, Irak’ta endüstriyel ölçekte kimyasal silah üretimi 1982 yılında başladı. Irak, ölümcül sinir gazı VX’in yaklaşık 500 tonunun yanı sıra yüzlerce ton hardal gazı, tabun ve sarin için yeterli miktarda kimyasal öncü madde ürettiğini kabul etti.

Irak, İran ile 1980’den 1988’e kadar süren savaşında ölümcül kimyasalları fırlatmak için topçu mermileri, hava bombaları ve roketler kullanmıştı. Irak 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra kimyasal başlıklarla donatılmış 50 kadar füze de konuşlandırdığını da açıklamıştı.

Komisyon, Irak’ın 34.000 kimyasal mühimmat ve 823 ton önemli kimyasal öncü maddeyi imha ettiği iddialarını doğrulayabildi. Ancak müfettişler doldurulmamış olduğu iddia edilen 2.000 mühimmat ve kimyasal madde ya da mikrop barındırması amaçlanan 25 ‘özel savaş başlığı ‘na ne olduğunu açıklayamadılar. Irak’ın 500 hardal gazı top mermisi ve 150 hava bombasını imha ettiği iddiasını da doğrulayamadılar.

Temel gizemlerden biri, deriye damlatıldığında ya da solunduğunda bir yetişkini dakikalar içinde öldürebilecek kadar güçlü bir sinir gazı olan VX ile ilgili. Irak Körfez Savaşı’ndan önce ürettiği 3.9 ton VX sinir gazını ve birkaç yüz ton öncü kimyasal maddeyi imha ettiğini iddia etse de, BM komisyonu Irak’ın yaklaşık 200 ton VX üretmek için yeterli öncü kimyasal maddeyi elinde tutmuş olabileceği sonucuna vardı. Müfettişler 1998 yazında Irak savaş başlıklarında VX izlerine rastladıktan sonra, Bağdat’ın savaş başlıklarına asla VX yüklemediği yönündeki iddialarına karşı çıktılar.

İki yıl önce firar etmeden evvel kimyasal silah programında yer aldığını söyleyen bir Iraklı, geçen ayın sonlarında bir Avrupa başkentinde verdiği mülakatta, Hüseyin’in uluslararası müfettişler Irak’tayken bile VX ve diğer kimyasal maddelerin üretimini asla durdurmadığını söyledi.

Kimliğinin ve söyleşinin yapıldığı ülkenin açıklanmaması kaydıyla konuşan ve takma isim kullanan Ahmed El Şemri, Irak’ın kimyasal maddeleri geliştirmeye, üretmeye ve ülke genelinde çoğu yeraltında olmak üzere birçok mobil ve sabit gizli istasyonda depolamaya devam ettiğini söyledi.

Amerikalı yetkililer, bu iddiaların doğru olduğuna inandıklarını; Kuzey Kore ve Irak’ın düzenli olarak teknik alışverişte bulunduklarını ve Rus bilim adamlarının Rus hükumetinin çabalarının bir parçası değil, serbest çalışan kişiler gibi göründüklerini belirttiler. Eski bir UNSCOM müfettişi, Bay Şemri’nin verdiği bilgilerin en azından bir kısmını “makul” olarak nitelendirdi. Tüm iddialarının doğruluğunu tespit etmenin imkânsız olduğunu söyleyen müfettiş, Bay Şemri’nin “iddia ettiği kişi olduğuna ve iddia ettiği yerde çalıştığına” inandığını belirtti.

Ölümcül Mikropların Cephaneliği

Kitle imha silahları yelpazesinde biyolojik silahlar kimyasal silahlardan çok daha endişe verici. Sadece savaş alanında askerleri öldürme potansiyeline sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda bir düşman ülkenin sivil nüfusunu vurmak ve onları terörize etmek için de kullanılabiliyorlar.

Irak, BM müfettişlerinin Bağdat’ı böyle bir çabası olduğunu kabul etmeye zorladığı 1995 yılına kadar bir biyolojik savaş programının varlığını tamamen inkâr etti. Hiçbir zaman mikropları silaha dönüştürmediği ya da onları savaş başlığına doldurmadığı konusunda ısrar ettikten sonra, Hüseyin’in kayınbiraderi Hüseyin Kâmil’in biyolojik savaş programının boyutları hakkında kanıtlarla Ürdün’e iltica etmesinin ardından yine gecikmeli bir itirafta bulundular.

BM ve Amerikan kayıtları Irak’ın 22.000 galondan fazla şarbon ve dünyanın en ölümcül zehirlerinden biri olan 100.000 galon botulinum toksini ürettiğini gösteriyor. Bu stokların akıbeti belirsizliğini koruyor. 1991’den önce üretilen botulinum toksinin artık aktif olmayacağı, ancak savaş öncesi stoklardaki şarbon sporlarının uygun şekilde saklanırsa hâlâ ölümcül olacağı belirtiliyor.

Denetçiler 1999 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne sundukları nihaî raporda Irak’ın şarbonla dolu yaklaşık 160 bomba ve iki düzineden fazla Scud füzesi başlığı sakladığını belirtmişlerdi. Ancak kilit konulardan biri Irak’ın bu bombaları hedefine ulaştırma kabiliyeti.

Irak’ın Körfez Savaşı sırasında sahip olduğu füze başlıkları çok etkisizdi. Çarpma anında patlıyorlardı ki bu da biyolojik ajanların çoğunu yok ederdi. Bu süreçte Irak’ın geliştirilmiş bir savaş başlığı tasarlayıp tasarlamadığı bilinmiyor. Irak biyolojik ajanları uçak ya da insansız hava araçları kullanarak da dağıtmayı deneyebilir. Mikroplar bir bombanın içine bırakılabilir ya da havaya püskürtülebilir. Son olarak, savunulması en zor yöntem, biyolojik silahların Irak ajanları tarafından sivil hedeflere karşı kullanılmasıdır.

Bay Şemri kendisine Irak’ın ülke genelinde hâlâ 12.500 galon şarbon, 2.500 galon gazlı kangren, 1.250 galon aflotoksin ve 2.000 galon botulinum depoladığının söylendiğini belirtti.

Amerikalı yetkililer ayrıca tarihin en büyük belalarından biri olan ve 1980 yılında yok edildiği ilan edilen çiçek hastalığı konusunda da yoğun endişelerini dile getiriyor. Bugün sadece ABD ve Rusya çiçek virüsü stoklarını kamuoyuna açıklamış durumda. Ancak terörizm uzmanları, Irak da dâhil olmak üzere birçok ülkede gizli stokların var olabileceğini söylüyor.

Yönetim yetkilileri Bağdat’ın çiçek virüsüne sahip olduğuna dair ellerinde kanıt olmadığını söylese de istihbarat kaynakları bu ihtimali göz ardı edemeyeceklerini belirtiyor.

10 yıldan uzun bir süredir kanıtlar üzerinde çalışan üst düzey bir hükûmet yetkilisi, “Bir dizi hassas nokta var” dedi. Yetkili, Irak’ın virüse sahip olma ihtimalinin “1’den 10’a kadar bir ölçekte muhtemelen 6 olduğunu söyleyebilirim” diye ekledi.

Uzmanlar, Dünya Sağlık Örgütü’nün “Çiçek Hastalığı ve Yok Edilmesi” adlı kitabına göre Irak, başlangıç mikroplarını 1971 ve 1972 yıllarında ülkeyi kasıp kavuran ve en az 800 kişiye bulaşan doğal salgında kolayca elde etmiş olabileceğini söylüyor.

Körfez Savaşı sırasında Bağdat’ın çiçek hastalığına olan ilgisinin kanıtı, müttefik kuvvetlerin bazı Iraklı askerlerin hastalığa karşı aşılandığını keşfetmesiyle ortaya çıktı. Ancak bazı müttefik birliklerin de aşı yaptırmış olması nedeniyle bu ipucu muğlaktı.

1994 yılında Irak’taki tesisleri inceleyen BM müfettişleri, İlaç ve Tıbbi Aletler Pazarlama Devlet Kurumu’nun tamirhanesinde endüstriyel boyutlarda ve üzerinde Arapça “çiçek hastalığı makinesi” yazan bir dondurarak kurutma cihazı buldu.

Iraklı yetkililer bu makinenin çiçek virüsünü değil, bu hastalığa karşı geliştirilen aşıda kullanılan “vaccinia” virüsünü saklamak için kullanıldığında ısrar ettiler. Bu yaygın bir uygulama olduğundan cevapları BM müfettişleri tarafından da makul bulundu. Ancak eğer bu bir yalansa, Irak’ın BM’ye teslim ettiği silah programlarına ilişkin arşivde yer alan çiçek hastalığı konulu üç belgedeki diğer ipuçları gibi, bu makine de bir kötü niyetin işareti.

Irak’ın nükleer silah peşinde koşması, yönetimin endişe listesinin en tepesinde yer alıyor ve Hüseyin’i devirmek için askerî bir harekâta girişme gerekçesinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Yönetim yetkilileri iddialarını kanıtlamak için Bay Hüseyin’in kendi sözlerini bile kullanıyorlar. Hüseyin’in geçen ay Irak Atom Enerjisi Kurumu Başkanı ile görüştükten sonra yaptığı moral verici konuşmaya atıfta bulunuyorlar.

Konuşma, Irak Atom Enerjisi Örgütü ile petrol ve askerî sanayileşme bakanlıkları personeline yönelikti. Irak televizyonu daha sonra Bay Hüseyin’in “bireyin her türlü zorluğun üstesinden gelip kendi yeteneklerinin ve enerjisinin ötesinde olan şeyleri başarabilmesi için kolektif çalışmanın önemini” vurguladığını bildirdi.

Gazeteci Uğur Yıldırım unutulmayan fotoğraflarını anlatıyor: Savaş muhabirleri barıştan yana taraf olmalı

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: “TEMELLER” YAZI DİZİSİNDE ÖNCEKİ BÖLÜMLER

Gazeteciliğin esasları: 10 maddede nitelikli haberciliğin unsurları

Yeni gazetecilik eski gazeteciliğe karşı: Hiçbir yerden manzara

Gutenberg Galaksisi: McLuhan’ın kült kitabını özetledik

Editör ne iş yapar? New York Times gazetecileri iyi editörlüğün sırlarını anlatıyor

“Sadece ıvır zıvır şeylerle uğraşıyorsanız siz gazeteci değil, şovmensiniz”

İyi bir yazı nasıl yazılır? Kurt Vonnegut anlatıyor

Haberleri umursayan kaldı mı? The Wire dizisini yaratan gazeteci yazdı

Haber kaynaklarını çeşitlendirirken gazetecilerin sorması gereken 5 soru

Gazeteciliğe karşı propaganda: Muhabir önce hakikate mi bağlıdır, yoksa ülkesine mi?

Gazetecilikte ilk doktora tezi: Ahmet Emin Yalman, Columbia Üniversitesi’nde yazmıştı

Gazeteciliğin demokrasi için önemi: Lippmann ve Dewey’nin “kamuoyu” tartışması

Murrow’un tarihi konuşması: “TV haberleri izleyiciyi yatıştırmamalı, kaşındırmalı”

Maria Ressa’nın Nobel konuşması: “Hakikat uğruna neleri feda etmeyi göze alıyorsunuz?”

Efsanevi gazeteci Hunter S. Thompson’ın mektubu: “Biz insanı değil, amacı anlamanın peşindeyiz”

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten